[Analiz] Ahtapottan ne öğrendik?

Ahtapotun hikayesine de bu nazarla bakarsak günümüz şartlarına uyarlanabilecek birtakım dersler olacaktır.

Ahtapottan ne öğrendik?
Kâmil Ergin | Sao Paulo

Belgesel izleyicileri, doğadaki ekosistemin nasıl mükemmel bir şekilde işlediğine aşinadır. Tabiattaki canlıların hayatta kalma iç güdüsüyle insanı hayrete düşüren avlanma ve kaçış stratejileri geliştirdiklerini biliyoruz. Bu mücadelede zayıf olanlar yenik düşüyor ve doğa kanunları, türleri bir şekilde dengede tutuyor.

Geçtiğimiz günlerde Netflix'te 'Ahtapottan ne öğrendim' adında bir belgesel yayınlandı. Belgeselde, bir ahtapotun türlü yırtıcıya ev sahipliği yapan okyanusta hayatta kalmak için nasıl mücadele ettiği çarpıcı bir şekilde hikâye ediliyor. Örneğin, kendisi yumuşakçalar sınıfına mensup bir hayvan olmasına rağmen vantuzlarını kullanarak deniz kabuklarından aşılmaz bir zırh yapabiliyor. Deniz dışında yaşama şansı olmamasına rağmen, saldırıya maruz kaldığı anda gerekirse karaya çıkıp tehlike geçene kadar nefesini tutabiliyor. Aç bir köpekbalığı ile karşı karşıya kaldığında -eğer kaçma şansı yok ise- köpek balığının sırtına tutunarak onun keskin dişlerinden kurtulabileceğini hesap ediyor. Talihsiz bir günde girdiği savaşta kolunu kaybettiyse bir taşın altında inleyip hal diliyle dua ediyor ve Allah ona yeni bir kol lütfediyor. 

15 yıla yakındır yurtdışında yaşayan birisi olarak, bu dönemde zorunlu saiklerle ülkesini terk etmiş ve farklı ülkelerde yeniden hayata tutunmaya çalışan insanların mücadelesine şahit oluyorum. Düzeni bozulmuş, toplum tarafından dışlanmış, en yakınları tarafından linçe maruz kalmış, hapis yatmış, işkence görmüş, mesleği-malı-mülkü-pasaportu elinden alınmış, vatansız-kimliksiz kalmış ve yaşadığı travmanın etkisiyle ruh sağlığı bozulmuş on binlerce insan. 

Travma etkisinin azaldığı ve durumu kabullenme ile kişilerin gerçeklik zeminine ayak bastığı şu günlerde mücadele ruhu daha da önem kazanıyor. Hapiste olan veya geride kalanlar için çetin şartlar devam ederken gidenleri de farklı imtihanlar bekliyor. Kamp hayatı, dil öğrenme zorunluluğu, bulunduğu coğrafya ve kültüre uyum sağlama, iş bulma ya da iş kurma süreci, iltica bürokrasisi gibi birçok zorluk var. 

Yaşanan hayal kırıklıklarından bahsetmiyorum. Sürecin etkilerine maruz kalan herkesin kendi tecrübesi ve konumuna göre bir çıkarımı var. Oysa hayatın devamlılığı esastır. Hikayelere geniş bir perspektiften baktığımızda herkesin farklı bir mücadele verdiğini görüyoruz. Hapiste olanlar için dışarı çıkmak, özgürlüğüne kavuşanlar için sınırı geçmek, sınırı geçenler için şartları daha makul bir ülkeye gidebilmek, o ülkeye ulaşanlar için hayata tutunmak, son noktaya erişenler için orada kök salmak ve normalleşmek...  
Basamakların biri aşıldığında yaşanan sevinç, kısa süre sonra yerini başka bir endişeye ve strese bırakıyor. Yerinden edilmiş ve gaye-i hayalleri baltalanmış insanların kendilerine başka bir yurt edinme ve ideallerini yeniden diriltme süreci belki bir iki nesil sürecek. 

Bu süreçte bir noktaya gelip tıkananlar, ülke ülke dolaşıp kendine yurt arayanlar, ilk denemesinde sürçen veya defalarca başarısız olanlar, azıcık sermayesini de bu yolda kaybedenler, gittikleri yerde hiç beklemediği sıkıntılara ve imtihanlara maruz kalanlar... Kısaca, bu uzun yolu yürüyenler, yorulsalar da umutlarını yitirmesinler. Evrim tartışmalı bir konu; ancak ahtapotun yaşamını sürdürmek adına kazandığı bunca beceriyi bir gecede edinmediği de bir gerçek. Şartlar itibariyle bir elmanın içinde yaşatılan kurtçuklar değiliz ama istersek okyanusta yırtıcılar arasında yaşam süren ahtapotlar olabiliriz.

Kuran'ı Kerim'de hayvanlar üzerinden anlatılan birçok benzetme, hikâye ve ikaz bulunuyor. Bizler de çocuklarımıza hayatı anlaşılabilir kılmak veya değerleri öğretmek için hayvanlarla ilgili türlü masallar anlatıyoruz. Ahtapotun hikayesine de bu nazarla bakarsak günümüz şartlarına uyarlanabilecek birtakım dersler olacaktır.

10 Kasım 2020 18:09
DİĞER HABERLER