Samanyoluhaber.com yazarı Faruk Mercan 'Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret' notlarını paylaştı
FARUK MERCAN
Fethullah Gülen Hocaefendi’yi son ziyaretimde bir grup üniversiteli gençle karşılaştım. Bu gençler, Hocaefendi’nin kitaplarının bulunduğu küçük binadaki odayı ve salonu görmek istemişler. Ben de oradaydım. Odadaki cilt cilt kitaplara, külliyatlara, diğer eserlere uzun uzun baktım.
O sırada bir genç, “Hocaefendi kaç kitap okumuştur, yüzlerce?” diye sordu. “Herhalde binlerce…” cevabını verdim. O odada ve küçük salonda gençleri izledim biraz da… Hayatları çalkantılı bir döneme denk gelen bu gençlerin yüzlerinde hüzünle birlikte bir ışık gördüm. Bunun ne manaya geldiğini yazının sonuna bırakıyorum.
Bu gençler Hocaefendi ile karşı karşıya geldiklerinde dava adamlığına dair bir soru soruldu Hocaefendi’ye… Hocaefendi bu soruya cevap verirken, İzmir’de ilk zamanlarda tanıştığı üniversiteli gençlerden bahsetti. 1960’li yıllar Türkiye’si… Tam bir yokluk dönemi, İzmir’deki Ege Üniversitesi’nin öğrenci yurtlarına gidilip gençlerle tanışma gayreti, eli boş dönülen günler, camilerde namaz saflarında üniversiteli aranan dönemler, cami önlerinde sayıları bir elin parmağını geçmeyen bu gençlerle tanışma gayretleri…
O yıllarda Hizmet ile tanışan, bu daire içine giren ve hayatlarını bugüne kadar hizmet yolunda geçiren profesörler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler… Ne zaman onlarla konuşsam, Hizmet ile nasıl tanıştıklarını, Hocaefendi ile ilk görüşmelerini merak ederim. Dikkatimi çeken şey şu: Hemen hepsinin çok cazip ve orijinal bir hikayesi var. Fakat daha da şaşırtıcı olan şey şu: O ilk günkü heyecan ve hizmet aşklarını hala muhafaza etmeleri. Bunun sebebi nedir acaba? ...
Ben bu soruya şu cevabı veriyorum: Mesajın gücü, derinliği ve cazibesi… Evet, onlar gençlik yıllarında bir mesaja gönüllerini kaptırmışlar, kalplerini fetheden bir davete “evet” demişler ve daha sonraki hiçbir zorluk ve meşakkat onların bu aşkını azaltmamış… Çünkü kalpleri ile beraber zihin dünyaları da “evet” demiş. Düşünce dünyalarını iyi tahkim etmişler, ruhen ve fikren çok iyi beslenmişler. Hizmet yolunda koşarken yorulmamalarını ve heyecanlarını bugüne kadar hep muhafaza etmelerini buna bağlıyorum.
Hocefendi, gençlere çok önem veriyor. Hayatı boyunca gençlere hitap etti, onları ders halkasına aldı, onlarla yürüdü. Bu sebeple Hizmet doğası itibariyle bir öğrenci ve esnaf hareketidir. Bugünlere kadar de hep bu yaygın, geniş tabanıyla geldi. Dolayısıyla bugün Hizmet dairesi içindeki gençlerin durumu büyük önem arz ediyor. Zannediyorum, “Gençler bugün bu daire içinde olmaktan memnunlar mı, zihinleri berrak mı, istikbale yürüme adına ruhen ve bedenen gereken tahkimata sahipler mi?” soruları önem kazanıyor.
Cuma günü, hutbenin konusu “Yaşatma İdeali” idi. Cuma akşamı misafirleri ile sohbetinde Hocaefendi; zor zamanlarda sarsılmamanın, kıt imkanlarla hizmet etmenin, bir fırsat ele geçtiğinde onu çok iyi değerlendirmenin örnekleri olarak iki kıymetli şahsiyetten bahsetti: Avukat Bekir Berk ve Turgut Özal.
“Biz hapishanede iken (1971), morali en yüksek olan Avukat Bekir Berk’ti. Sabahlara kadar kitap okurdu. 163. madde (Ceza Kanunu maddesi) üzerinde haşiyeler, şerhler okur; bunları mahkemede ifade ederdi. Şimdi bunlar çok önemli, sarsılmama… Hiç sarsıntı yaşamama… Mahkemede bir defasında savcı (hakaret maksadıyla), Said-i Kürdi dedi, ona hemen gereken cevabı verdi. Savcı ile bu tartışmalarında, devreye hâkim girdi, ortalığı yatıştırdı. Çok samimiydi, çok vefalıydı ve o tür şeyleri umursamıyordu. Daha hapse girmeden bir iki yere davalara giderken refakat ettim, çantasını taşıdım. Cebinde ancak 50 lira varsa bile gitmesi gereken her yere giderdi. Adanmıştı, fütursuzdu…”
Bugünün gençleri keşke temel eserlerin yanında; merhum Bekir Berk, Hulusi Yahyagil, Ahmed Feyzi Kul, Mustafa Sungur, Zübeyir Gündüzalp, Tahir Mutlu gibi kahraman şahsiyetlerin hayatlarını da okusalar…
Hocaefendi, bir başka meşakkatli dönem olan 1980 sonrasına değinirken ise şunları ifade etti: “Arandığım dönemde sağda, solda (değişik yerlerde) olan herkesi ziyaret ettim. Öyle bir ziyarette yakalandım. Ama onlar da (Hocaefendi’yi 1986’da Burdur’da gözaltına alanlar) Turgut Özal’a (dönemin başbakanı) yakalandı. Şimdi bir Turgut Özal’a bakın bir de bugünkülere… Turgut Özal’ı hep hayırla yad ederim. Siz de hayırla yadedin.” 1993’te Turgut Özal cumhurbaşkanıydı. Orta Asya’da açılan okullara destek olmak için bir seyahate çıktı. Bu okulları ziyaret etti. Döndükten hemen sonra da vefat etti. Cenaze merasimi esnasında kardeşi Korkut Özal, Hocaefendi’ye şöyle diyor: “Hocam, Turgut beyin kalbini bir kere daha fethetmişsiniz…” Özal bu seyahatten hemen sonra Hocaefendi ile görüşmek istiyordu. Daha Türkiye’ye dönmeden, Azerbaycan’da iken telefon açtırıp bu talebini Hocaefendi’ye iletti. Ama ömrü vefa etmedi. Döndükten iki gün sonra vefat etti. Ve hep hayırla yadedelir oldu.
Hocaefendi’nin mekanındaki sair zamanlarda “İmtihanlar Kuşağı” eserini okudum. Kırık Testi serisinin on sekizinci kitabı… Bu arada serinin on dokuzuncu kitabı olan “Işık Karanlığı Boğarken” eseri elime geçti. Bu iki-üç gün içinde adeta üniversite yıllarının kamp günlerine gittim. Günde en az 200 sayfa risale okunan, bir ayda külliyat bitirilen, ruhen ve bedenen sağlam tahkimat yapılan, “Eyyamullah” dediğimiz Allah’ın günleri, hizmet günleri… İşte bu ruh haletinde iken Hocaefendi’yi ziyarete gelen üniversiteli gençlerle karşılaştım. Yazının başında ifade ettiğim gibi, Hocaefendi’nin kitapları ve çalışma masasının bulunduğu odada, bu gençlerin yüzüne baktım.
O çehrelerde hüzünle birlikte bir ışık gördüm. Sonra 55 yıl öncesine, İzmir’e gittim. Hizmet dairesine giren ilk üniversiteli gençleri gördüm. Onlar bugünlerin hala ilk saflarında yer alan birer devasa kamet idi. Hem ilk zamanların yokluklarına şahit oldular, hem de bugünün meşakkatlerine, zorluklarına göğüs gerdiler. Sarsılmadılar, hizmet yolunda fütursuzca yürümeye devam ettiler, merhum Bekir Berk gibi…
Ve sonra filmi bugünden biraz ileriye sardım. Çok değil, belki 5-10 sene sonra, Hocaefendi’nin odasında gördüğüm bu gençlerin, bu fetret devrini takip eden aydınlık, ferah bir zamanın küheylanları olduklarını hayal ettim. Kimi bilim alanında, kimi sanat alanında, kimi sporda, kimi müzikte, kısacası hayatın her alanında zirveleri zorladıklarını, gönül verdikleri büyük mesajın bestesini dile getirdiklerini gördüm. Yeter ki biz, bugün üzerimize düşen vazifeyi yapalım, bu gençlerin kalplerinde ve zihinlerinde boşluklara meydan vermeyelim. Onların bu çalkantılı dönemi, bu fetret devrini salimane atlatmalarını temin edelim.
Ömrü yarım asrı aşan bizler de artık eski nesil sayılırız. Bu zamanın bestesini artık yeni nesil yapacak, bu zamanın türküsünü artık onlar seslendirecek. Biz inanıyoruz ki, hayat hep bir imtihanlar kuşağı ve eninde sonunda ışık karanlığı boğacak… Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, bu nesl-i cedidi selamlayalım ve onlara kol kanat gerelim. Allah yollarını asan eylesin, gönüllerini nurla, kalplerini ilhamla doldursun!