Samanyoluhaber yazarı Fiktet Kaplan 'Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin vefatının 60'ncı yıl dönümü ile ilgili yazılarına devam ediyor. Kaplan yazının dördüncü bölümünde 'Bediüzzaman’ın kabri ve vasiyetini kaleme aldı.
Bediüzzaman'ın kabri ve vasiyeti
FİKRET KAPLAN | Samanyoluhaber
23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin cenazesi Halilürrahman Dergahı’nda, İbrahim Kadallah Mescidi'ndeki kubbelerden birine gömüldü.
Bunu gören Bediüzzaman’ın önde gelen talebelerinden birisi, ‘Nur’un birinci talebesi’ ünvanına sahip Hulusi Yahyagil Ağabey’e hayretle sordu:
"Ağabey! Üstad bana demişti ki, sen benim kabrimi bilmeyeceksin. Ama şimdi herkes gördü. Bu nasıl olacak böyle!"
Hulusi Ağabey ona şöyle cevap verdi:
"Sen merak etme, ben kırk sene Üstad'ın yanında kaldım, ne dediyse hepsi çıktı. Bundan sonra bu da çıkacak; ama ne zaman çıkacak biraz sabredelim."
O talebesi, Üstad'a zamanında "Üstadım niye kabrinizin bilinmesini istemiyorsunuz?" diye bir soru sormuş, Üstad da şöyle cevap vermişti:
"Ben hayattayken elimi öpenler bana tokat atmış gibi oluyor. Ben öldükten sonra da kabrime gelip şeriata ve sünnet-i seniyyeye muhalif hareket edenler bana kabirde de azap ederler, onun için benim kabrimi kimsenin bilmesini istemiyorum."
Üstad’ın Kabrinin Bilinmeyen Bir Yere Nakledilmesi
Bediüzzaman Said Nursi’nin (23 Mart 1960’ta) vefatından yaklaşık iki ay sonra 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Darbeyle birlikte başta Risale-i Nur talebeleri olmak üzere, samimi Müslümanlar’a tekrar çok ciddi tazyikler, sıkıştırmalar ve zulümler başladı. Bu dönemde, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından sonra dahi ona olan kinlerini bir türlü bitirmeyenler, ondan kabirde de olsa intikamlarını almak için harekete geçtiler.
11 Temmuz 1960 Pazartesi günü Urfa Valisi Necdet Yalçın ile Doğu Bölgesi Kolordu Kumandanı askeri bir uçakla Konya’ya geldiler. Konya İmam Hatip Okulu’nda Meslek Dersleri öğretmenliği yapmakta olan Bediüzzaman Said Nursî’nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul o gün bir memurla valiliğe çağrıldı. Kendisine:
– Kardeşin Said Efendi’nin cenazesini Urfa’dan nakledeceğiz. Bunu siz istemiş olacaksınız. Şu kâğıda imza edin, dediler.
Abdülmecid Bey:
– Benim böyle bir isteğim yok; ne olur hiç olmazsa kabrinde rahat etsin, diye ricada bulundu. Fakat karşısındakiler:
– Hadi çok uzatma, burayı imza et! İmzalamaya mecbursun, bizi zor durumda bırakma! diyerek tehdit ettiler.
Kendisine zorla dilekçe imzalatılan Abdülmecid Ünlükul, bundan sonra Cemal Tural ile birlikte askerî bir uçakla önce Diyarbakır’a, sonra ayrı bir uçakla ikindi vakti Urfa’ya gittiler...
O gün bir subay da Urfa’dan Diyarbakır’a giderek galvanizli bir tabut yaptırıp getirmişti.
Ertesi gün yani 12 Temmuz 1960 Salı günü gece saat 00:30’da askerî kuvvetler Urfa’ya geldiler. Şehirde derin bir sessizlik vardı. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu, herkes uykudaydı. O gün bekçilere vazife verilmemiş, onların yerini askerler ve jandarmalar almıştı. Şehrin bütün mühim yerleri askerler ve zırhlı vasıtalar tarafından tutulmuştu.
Gece saat 01:00’de Halilürrahman Camii sıkı bir kordon altına alındı. Askerler kendilerine verilen emirle Bediüzzaman Said Nursî’nin kabrinin bulunduğu iki kubbeli yerin üst pencerelerinin demir parmaklıklarını kırarak içeri girdiler. Ellerinde demir âletler ve balyozlarla mermer mezarı parçalamaya başladılar.
Er Muşlu Yusuf’un anlattığına göre parçalanan mezardan Bediüzzaman’ın naaşı bozulmamış olarak çıkınca, oradaki erler: ‘Bu zât şehitmiş. Bunun mezarını açmak günahtır.’ diyerek kendi kendilerine konuştular, korktular.
Abdülmecid Ünlükul, o günü şöyle naklediyor:
‘Beni bir yüzbaşı ve erler refakatinde Halilürrahman Dergâhı’na götürdüler. Yanıma bir doktor geldi: ‘Fazla merak edip üzülmeyin; Üstadı Anadolu’ya naklediyoruz, onun için sizi buraya getirdiler.’ dedi. Doktorun bu sözleri üzerine ağlıyordum…
Doktor askerlere: ‘Bu tabutu açıp Üstadı öbür tabuta alacağız.’ dedi. Fakat erler çekiniyor ve korkuyorlardı:
‘Biz yapamayız, çarpılırız’ dediler.
Doktor:
‘Kardeşlerim biz emir kuluyuz, ne yapalım, mecburuz.’ dedi.
Hep beraber tabutu açtık. Elimi Üstad’ın kefenine sürünce sanki yeni vefat etmiş gibi bir hal vardı. Doktor kefenin ağzını açtı; yüzüne baktım, âdeta tebessüm ediyordu…’
Abdülmecîd Ünlükul gözyaşları içinde ağabeyi ve üstadı Bediüzzaman Said Nursî’nin yüzüne bakıyordu. Yüz on bir gün sonra açılan kabirde merhumun naaşı hiç bozulmamış, yalnız kefeni biraz sararmıştı.
Abdülmecid Bey, bundan sonraki gelişmeleri şu şekilde anlatıyor:
‘Hep beraber kucakladık o şanlı mazlûm Üstadı; askerlerin getirdiği çok ağır ve büyük tabuta yerleştirdik. Tabutun etrafındaki boşluğu otlar ile doldurdular. Bütün işler bittikten sonra, bir askerî cemseye bindik. Caddelerde hep süngülü askerler geziyordu. Doğru uçağın yanına vardık. İlk uçak tabutu almadı. (Diyarbakır’dan) İkinci bir uçak geldi, tabutu bunun içine uzattık. Ben de yanına oturdum. İçimi hüzün, gözlerimi yaş kaplamıştı. Az sonra Afyon’a indik. Sonra oradan da bir ambulans ile Isparta’ya doğru hareket ettik. Önümüzde ve arkamızda askerî vasıtalar bize refakat ediyordu. Önceden hazırlanmış mezara Üstadı defnettik.’
Emekli pilot Astsubay Ali Demirci’nin anlattığına göre Pilot Astsubay Ahmed Kırlay’ın kullandığı C 47 askeri uçağı Afyon havaalanına indi. Tabut orada geceleyin askerî bir araç ile Abdülmecid Ünlükul ile beraber Dinar-Baladız üzerinden Isparta istikametine götürüldü.
Bugün bilinmeyen kabrine tabut yerleştirildi. Ortalık ağarmadan, kendi isteği üzerine aynı gecenin içinde tekrar Abdülmecid Ünlükul’u Konya’ya götürüp bıraktılar.
Bediüzzaman’ın Kabri İle Alâkalı Vasiyeti
Bediüzzaman Said Nursî, Hz. Peygamber'in (sav) ecel gelmeden önce vasiyette bulunma sünnetine uygun olarak ilk vasiyetini Ocak 1948'de Emirdağ'da yazdı. Bizzat kaleme aldığı bu vasiyetinde; şahsi eşyalarını ve kendisine ait Risale-i Nur nüshalarını talebelerinden bir heyete miras bıraktı. Vasiyetinde ve mektuplarında ayrıca 'kabrinin bilinmemesini ve Risale-i Nur hizmetleriyle meşgul olanların geçiminin temininin diğer talebeleri tarafından karşılanmasını' talep etti. Bediüzzaman, kendi kabrini ziyaret etmek isteyenlerin bu ziyareti manen gerçekleştirebileceklerini; ruhu için uzaktan Fatiha okuyabileceklerini de beyan etti...
Abdulmecit Ünlükul, Bediüzzaman Said Nursi’nin mezarı hakkında, ağabeyinin birkaç talebesi dışında kimseye bilgi vermedi. Bu talebelerden biri merhum Bayram Yüksel’di. Bediüzzaman birçok kez Bayram Yüksel’e, “Kabrimi sen bekleyeceksin!” demişti. Kabrinin bir istinatgah ya da ziyaretgah haline getirilmemesini, bu nedenle yerinin dahi bilinmemesini vasiyet ettiği için naaşı talebeleri tarafından Isparta’daki mezarından gizlice kaldırılarak başka yere defnedildi.
Bediüzzaman için kendi cismi değil Risale-i Nur önemlidir. Yaşatılması ve korunması gereken en önemli dava budur. Emirdağ Lahikası’nda, kabriyle ilgili olarak şu vasiyette bulunuyor:
‘Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki azami ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi sebep hissediyorum… Kendini Risale-i Nur’a vakfetmiş olan, yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manen, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler. Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.
Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevi şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-i beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfiden mana-yi ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevi istikbalden ziyade dünyevi istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevi şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki azami ihlası kaçırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum.
Hem şarkta, hem garbta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatiha’lar ruha gider. Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek.’
ed-Dâî (Davetçi)
Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde
Said’den yetmiş dokuz ceset günahlarıyla elemleriyle.
Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş.
Beraber ağlıyor İslâm’ın acı haline
Mezar taşımla ceset dolu inleyerek o mezarımla
Gidiyorum ahiret âleminin yurduna
Katiyyen inanıyorum ki: İstikbal semâvâtı, Asya Kıtası
Hem olur teslim, İslâm’ın pak ve temiz eline.
Zira imanın bereket ve saadetidir
Verir emniyet ve korkusuzluk ile âleme… (Sözler, Lemaât, s. 755)
Vefatından 37 yıl önce 1923’te neşrettiği Lemaat adlı eserinde bulunan bu mısralar Bediüzzaman’ın vefat tarihini ve mezarının yıkılacağını bildiriyordu.
“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve susarak Nur’un sözünü dinleyen ve gayba nüfuz eden gizli bir bakışları ile bizi hayranlıkla seyreden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesâireler!..
Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ (doğru söyledin) deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun! Şu çağdaşlarım, varsın beni dinlemesinler. Târih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım; acele ettim, kışta geldim. Sizler Cennet gibi bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz. Bizi çağırınız. Mezarımızdan, ‘Henîen leküm’ (Helal olsun sizlere!) sadâsını işiteceksiniz” (İlk Dönem Eserleri, Münâzârât, s. 483)
Ve ey zamanı güzelleştiren Büyük Üstad! Bugün dünyanın dört bir tarafına dağılan hizmet erleri ellerinde bahar hediyeleriyle sana sesleniyorlar:
Henien leke! Henien leke - Helal olsun sana.. Helal olsun sana!
Not: Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin hayatını ve ahirzamanda insanlığa kazandırdığı Hizmet metodunu slaytlar halinde
kanalımızdan izleyebilirsiniz…