16 yaşındaki Bahadır’ın her genç gibi arkadaşa yani sosyal bir çevreye ihtiyacı vardı.
HÜSEYİN ODABAŞI- SAMANYOLUHABER.COM
Darbeden sonra ağır bir süreç geçiriyoruz. Darbenin üzerinden beş seneden fazla zaman geçti. Beş yaşındaki evlatlarımız 10 yaşına; 10 yaşında olanlar da delikanlılık çağına ulaştı. Bu zaman zarfında jenerasyon saatimizde bir tık ilerleme olduğunun farkında mıyız? Göçelim mi kalalım mı derken saçlarımızın tellerinde ağarmalar da arttı. Yüz binlerce insanımızı mağdur eden zalim iktidarın duvarlarında ise çatlaklar patlaklar oluştu. Şu an ekonomik krizin baskısı her yerde kendini hissettirdi.
Bu süreç fırtınası karşısında yer yurt, hapishane, mahkemeler derken kendi can derdimize düştük ve yavrularımızı unuttuk. Bu sürecin en büyük mağdurları aslında onlar oldular. Bazıları babasız, bazıları annesiz yaşamak zorunda kaldı. Eğitim hayatları mantar oldu. Anne ve babalarının korku içinde yaşaması en çok onları vurdu. Kendi dünyası tahrip olan anne babalar evladındaki tahribatı anlayamadı, anlayamadık.
Bahadır Odabaşı’nın vefatını, intiharını bu bağlamda ele alıp düşünmek lazım. Biz bir yerlere doğru koştururken, daha doğrusu bu sürecin ağır sorumluluklarıyla baş etmeye çalışırken çocuklarımızdan bir çığlık yükseldi, bir inleme duyuldu aslında; “Sizin dayandıklarınıza ben dayanamıyorum, sizin taşıdıklarınızı bu cılız bedenimle artık taşımaya takat getiremiyorum, sizin hayat gözyaşlarınızda yüzme bilmediğimden boğulan ben oluyorum ben. ” Bahadır Odabaşı Diyarbakır’dan bir çığlık attı ve sanki her birimizin vicdanlarına bir ok fırlattı.
16 yaşındaki Bahadır’ın her genç gibi arkadaşa yani sosyal bir çevreye ihtiyacı vardı. Babası 5 seneden fazla hapiste olan bir gencin şu an Türkiye'de mimlenme bariyerini aşıp da kendi derdini paylaşıp rahatlayabileceği birkaç arkadaş bulması mümkün değildi. Bu yaşlarda bir genç için arkadaş su gibidir, ekmek gibidir. Bahadır, kuzenlerine; “Okula gidiyorum sınıfımda elli beş kişi var fakat sadece 3 kişiyi tanıyorum” demişti. Üç kişi arkadaşım var dememiş üç kişiyi tanıyorum demiş. Sen F... Olmuşun, hain olmuşun kardeşim. Koskocaman devlet aygıtı işini gücünü bırakmış psikolojik operasyon yaparak insanların beynini senin aleyhindeki fikirlerle doldurmuş. Yine babası beş senedir hapiste olan Bahadır yurt dışında yaşayan kuzenlerinden birine demiş ki; “Bu insanlar beni neden sevmiyor ya!” Bir gencin ruh halini anlamak için yüreğimizi bir satır gibi doğrayan bu cümle yetmez mi? “Bu insanlar beni neden sevmiyor?” Günlerce beynimizin cidarlarında yankılanması gereken cümle, çığlık, feryat figan bu olmalıdır.
Peygamberimiz (SAS) yetimdi ve yetimlerin başını okşardı. Bir Anadolu coğrafyasında yetimlerimizin başını okşayan kalmadı. O (SAS) bir bayram günü çekingen ve ürkek bakışlarla oynayan arkadaşlarını seyreden bir çocuğu alıp yedirip içirmiş yeni elbiseler giydirmiş ve Ona, “Bundan sonra annen ve baban biz olalım istermez misin” demişti. Bundan dolayı Çocuk gülüyor, arkadaşlarıyla oynuyor ve seviniyordu. Fakat biz yetimlerimizi sevemedik, başlarını okşayamadık. Zalimlerin paletleri altında onları ezilmekten, çiğnenmekten kurtaramadık.
Zalimlerin iş başına geldiklerinde nasıl bir tahribat yapacaklarını beyan eden şu ayet kulaklarımıza küpe olmalı: “Ancak hakimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, (insanın) ürünü(nü) ve nesli(ni) yok etmeye çalışır; Allah fesadı sevmez.” (Bakara, 150) Şu an zaten Türkiye'de maddi ve manevi imkanların yok edilmesi ve nesillerin helak edilmesini yaşıyoruz. Maddi ve manevi imkanların yok edilmesi toplumun üzerinde büyük bir ağırlık ve kuvvetli bir gerginlik oluşturur. Bir zinciri bile haddinden fazla gerdiğinizde kopan en zayıf halkaları olur. Gençler de bizim en zayıf halkamız.