Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş'i Türkiye'ye getiren süreç 19 Şubat 2001'deki MGK'da, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlamıştı.
Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş'i Türkiye'ye getiren süreç 19 Şubat 2001'deki MGK'da, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlamıştı. Piyasalar devletin zirvesindeki bu tartışmayla alt üst oldu. Borsa yüzde 15 gibi tarihî bir düşüş yaşadı, 21 Şubat'ta gecelik faiz yüzde 7 bin 500'e fırladı. Ziraat ve Halk Bankası, tarihlerinde ilk defa 3 milyar dolar açık verdi. Piyasaların kontrol edilememesi üzerine DSP-MHP-ANAP hükümeti, piyasayı kontrol etmek için 'dalgalı kur'a geçti. Bu kararın ardından dolar 690 bin liradan 900 bine yükseldi. Yatırımcılar paralarını kurtarma telaşına düşünce, sermaye kaçışı başladı, işyerleri kapandı, milyonlarca kişi işsiz kaldı. İşte bu dönem, tarihe '2001 krizi' olarak geçti. Hazine'nin teslim edildiği Kemal Derviş, 14 Mart'ta 'Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nı açıkladı. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile görüşmelere başladı. Büyük krizin 10. yılında Zaman'ın ulaştığı gizli belgelere göre, bu görüşmeler Batılı ülkelerin Osmanlı borçlarını tahsil için kurduğu Düyun-u Umumiye'yi hatırlatıyor. Teknik destek hizmeti adı altında IMF danışmanı Marc Carawan'a BDDK'da ayrı bir oda ayrılmış, bu 'hizmetleri karşılığı' da 249 bin 600 dolar ödenmiş. Bir başka belgeye göre ise IMF, 661 milyon dolarlık kredi için BDDK'ya, EGS Bank, Bayındırbank ve Kentbank'a el konulması talimatı vermiş.
Fon'un merkezi Washington'da maliye ve kambiyo işleri direktör yardımcılığı yapan Carl-Johan Lidgren'in 8 Temmuz 2001'de kaleme aldığı mektubun üslubu oldukça ilginç. Dönemin BDDK Başkanı Engin Akçakoca'ya hitaben "Kent, EGS ve Bayındır konularına gelince, sekizinci gözden geçirmenin tamamlanabilmesinin bir koşulu olarak bu bankaların TMSF'ye devredilmesinde ısrar ediyoruz." deniliyor.
Mektupta dikkat çeken bir diğer nokta da Türkiye'deki kurumlar hakkında yapılan değerlendirmeler. BDDK'dan gözden geçirmenin tamamlanmasının şartı olarak Türk Ticaret'in (Türkbank) tasfiyesi talep edilirken, Danıştay'ın bu konuda olumsuz karar vermesi şu ifadelerle eleştiriliyor: "TT davası BDDK'nın bağımsızlığının ve yetkilerinin kapsamı konusunda ciddi sorular ortaya çıkarmıştı. Eğer BDDK, bir bankanın varlığını sürdürebilmesinin mümkün olmadığını belirtmiş ve borçlarını ödeyebilmesini sağlamak üzere TMSF tarafından trilyonlarca lira bankaya enjekte edilmiş olmasına rağmen, BDDK hâlâ bu bankayı devralamıyorsa BDDK'nın yetkisi nedir? Bu husus, BDDK'nın sorgulanamaz yetkiye sahip bağımsız bir kurum olarak gelecekteki işlevi konusunda temel birtakım sorular ortaya çıkarmaktadır." Mektup dönemin Hazine Müsteşarı Faik Öztrak'a da iletilmiş. Bu mektup ve üslubuyla ilgili bankalardan üst düzey bir yetkili, "Bu, resmen bir tehdit." değerlendirmesini yapıyor.
IMF YETKİLİSİNE BDDK'DA ODA VE PARA
Zor durumdaki Türkiye'de kurumlara yönelik bu tutumu takınan IMF'nin, buradaki işlerini takip için 'danışman' adı altında temsilci atadığı ortaya çıktı. BDDK'dan gizli yönetici olarak adlandırılan Marc Carawan isimli şahıs ve arkadaşlarına 249,6 bin dolarlık ödeme yapıldı. Bankacılık Üst Kurulu'nun 18 Eylül 2002 tarihli kararında da bu ödeme kayıtlara geçti. Fon ile varılan sözlü mutabakat çerçevesinde bu rakamın 149 bin 600 dolarlık kısmının BDDK, geriye kalan kısmının ise TMSF tarafından ödenmesine karar verildi. Fon'un danışmanlık hizmet bedeline ilişkin ödeme dokümanı Ağustos 2002'de tebliğ edildi. O dönemde BDDK başkanı olan Engin Akçakoca'nın kurula gönderdiği yazıda, "IMF tarafından Banka Sermayelerinin Güçlendirilmesi Programı'nın hazırlık ve uygulama aşamasında kurumumuza teknik destek hizmeti sağlanmasına karar verilmiştir. Söz konusu teknik destek hizmeti, IMF'nin de mutabakatı ile çeşitli danışmanlar (Marc Carawan ve arkadaşları) tarafından yürütülmüştür. IMF tarafından kurumumuza gönderilen 23 Ağustos 2002 tarihli dokümanda, söz konusu hizmetlerin tamamlanmış olduğu belirtilerek, bu hizmetler için harcanan tutardan kurumumuzun payına düşen toplam 249.600 doların ödenmesi talep edilmektedir." ifadelerine yer veriliyor. Akçakoca'nın talebi üzerine kurul, konuyu 18 Eylül 2002'de karara bağladı.
IMF, kredi için 'üç bankaya el koyun' dedi, görevlisini de BDDK'ya yerleştirdi
Türkiye'yi bir gecede yüzde 25 fakirleştiren ekonomik krizin üzerinden 10 yıl geçti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e MGK toplantısı devam ederken Anayasa kitapçığını fırlatması, piyasaları altüst etti. Batık bankalar, kapanan işyerleri, esnafın sokağa inmesi ve memur maaşları için IMF kapısında dil döken Türkiye fotoğrafı hâlâ hafızalarda. Kemal Derviş'in ABD'den kurtarıcı olarak transfer edilmesi de ülkenin üzerindeki kara bulutları dağıtmaya yetmemişti. 15 günde 15 yasa diye literatüre geçen düzenlemeler, Osmanlı'nın borçlarının tahsilatıyla görevlendirilen Düyun-u Umumiye dayatmalarını hatırlatmıştı. DSP-MHP-ANAP koalisyonu, sokaktaki baskıya daha fazla dayanamamış ve 3 Kasım 2002'de erken seçime gitmek zorunda kalmıştı. Eski partiler sandıkta tasfiye edilirken, Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki AK Parti siyaset sahnesine çıktı. Koalisyonlarla geçen 90'lı yılların kapandığı, yeni Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarıyla bölgede lider ülke olacağının ilk sinyali de bu seçimle verilmişti. Zaman, bu yazı dizisi ile kriz ve sonrasına ışık tutuyor.
IMF, 'parayı gidin NATO'dan alın' dedi
Şubat 2001'de kriz yaşanırken BDDK başkan yardımcılığı görevini yürüten, kısa bir süre sonra dönemin Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp'ın istifası ile boşalan koltuğa geçen Faik Öztrak, kriz sırasında Kemal Derviş ile birlikte IMF yetkilileriyle gerçekleştirdikleri toplantılarda kendilerine anlamsız dayatmalar getirildiğini söylüyor. IMF yetkililerinin bir ara daha da ileri giderek, "Gidin ihtiyacınız olan parayı NATO'daki ortaklarınızdan teker teker isteyin." dediğini söyleyen Öztrak, Kemal Derviş'in bu duruma çok sinirlendiğini aktarıyor. Öztrak, "Böyle bir şeyin kabulü imkansız. Çünkü herhangi bir ülkeden borç istediğinizde size parayı çıkarları ile birlikte verecektir." diyen Öztrak, IMF'ye 'Türkiye'nin bu halinde IMF politikalarının da rolü var' diyerek işbirliğine zorladıklarını kaydetti. Öztrak, IMF'nin şartlarının o dönem diğer birçok alternatife nazaran en iyisi olduğu görüşünde: "En düşük faiz oradaydı çünkü. Anlaşmanın şartlarını da büyük ölçüde Türk bürokratlar yazdı. Bunlardan biri de bendim. Tabii ki IMF'nin birçok talebi oldu. Krizin başından itibaren birçok şey dayatılmak istendi. IMF'nin emrine girilmedi." Şu an CHP genel başkan yardımcısı olan Faik Öztrak, kriz yılını özetlerken, "Ertesi gün belli ödemeler yapılacak, bunlar nasıl yapılacak diye düşünülüyordu." ifadelerini kullanıyor. Öztrak, 2001'deki krizin ve 2008 küresel krizinin temellerinin farklı olduğuna işaret ediyor. O günlerde hükümet bir türlü ne yapacağına karar veremiyordu. Türkiye'ye duyulan güven sarsılmıştı. Dünyada da ciddi sermaye erimesi, likidite çekilmesi yaşanıyordu. Kamu bankaları ciddi sıkıntı içine girmişti. Bu sıkıntı özel bankalara da sirayet ediyordu. BDDK yeni kurulmuştu, bir türlü faaliyete geçemiyordu. Öztrak, problemin sadece Türkiye'de olmadığını, küresel sermayenin de dibe vurduğunu kaydediyor.
Öztrak, bugün ortaya çıkan güçlü bankacılık sisteminde, o günkü ağır bedellerin rol oynadığı kanaatinde. O dönemki ağır bedeli belli kesimin üstüne yıkmamak için çabaladıklarını ve krizi Türkiye'ye adil şekilde paylaştırmak istediklerini ifade eden Öztrak, "Sendikalarla, işverenlerle, esnaf örgütleri ile görüşülüyordu. Tüm kesimlerle çaba sarf ediyorduk." diyor.
Yazarkasa eylemcisi: Krizde evimi sattım, şimdi iki dairem var
19 Şubat krizi, iş hayatının her alanını adeta felç etmişti. İşyerleri kepenklerini indirirken, milyonlarca kişi ekmek kapısını kaybetmişti. Krizin tetiklenmesinden yaklaşık 3 ay sonra 4 Nisan'da yaşanan bir olay, çöküşün simgesi haline gelecekti. Başbakan Bülent Ecevit'in, arabasına binmek üzere Başbakanlık binasından çıktığı bir anda "Sayın Başbakan'ım, ben bir esnafım." diye seslenen bir vatandaş, yazarkasa fırlatmıştı. Tarihî olaya imza atan adam, 6 bin dolar borcu bulunan ve kurun yükselmesi sebebiyle borcu bir anda katlanan Ankaralı esnaf Ahmet Çakmak'tı. Şimdi bir işyerinde işçi olarak çalışan Çakmak, Türkiye'de dünün çabuk unutulduğu görüşünde. Krizden yıllar sonra Zaman Gazetesi'nin bulduğu Çakmak, 2001 krizinde evi ve tüm birikimini sattıktan sonra 6 bin dolar da borcunun kaldığını vurguluyor. Bugün ise hem evi hem de kiracısı olduğunu belirtiyor. Krizin zor günlerinde tüm eşyaları satmak zorunda kalan Çakmak'ın yaşadıkları, ekonominin yerinde bulunduğu durumu gözler önüne seriyor: "Normal bir hayatımız yoktu. Evime haciz memurları gelip gidiyordu. İki kanepemiz ve bir gardırobumuz kalmıştı. Okula gitmeyen iki çocuğum olduğu için evin ısınması için gardırobumuzu kırıp yakmak zorunda kaldık."
Koalisyon hükümetinin ardından tek parti iktidarının gelmesiyle tekrar ticarete başladığını belirten Çakmak, 2007'deki muhtıra sebebiyle ticareti bırakmış. Çakmak, "Muhtıraya kadar emlakçılık yapıyordum. Her şey çok güzeldi. Evimi almıştım. Ancak ikinci bir krizi kaldıramam diye muhtıra sonrası dükkânı kapattım. Sonrasında bir dönem işsiz kaldım. Şimdi bir işletmede çalıyorum. Emekliliğime üç yıl kaldı. Sonrasında yine ticarete döneceğim." diyor.
Çakmak, geleceğe dair herhangi bir endişe taşımıyor: "Türkiye, 2000'li yıllara girdiğinde üçüncü dünya ülkesiydi. O günden bugüne çok şey değişti. Uzun süre işsiz kaldım. 2001'deki gibi çaresiz değilim. Şimdi ufkumuz var. Ben çocuklarımın ayakta durabileceğine inanıyorum." Başbakanlık'ta yazarkasa eylemiyle kriz döneminin simgesi haline gelen Ahmet Çakmak, bugün 45 yaşında. O dönemde okula gitmeyen çocuklarından biri lisede, diğeri ise ortaokul sonda okuyor. Bir işletmede işçi olarak çalışan Çakmak, yaşananların sorumlusu olarak dönemin iktidarını gösteriyor.
Eylem sonrasında Ecevit ile birkaç kez görüşmüş. Eylem yapacağını dönemin Cumhurbaşkanı Sezer ve Ecevit'e telgrafla bildirdiğini anlatan Çakmak, yaşananları şöyle aktarıyor. "Başbakanlık'ta kuş uçurtulmuyordu. Onlar eylemi şubatta yapacağımı düşünüyordu. Ben ise uygun bir zaman kolluyordum. Başbakanlık'ın girişinde bulunan basın bölümüne girdim. Yazarkasayı kamera ayaklarının olduğu kısma yerleştirdim. Gazetecilere de eylemi yapacağımı anlattım. Ancak onlar, 'Sakın böyle bir şey yapma, seni vururlar.' diyordu. Başbakan'ın çıkışını orada bekledim. O merdivenlerden aşağı inerken de yazarkasayı fırlattım."
Türkiye bir gecede dörtte bir fakirleşti
Türkiye'de krizler her seferinde ilgili iş alanına fatura edildi. 2001 krizinin finans kaynaklı görülmesi, bankacılık sektörünün ıslahını gündeme getirdi. Sektöre direnç kazandırmak amacıyla güçlü bankaların oluşturulması işlemi, zayıflarının tasfiyesiyle gerçekleştirildi. Kamu bankalarının ıslahında görev zararları da dâhil olmak üzere devlete 21,9 milyar dolar fatura edilirken, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) aktarılan bankaların devlete getirdiği yük ise 17,3 milyar doları buldu. Toplam 39,3 milyar dolarlık maliyet, 2002 gayri safi milli hâsılanın yüzde 26,6'sına karşılık geliyordu. Ayrıca ülkenin toplam borç stokunun yüzde 20'sine yakınını oluşturdu.
Yerel krizlerde birçok kişi işsiz kalırken, toparlanma sürecinde çalışanların büyük bölümü geri alınıyordu. Ancak 2001'de finansal sektörün hem restorasyon hem de regülasyonuna gidildiğinden, sektörde istihdam edilen nitelikli insanların önemli bir kısmı geri alınamadı. 2000'de 172 bin 583 olan sektördeki istihdam sayısı, 2001'de 139 bin 459'a geriledi. Bir sonraki yıl daha da düşen istihdam 125 bin 801 oldu. Kriz olduğu sıradaki istihdam seviyelerinin üzerine ancak neredeyse 10 yıl sonra 2010'da ulaşılabildi. Türkiye'de bankacılık sektöründe 2010 sonu itibarıyla istihdam 191 bin 180 kişi. Diğer taraftan birleştirmeler ve kapanmalar sonrasında sektör, banka sayısı azalarak oligopol bir piyasaya dönüştü. Oligopol yapının güçlenmesi ve istihdam daralmasıyla, aranılan niteliklere sahip yedek işgücü piyasası meydana geldi. Uzun yıllar sürecek bu işgücü bolluğu da ücretlerde düşme ve artış azalması sonucunu doğurdu.
Finansın manzarası kıyametten farksızdı
Türk ekonomisi meselelerini öteleyerek 2001 yılına kadar saklayabildi. Anayasa kitabının fırlatılmasıyla problemler ortalığa saçıldı. Kriz patlak verdiğinde Faysal Finans Kurumu'nda çalışan Bank Asya Genel Müdürü Cemil Özdemir, dönemi "Hak etmediğimiz bir ortamda kaldık. Krizin sebebi Türkiye ekonomisinin çökmüş olmasıydı. Batarken bankacılığı da yanında götürdü." sözleriyle özetliyor. 90'ların Türkiye'nin çöküş yılları olduğunu belirten Özdemir, "Ortada banka falan yoktu. Devlet batmış, parayı yüksek faizle bankalar üzerinden toplamaya çalışıyor. Kredi vermek gibi derdi yok. Özünde eğer büyük müşteriniz sağlıklı ise ayakta durursunuz. Büyük müşteri devlettir. O iyi ise siz de iyisinizdir. Aslında devlet, bankaları hortumluyordu." diyor.
Özdemir, 2001'deki Türkiye finans sektörü manzarasını 'kıyamet' olarak adlandırıyor. O tarihte finans kurumlarının ne altyapısı, ne mevzuatı bulunuyordu. Filikaların denize indirildiği bir ekonomide her gün bir banka kapanıyor, koca koca bankaların, EFT'lerini, takasını kapatamaz halde olması sistemin çöktüğünü gösteriyordu. Parasının güvencede olmasını isteyen vatandaş, mevduatlarını çekmek için sıra bekliyordu. Güvenin sarsıldığı yerde bankacılığın devam edemeyeceğinin altını çizen Özdemir, 4 ay boyunca mevduat girmeden para çıkışı yapmaya hiçbir bankanın dayanamayacağını vurguluyor. Bu sürece 1 hafta bile dayanamayan sayısız banka iflasını açıkladı. Özel bankalarda birikimi olanlar, bunları kaybetme endişesiyle şubelere hücum etti. Çözümü, parayı özel bankalardan alıp arkasında devlet olan kamu bankalarına koymakta buldu. Ancak kamu bankaları da takasını kapatamayanlar grubundaydı. Özdemir, vatandaşın 'kamu bankaları batmaz' öngörüsüyle parasını bu kurumlara taşımasa, bu denli büyük bir facia yaşanmayacağı kanaatinde. Para, sadece sistem içinde kalsaydı, bankalar birbirinden destek alacaktı. Bazı büyük müşterilerinin 'Başka bankaya yatırmayacağım, kasaya koyacağım. İşler düzelirse geri gelirim' dediklerini anlatan Özdemir, piyasadaki kredilerini toplayarak parça parça bu paraları ödediklerini belirtiyor. Mevduatın talep edilen yüzde 50'sini geri ödemeyi başardıklarını dile getiren Özdemir, "Kredi verdiklerimize gittik. Mecburen geldik, destek olun dedik. Onlar da paralarını getirip mevduat yaptılar." diyor.
İHALEYLE 20 BİN DOLARA ŞUBE ALDIK, DEVLET DAVA AÇTI
Cemil Özdemir, 2001'de maddi zararından ziyade bilgi birikiminin kaybedilmesinin daha büyük kayıp olduğunu ifade ediyor. "Bunlar parayla kurulmaz. Zaman ve emek ister. Sağlıklı tutarsanız kıymetlidir. Parayı; edinilen tecrübe, bilgi kazanır." diyor. Faysal'ın 12 şubesi varken Toprakbank şubelerini satın alarak 24 şubeye çıktığını anlatan Özdemir, şubelerin 5 bin ile 20 bin dolar arasında gittiğini ifade ediyor. Şirinevler'deki Koçbank şubesi için ihaleye girme hikâyesini de şöyle anlatıyor: "Şubenin kirası 2 bin liraydı. İhale 5 bin dolardan açıldı. Biz şube cadde üzerinde olduğu için reklam değerini düşünüyorduk. Git imzala al gel, dediler. İhale yükselirken ben 20 dedim. Hayırlı olsun diyerek bıraktılar. Sonradan devlet de 'bu şubeleri ucuza sattılar' diye dava açmış. Almasak çöptü zaten." 10 şubeye 70 bin dolar harcayarak 70 personeli sistemde tutmayı başardıklarını vurgulayan Özdemir, Denizbank gibi hem şube hem de mevduatı alan bankaların da olduğunu hatırlatıyor.
ZAMAN