Üstad Hazretleri arzdan bahsederken “Arz, manevî bir merkez-i âlem… Âlemin kalbi… Kainatın kıblesidir…” diyor. Çünkü KIBLE yani KÂBE , arz üzerinde bulunuyor. Onun için hangi burçta, hangi güneş sisteminde bulunursak bulunalım Dünyaya, dünyadaki Kâbe’ye yönelerek NAMAZLARIMIZI kılabiliriz. İşte onun için, Cenab-ı Hak, kainatta yeri çok küçük olan dünyayı, bütün göklere denk tutuyor. “Halaka’s-Semâvât-ı ve’l-Arz” veya “Rabbü’s-Semâvâtı, ve’l-Arz” buyuruyor. Yani terazinin bir kefesinde Gökler var. Öbür kefesinde Arz var…
Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyor: “Kâbe, yeryüzünün KALBİ durumundadır. O arzın MERKEZİNDEN “SİDRETÜ’l-MÜNTEHÂ’YA kadar insanların, cinlerin ve meleklerin her zaman çevresinde dönüp durduğu öyle, nurdan bir sütundur ki, her an, görünen görünmeyen milyarca temiz ruh, onun harimine ulaşmak için, ciddi bir vuslat arzusuyla can atıp durmaktadır. İşte sadece bu yönüyle Kâbe’ye, yer yüzünde Sidre’nin izdüşümü dense yeridir. Sanki Cenab-ı Hak, umum insanlara ve hususiyle de peygamberlere bakarken, bu ikiliği bizler için gez-göz-arpacık gibi kullanmakta ve değerlendirmelerini ona göre yapmaktadır. Bu bakımdan diyebiliriz ki, Kâbe’nin durumu adeta bir ÖLÇÜ BİRİMİ’dir ve dünyanın varlığı dahil pek çok şey mevcudiyetini onun varlığına göre programlamış gibidir… Evet Kâbe olmasa onların da bir anlamı kalmayacaktır. Nitekim Peygamberimizin bir çok sözünde, KÂBE’nin yıkılması bu hususa işareti de ihtiva eder şekilde kıyamet alâmeti olarak anlatılmıştır. Bunun mânası şudur: “KÂBE’nin YIKILMASI, yeryüzünün gök ile olan irtibatının kesilmesi demektir. GÖKTEN KOPUK BİR DÜNYANIN mevcudiyetinin ise hiçbir anlamı yoktur. Evet madem ki, dünya, onu varlığının gayesine ulaştıracak hedef ölçüsünde bir VESİLE’sini yitirmiştir. Öyleyse, o dünya varlık sahnesinden silinmelidir… Görüldüğü gibi KÂBE, bu hüviyetiyle yeryüzünün ayakta kalabilmesinin tek rüknüdür ve o, MELEKÛTÎ yanıyla hep bu misyonu eda etmektedir. Demek ki, eğer bir gün Kâbe, VARLIK GAYESİNİ yitirirse, gidip aslına avdet edecektir. Bu gerçeği teyid eden bir müşâhedeyi bilhassa arzetmek istiyorum: Müşahede İmam Rabbanî müntesiplerinden bir KUTBA aittir. O zat şöyle diyor: ‘Kâbe’yi tavaf ediyordum. Birden Kâbe’nin göğe yükseldiğini müşâhede ettim. Bir taraftan yükseliyor, diğer taraftan da insanların lâyıkıyla kulluk yapmamalarından şikayetini dile getiriyordu. Eteklerinden tutup yalvardım ve geri dönmesi için istirhamda bulundum…’ Ruhu ve sırrıyla gitmeyip yerinde kaldı mı, kalmadı mı? O ölçüde bir müşahid olmadan bir şey söylemek çok zor…
“Günümüzdeki durum da ondan daha farklı olacağı kanaatinde değilim. Ancak Allah’ın lütfunun enginliğine güveniyorum. Kim bilir belki de, inanan insanların yürekler acısı hali, öyle bir saygısızlığa maruz kalan Kâbe intizarından kaynaklanmaktadır!..”
“İbn-i Arabî Kibrit-i Ahmer’in Peşinde” isimli eserin yazarı Claude Addas hanımefendi diyor ki: “İbn-i Arabînin gözünde, tıpkı kainattaki diğer herşey gibi Kâbe de yaşayan ve işiten bir varlıktır. (…) İbn-i Arabiye göre “Kâbe’nin şerefi aşikar olsa da, hakikatların tecelli mahalli olarak mertebesi Ârif-i billahın altındadır.” Bu tavır karşısında incinen KÂBE ÖÇ ALMAYA KARAR verir. H. 600 M. 1204 senesinin soğuk ve yağmurlu bir gecesinde M. İbn-i Arabi, Harem-i Şerif’te tek başına TAVAF etmekteyken, Kâbe onu ezmekle tehdit eder. (Bunu şöyle anlatır: ) “Kâbe’ye bakıyordum. Örtülerini sıyırdığını ve temellerinden yukarı doğru yükseldiğini gördüm. Kâbe’nin ŞAM rüknüne geldiğim zaman beni fırlatıp atmak üzere hazırlanmaktaydı. Kulağımla işittiğim sözler söyleyerek beni tehdit ediyordu. Korkmuştum. Allah bana onun hoşnutsuzluğunu gösterip ve öfkesini göstermişti ve oradan ayrılmıyordum. Darbelerinden korunabilmek için duvarın arkasına saklandım, böylece onunla benim aramda bir kalkan olmuş oluyordu. Vallahi Kâbe’nin şöyle dediğini işitebiliyordum: “Yaklaş da sana ne yapacağımı gör! Benim mertebemi ne kadar küçülttün. Adem oğlunun mertebesini ne kadar yükselttin. Arifleri benim fevkimde tuttun! (…) Öfkesini yatıştırmak üzere ona irticalen şiir okudum. Ben onu övdükçe yavaş yavaş yatıştı ve yeniden temelleri üzerine döndü.”
Evet, bizler o mübarek Kâbe’yi sadece taştan topraktan ibaret bir şey zannetmeyelim.