Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin'in yazısı
PROF. DR.OSMAN ŞAHİN
ZORLU DÖNEMLERLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI 2
Hizmet insanlarını davalarından vaz geçirmenin en önemli bir yolu, onların ümitlerini kırarak ye’se düşürmektir. Şeytanların da en çok kullandığı yöntemlerden bir tanesi budur. İnsanlar ümitlerini kaybedince mücadele azimlerini yitirirler ve yolda kalırlar. İçinde bulundukları durumdan kurtulup tekrar doğrulabilmek için gerekli olan enerjiyi bulamazlar.
Bu yüzden, Kur’an’da, sürekli olarak Allah’ın rahmeti ve kudreti hatırlatılmakta, ümitsizliğe girmenin caiz olmadığı ve “Allah’tan (Allah’ın rahmetinden) ümidinizi kesmeyiniz” denilerek, Cenab-ı Hakk’ın hem kudretine hem de rahmetine dayanarak mü’minlerin hareket etmeleri gerektiği nazara verilerek emredilmektedir.
Günümüzde İslâm Dünyası diye bilinen dünyanın tembellik ve çalışmama zindanına neden düşüldüğü sorusuna verilen cevapta ilk sebep olarak en şiddetli bir düşman olan yeis (ümitsizlik) gösterilmektedir:
“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat (hayat mücadelesi) meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı “ümidinizi kesmeyin” (39/53) kılıncını istimal ediniz.” (Münazarat)
Hayatta başarılı olabilmek, ulaşılmak istenen hedeflere varabilmek için en önemli vesile ümitli olmak ve böylece şevkle yola devam etmektir.
Nakşibendi tarikatında dünyayı terk, ahireti (ukbayı) terk, kendini terk ve bu terk ettiklerini dahi hatırlamamak şeklinde terk etmek dört önemli esastır. Enaniyetlerin zirve yaptığı, ahireti bildikleri halde dünyanın ahirete tercih edildiği bu benlik ve enâniyet asrında buna muvaffak olabilmek çok zor olduğundan, Hazret-i Bediüzzaman, bunlara mukabil, terk etme yerine, sımsıkı sarılmak gereken dört şey ortaya koymaktadırlar:
“Bediüzzaman hazretleri bugünün insanın zaaflarını bilerek.. dünyayı ukbâya tercih etme zaafını.. şahsına çok önem verme zaafını.. enâniyet zaafını (…) nazar-ı itibara alarak diyor ki:
“Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çiz: fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-i mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!” Tetimmesi, hâşiyesi de “tefekkür” ve “şefkat”. “Benim yolumda da dört şeye sarılmak lazımdır.”
Orada “terk”, burada “sarılmak. “Lâzım-âmed” diyor, “lazımdır” o.” (Hizmet’in Altı Esası)
Mutlak manada aciz ve fakir olduğunu anlayan bir insan, nihayetsiz kudret sahibi bir Kadir’e ve nihayetsiz rahmet ve zenginliğe sahip olan Allah’a dayanacak ve böylece en zayıf ve fakir bir halden sıyrılıp nihayetsiz güç ve kuvvete ve sermayeye sahip olabilecektir.
İşte bu idrak ile hareket eden bir kulun, karşılaştığı hadiseler karşısında bozguna uğraması veya ümidini kaybetmesi söz konusu değildir, tam tersine, en zorlu şartlar altında bile şevkle vazifesine devam edebilecek bir duruş sergileyecektir:
“
Hazreti Pîr’in yolu. Ne kadar açık?!. Ne kadar net?!. Ne kadar kulun acz ve zaafına yakışır, numarası-drobu uyar bir şey?!. Ne kadar O’nun azametine muvafık bir gerçek, bir hakikat?!. “Allah, Allah! Ben bu kadar âciz, bu kadar fakir olduğum halde, böyle çağlayanlar gibi her şey; niam-ı (nimetler) İlahiye akıyor karşımda. Artık niye ye’se düşeceğim?!. Niye bu mevzuda inkisâr yaşayacağım ki?!. Şevk içinde hep götüreceğim bunu, götürmeye çalışacağım!.. -İşte biraz evvel ifade edildiği gibi- “meyelân”, “meyelândaki tasarruf”, “kader denk” deyip yürüyeceğim, Allah’ın izni ve inâyetiyle. Madem damlayı derya yapıyor, zerreyi Güneş yapıyor O; o zaman, şevksizlik bende Allah’a karşı saygısızlık olur. Hep şevk içinde olmalıyım!..
Şu anda bile… Balyozlar başımıza inip-kalksa, zindan kapıları ardına kadar, kale kapıları gibi açılsa, insanın en önemli hukukunu ifade eden usûl-i hamse ayaklar altına alınsa da… Bazı usûliddin ve usûl-i fıkıh uleması, usûl-i hamseye (Beş temel şey) bir de “hürriyet”i ilave ediyorlar. Hazreti Pîr de hürriyet üzerinde ısrarla duruyor: “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” diyor. Öyleyse “usûl-i hamse” değil, bir de hürriyet, “usûl-i sitte”.
Evet, haklar elinizden alınacak.. insanî haklardan mahrum edileceksiniz.. hatta çok yerde Allah’a karşı yapmanız gerekli olan vazife-i ubudiyette zorlanacaksınız.. belki abdest alma imkanı bulamayacaksınız.. zikr u fikirde bulunduğunuz zaman, rahatsızlıklarını izhar edecek, engellemeye çalışacaklar…
Bu türlü şeylere maruz kalsanız, her şeyiniz elinizden alınsa, yine de mutlak bir şevk içinde bulunmalısınız. Madem acz-i mutlaka, fakr-ı mutlaka öyle bir teveccüh var; bize düşen şey de şevk-i mutlak içinde o güzergâhta, O’na doğru gitmek ve katiyen ye’se düşmemektir… “Yeis, mani’-i her kemaldir.”
Katiyen ye’se düşmemeli, inkisâr yaşamamalı; acz u fakra o kadar eltâf-ı Sübhâniyede bulunan Allah’ın o eltâf-ı (lütuflar) Sübhâniyesi karşısında, hiçbir şey yokmuş gibi davranmalı!..” (Hizmet’in Altı Esası) Bu iman ve şuurla hareket eden insanlar karşılarına çıkan hadiseler ne olursa olsun, ümitlerini korurlar, bütün sebepler elinde olan ve her şey O’nun nihayetsiz ilmi, kudreti ve iradesi ile gerçekleşen O Zat’a (CC) dayanarak şevkle hizmet etmeye ve davasına sahip çıkmaya devam edeceklerdir.
Ama bunlardan mahrum olanlar ise, Hz. Musa’ya kavminin dediği gibi “Sen ve Rabbin gidip savaşın biz burada oturuyoruz” diyecekler veya “Sen gelmeden evvel de geldikten sonra da hep biz ezâ çekiyoruz!” diyerek hep hallerinden şikâyet edeceklerdir.
Bu iman ve şuura sahip olanlar, başlarına gelenlerin başıboş olmadıklarını, belli bir plan ve takdir neticesinde geldiklerini, imtihanlara tabi tutulduklarını ve neticeleri itibarıyla çok büyük hayırlara ve güzelliklere vesile olacaklarının farkında olarak hareket edecekler ve aşk ü şevkle, gayretle, azimle yollarına devam edecekler, Hak yolunun yolcularına büyük bir ümit ve güç kaynağı olurken, şer (kötülük) yolunun temsilcilerinin oyunlarını bozarak onların planlarını boşa çıkaracaklardır.
“Siz onların dedikleri gibi demeyecektiniz; “Allah’a binlerce hamd ü senâ olsun ki, peygamberlerin yolunda, peygamberlerin başına gelenler, başımıza geliyor.” diyecektiniz.
Evet, antrparantez bir şey arz edeyim: Dünya çapında, aklı başında ulemâ-i benâmdan büyük bazı kimseler -isim vermeyeceğim- meseleye bu zaviyeden yaklaştılar. Ezher’deki büyüklerden.. Fas’taki büyüklerden.. Afrika’daki başka büyüklerden bazıları dediler ki: “Hizmet, böyle devasa adımlarla inkişaf ederken, ‘Yahu bir istidraç olmasın bu mesele?!. Çünkü bunun onda biri kadar bir hizmet yapanlar, on katı cezaya maruz kaldılar, on katı balyozlandılar, on katı insanca yaşama hak ve hürriyetinden mahrum edildiler. Bunlara bir şey olmadığına göre, başlarına bir şey gelmediğine göre, acaba işin içinde bir bit yeniği mi var?!.’ diye düşünüyorduk. Vaktaki başınıza zâlimlerin eliyle bu türlü musibetler gelmeye başladı, o zaman doğru yolda yürüdüğünüzü anladık!..”
Nitekim “Belanın en çetini, en zorlusu ve en amansızı başta enbiyaya, sonra da imanının derecesine göre diğer mü’minlere gelir.” buyuruyor Hazreti Ruh-u seyyidi’l-enâm. Başına hiçbir şey gelmeden zirveyi tutan haksızlar, nâdanlar, esasen onlar, hallerinden utansınlar. Siz, bu türlü şeylere maruz kaldığınızdan dolayı, “Hamd olsun Allah’a; ehl-i dalalet ve ehl-i küfrün ahvâli dışında, O’nun verdiği her şeye hamd olsun!..” mülahazasıyla, “Gelse celâlinden cefa / Yahut cemâlinden vefa / İkisi de câna sefa / Lütfu da hoş, kahrı da hoş.” deyip yürüyün O’nun yolunda!.. Şevkinizde bir inkisâr yaşamayın!.. Şevk kırılmasına maruz kalmayın acz-i mutlaka, fakr-ı mutlaka terettüp eden şeyler karşısında.
İşte, Cenâb-ı Hak, böyle bir şevk vermişse, şahlanmış bir küheylan gibi mahmuzlanmadan bile sen son sürat, kalbin durasıya koşuyorsan şayet, onu veren de O (celle celâluhu). O zaman da sen, hep şükredip duracaksın… Nimet, sana gelsin gelmesin, ulaşsın-ulaşmasın, sana o nimetlerin gelebileceği bir makamdan gelen şeyler karşısında; “Allah’a hamd olsun, minnet Allah’adır” diyorsun…”
(Hizmet’in Altı Esası)Başlarına gelen şiddetli olaylar karşısında acz ve fakrlarını iliklerine varıncaya kadar hisseden hizmet insanları, O’na (CC) dayanıp itimat etmekten başka hiçbir çıkar yol, kurtuluş ve başarı sebebi olmadığının şuuruna tam olarak vararak, asıl güç ve kuvvete ulaşırlar ve bu idrak ve anlayış onlarda aşk ve şevkle hizmet etme düşüncesini besler ve yaşadıkları olaylar ne kadar çetin ve zor olsa da hiçbir şey olmamış gibi hizmetlerine devam ederler.
İnşallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim…