''Güzel çocuk, Minik Ahmet, Kara Efe, minicik halinle bir mücadele verdin, ne kadar bikaç arkadaş yazıp uğraşsak da esas mücadeleyi sen verdin.''
Minik Ahmet ölüm orucunu bıraktı, artık güç sende Kara Efe!..
1950’lerde teknoloji çok gelişmediğinden Nazım Hikmet’in eşi Münevver Andaç yakın takiple polislerle iç içeydi. Yıllar sonra annem anlattı, Münevver teyzeyle Memet bize gelirken Memet’i kimileyin polislerin omuzunda görürlermiş. Düşündüğünüzde ilginç gelecek ama o kadar dışlanınca çocukken arkadaşınız bile onlar oluyor.
Eski kayıtlar duruyor mudur acaba, Ahmet ve Mehmet Altan’ın, benim ve Ali’nin “Ingaaaa” sesleri duruyor mudur hâlâ. Ali 5 yaşında küfretmek zorunda kaldı sünnetçi Kemal Özkan’a babam gibi onu da hapse göndereceğini söylediği için, ben 10 yaşımda 2 kez sınıftan kovuldum babam gözaltına alındı diye, Hayrettin yada Emre Belli Galatasaray Lisesi’ne alınmadı Mihri amca aranıyor diye.
Buna benzer çok olay var, kimileyin bir araya gelsek de anılar kitabı yazsak diyorum kendi kendime, Aziz Nesin’in mizahi satış rekorunu kırardık. Son, Ruhi Su’nun cenazesinden gözaltına alındığımızda Hayrettin Belli, ben ve Dürnaz Akşit cenaze lideri ilan edilmiştik K masası şefi Mete Altan tarafından. Cenazeden örgüt çıkartamayınca aile dostları örgütü oluşturmuşlardı. Şaka değil, 12 Mart darbesine denk gelseydi Denizleri bırakır bizim üçümüzü asarlardı.
Bunları durup dururken yazmadım, kanser hastası Minik Ahmet’i babaannesiyle geldiği Köln’de ziyaret ettiğimde hepimizin küçüklüğünü gördüm onda. Biliyorsunuz, namı diyar Kara Efe Ahmet’in babası hapiste, annesi serbest ama 5,5 ay ceza almış, mahkeme istinafta devam ediyor.
Almanya Köln’de bir sağlık merkezi var, burası hastahane değil, belli konuda uzmanlık merkezi. Son sınıfta yada stajyerken genç bir doktor kansere yakalanıyor, az ömrü kaldığı söyleniyor ve o da sonuçta değişik metodlarla kendisini tedavi ediyor ve sonra bu merkezi geliştiriyor. Raporları inceledikten sonra Ahmet’in de iyileşeceğine inanıyor ve kabul ediyor.
Zekiye Ataç oğlunu ikna ediyor, yanına geleceğini söyleyerek babaanneyle Ahmet’i yolluyor. Tedavi başlıyor ama anne Zekiye Ataç gelmiyor, daha doğrusu gelemiyor ama o yaşta Minik Efe’ye bu nasıl anlatılır ki, “Oğlum bak faşizm böyle bişeydir” diyecek durumu yok kimsenin.
Köln’de Kara Efe’yi görmeye giderken bir gazeteci kimliğimden çok demokrat kimliğimle gitme kararındaydım. Bir insanın, hele de bir çocuğun hasta olduğunu bilmek başka bişey, kanserli bir çocuğu gözlerinizle görmek başka bişey. Kilitleniyorsunuz, sarılamıyorsunuz, ilk kez gördüğüm bir çocuğun kokusunu çekmeye çalışıyorum sadece.
Yanında kaldığı aileyle sohbete daldım, Kara Efe sanırım komedi seyrediyordu, arasıra gülüşmeler geliyordu. Meğer Kara Efe protestoya o zaman başlamış, 2 hafta geçince ve annesi Zekiye Ataç gelemeyince Ahmet yememeye, yese de çıkarmaya başlamış. Protesto mu değil mi bilemem ama psikolojisi gitmiş, çünkü annesi telefon ettiğinde artık konuşmuyor.
İşte o an bizlerin çocukluğuna gittim, darbelerde mahvolan bütün ailelerin çocukları geldi gözümün önüne, baskılarla çocuklar DEMOKRATLAŞTIRILIYORLAR. Aradan 2-3 gün geçti, telefon ettim Kara Efe’nin sağlığını sormak için, meğer bilet alınmış, 2 haftalık boşluğu annesinin yanında geçirecekmiş.
İşte o an içim cızzz, etti, bu iktidarın çocuğu da tekrar geri göndermeme olasılığını düşünmeye başladım hemen. Ve dediğim gibi oldu, Kara Efe annesi olmadan gelmeme kararı aldı, ben dahil kimse yazamadı ama Ahmet Ataç kendince ölüm orucuna yattı.
Çok detay yazamıyorum, çünkü gerçekten kötü oluyorum.
Güzel çocuk, Minik Ahmet, Kara Efe, minicik halinle bir mücadele verdin, ne kadar bikaç arkadaş yazıp uğraşsak da esas mücadeleyi sen verdin. Yazıyı yazdığım an uçaktasın, şimdi bu zaferle sadece ve sadece tek işin var Ahmet, iyileşeceksin, bütün gücün ve inancınla savaşacaksın. Sana hepimiz inanıyoruz, artık GÜÇ SENDE Ahmet, mücadeleni sakın ola ki boş çıkarma. Bütün sevgimi ve enerjimi gönderiyorum sana, belki 2-3 ay sonra sana getirdiğim kitabı konuşur, güleriz.