Barack Hussein Obama ne vakit büyük beklentileri harekete geçiren bir konuşma yapacak olsa, konuşma dinlendikten sonra insan şöyle bir düşünüyor; ‘Burada yeni olan, bilinmeyen ne var acaba?’ 20 Ocak günü Amerikan Kongre binasının önünde Başkanlık Andı’nı içtikten sonra dondurucu soğukta saatlerdir onu bekleyen on binlerce kişiye hitap ettiği vakit de bu düşünce zihinlerde uyanmıştı.
Sonraları Obama’nın o konuşmasının ‘tarihi’ nitelikte olduğuna çok kişi hükmetti.
Benzer bir durum, 6 Nisan’da Ankara’da TBMM’de yaptığı konuşmada biz Türkler için de
geçerliydi. Herkesin aklında Bill Clinton’un 1999’da TBMM’de yaptığı Türkiye’de büyük heyecan uyandıran o konuşma vardı. Pek kimse George W. Bush’un 2005’te Galatasaray Üniversitesi bahçesinde, Ortaköy Camii ve iki kıtayı birbirine bağlayan Boğaz Köprüsü fonu önünde yaptığı konuşmayı aklına getirmedi bile. Oysa, Bush’un konuşması Clinton’un konuşmasının karbon kopyası gibiydi. Obama’nın konuşması Clinton ile karşılaştırıldı. Farklı algılamalar oldu. Tekrar tekrar okunduğunda, onu da ‘tarihi’ konuşmalar kategorisine sokacaklar herhalde bulunur.
Amerika’nın ilk siyah yani Afrikalı-Amerikan Başkanı’nın dün Kahire’de yaptığı konuşma kadar, tarihte pek az konuşmaya önem biçilmiştir. Obama, daha Başkanlık kampanyasının ilk döneminde Başkan seçildiği takdirde ‘bir Müslüman başkent’ konuşacağına ve ‘Müslüman dünyaya önemli mesaj’ vereceğine dair söz vermişti. O sözünü dün Kahire’de yerine getirdi?
Nasıl bir konuşmaydı?
Konuşmacı Obama olduğuna, çok iyi metinler hazırladığına ve güzel konuştuğuna göre ‘iyi’ bir konuşma olmaktan başka bir şansı olamazdı konuşmanın.
‘Tarihi’ bir konuşma mıydı?
Bunu ilerde, ilerden geriye baktığımız vakit değerlendirebileceğiz.
Ama hiç kuşkusuz, konuşan Obama, konu ‘ABD-İslam’ üzerinde odaklandığı için ‘çok önemli’ bir
konuşmaydı.
***
‘İddialı’ konuşmanın bence en güzel bölümü ‘en iddiasız’ sözleri, alçakgönüllülükle geçirdiği ana
ilişkindi. ‘Buraya, Amerika ile dünyanın her yanındaki Müslümanlar için karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygıya ve Amerika ile İslam’ın birbirlerini dışlamadıkları, rekabet içinde bulunmadıkları, bunun yerine örtüştükleri ve adalet ve ilerleme, hoşgörü ve tüm insanların onuruna ilişkin ortak ilkeleri paylaşıyor
olmalarına dayalı yeni bir başlangıç yapabilmek amacıyla geldim’ dedi ve şöyle devam etti:
“Bununla birlikte değişimin bir gecede gerçekleşmeyeceğinin farkındayım. Hiçbir konuşma ardında yıllar bulunan güvensizliği ortadan kaldıramaz ne de bizleri bugüne götüren tüm karmaşık sorunlara benim bir cevabım var. Ama ileri doğru yol alabilmek için yüreğimizde taşıdıklarımızı ve çoğunlukla kapalı kapılar ardında söylenenleri açıkça dışa vurmamız gerektiği kanısındayım. Birbirimizi karşılıklı dinlemek için süregelen çaba göstermeliyiz ve birbirimizden öğrenmeli, birbirimize saygı göstermeli ve aramızda bir ortak zemin aramalıyız.”
Obama, bir ve ‘tek süperdevlet lideri’nden duyulmaya pek alışık olunmayan bu gerçekten ‘alçakgönüllü’ vurgusunun hemen ardından Kuran’dan ‘Allah’ı bil ve her zaman doğruyu söyle’ mealindeki bir ayete gönderme yaptı. “Yapmaya çalışacağım budur yapabildiğim kadarıyla doğruyu konuşmak” dedi.
Konuşmasının tüm ruhuna, bu bölümdeki ‘alçakgönüllülük’ koyu biçimde nüfuz etmişti. Başka hiçbir neden olması bile, bence, tek başına bu nedenden ve konuşmacının
sıfatının ‘Amerikan Başkanı’ olmasından ötürü gayet doyurucu, derin ve kendisinden beklenen
ölçüler de ‘felsefi’ bir konuşmaydı.
***
Barack Obama’nın konuşmasının şu bölümlerinin, konuşmasında atıf yaptığı ‘Medeniyetler İttifakı’nın ortağı Türkiye’nin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı fevkâlâde memnun edeceği kanısındayım:
“... Amerika’daki özgürlük bir insanın dinini yaşaması özgürlüğünden ayrılamaz. Bu nedenle birliğimizin her eyaletinde bir cami var ve sınırlarımız içinde 1200 cami bulunuyor. Bu nedenle ABD hükümeti kadınların ve kızların başörtüsü giymelerini korumak ve bunu yasaklamaya kalkanları cezalandırmak için mahkemeye başvurmuştur.”
Bir de şu bölüm:
“... Aynı şekilde Batılı ülkelerin Müslüman yurttaşlarının dinlerini istedikleri şekilde yaşamalarını önlemekten yani bir Müslüman kadının ne giyeceğini ona dikte etmekten vazgeçmeleri önemlidir. Liberalizm iddiasını arkaya alıp herhangi bir dine karşı husumeti gizleyemeyiz.”
Türkiye’nin ‘geleneksel laikleri’nin -hadi Jakoben laikler dememiş olalım- Amerikan Başkanı’nın bu yaklaşımından hoşnut kalmayacaklarını düşünmek mümkün. Ancak, ‘kadın hakları’nı erkeklerle eşitleyen önemde algılayarak özel bir vurguyla değerlendirdiği
bölümler ise, muhtemeldir ki bazı ‘bağnaz Müslümanlar’ı fena halde rahatsız etmiştir.
Obama’nın konuşmasının en çarpıcı yönlerinden biri, çok ciddi bir ‘demokrasi açığı’ bulunan Müslüman ülkelerin rejimlerinin konuşmasını yaptığı -Mısır dahil- tüylerini diken dikecek cinsten yaptığı ‘demokrasi vurgusu’ydu. “Amerika herkes için en iyisinin ne olduğunu bildiği iddiasında bulunamaz” dedikten sonra “Ama tüm insanların belli şeyleri arzuladıklarına ilişkin sarsılmaz bir inancım var; düşüncelerinizi ve nasıl yönetildiğinizi açıklayabilmek, saydam ve halktan çalmayan bir hükümet, istediğiniz gibi yaşayabilmek hakkı. Bunlar Amerikan ilkeleri değildir. Bunlar insan haklarıdır ve bu nedenle her yerde bunları destekleyeceğiz.”
Şöyle de devam etti:
“Düşünceleri bastırmak onların ortadan kalkmasını başaramamıştır. Amerika dünyanın her yanındaki barışçıl ve hukuka uyan seslere, onlarla aynı görüşte olmasak bile, saygılıdır. Ve tüm seçilmiş barışçıl hükümetleri, kendi halklarına saygılı bir yönetim göstermeleri kaydıyla selamlıyoruz. Bu son nokta önemlidir çünkü bazıları demokrasiyi sadece iktidardan uzak bulundukları vakit savunuyorlar. İktidara geldiklerinde ise başkalarının haklarını bastırmakta, ezmekte acımasız oluyorlar. İktidar sahipleri için nerede olurlarsa olsunlar tek bir standart vardır: İktidarınızı baskıyla değil rızayla sürdürmek, azınlık haklarına saygılı olmak, hoşgörü ve uzlaşma ruhuyla katılımcı olmak, halkınızın çıkarlarını ve siyasal sürecin meşru mekanizmalarını partinizin üzerinde tutmak. Bunlar olmadan, tek başına seçimler gerçek demokrasiyi oluşturmaz.”
Amerikan Başkanı’nın konuşmasının siyasi yönlerini bir yana bırakıyorum. En çarpıcı yönleri
‘alçakgönüllük’ten yola çıkan ‘küresel uygarlık’ iddiası ve bunun içinde ‘İslam’ın ve ‘Müslümanlar’ın ‘olmazsa olmaz’ yeri idi.
Konuşmayı daha ‘önemli’ ve belki de ‘tarihi’ yapacak ne olabilir ki?
ABD’nin siyah Başkanı Barack Hussein Obama, dünya için bir ‘şans’ olmaya devam ediyor...