Ali Bulaç: Birilerinin, Türkiye'yi Ortadoğu anaforunun dibine itmek için gayret gösterdiği açık

Ali Bulaç: Birilerinin, Türkiye'yi Ortadoğu anaforunun dibine itmek için gayret gösterdiği açık
Batılılar ve bizdeki batıcılar “Ortadoğu”yu oryantalist bir anlam çerçevesinde kullanırlar.
Oryantalizm, kendimizi Batılıların gözüyle görmek ve benliğimizi onların perspektifnden idrak etmek ise ortada bir perspektif sorunu var demektir. Batı sanatı perspektife dayandığı için tabiatı ve nesneleri Batılı sanatçının perspektifinden tasvir eder. Bu, sanatı öznel, yanlı, eksik ve tanımlayıcı yapar. Bize “Ortadoğu” diyenler de kendi perspektiflerini bize empoze etmektedirler. Oysa biz “Ortadoğulu” değiliz, kendimizi İngilizlerin merkeze alıp da bize biçtikleri perspektiften farklı bir hakikate sahibiz. Buna rağmen Ortadoğu bir gerçekliktir ancak bu gerçeklik bölgenin asli özneleri tarafından değil, Batılılar tarafından üretilmiştir.

Bölgemiz, ona giydirilmiş bir deli gömleği olan Ortadoğu'nun hayli ötesinde darü'l İslam'dır; gayrımüslimlerin de dinlerine ve gönüllerine göre özgürce, yerine göre siyasi birliğin ortakları olarak güven içinde yaşayabilecekleri Dar!

Türkiye'nin Ortadoğu gerçekliğinin bir parçası olduğu inkar edilemez. Coğrafyamızın yüzde 97'si bölgeye aittir ve eğer bölgeye empoze edilen rejim karakteri diktatörlükler, monarşiler ve seçim sisteminin üstünü örttüğü otokrasiler ise Türkiye tereddütsüz üstü demokrasi, altı otokrasidir.

Bölge hangi dramları yaşıyorsa Türkiye de benzer dramları yaşıyor. Birilerinin, Türkiye'yi Ortadoğu anaforunun ta dibine itmek için özel gayret gösterdiği açık. Bunu bizim basiretsizliğimiz, ferasetten yoksun siyaset anlayışımız da kolaylaştırıyor. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara-Garı'nda onlarca insanın ölümüne yol açan intihar saldırıları, bizleri adım adım Ortadoğu anaforuna hazırlamakta, daha büyük trajedileri kabullenmeye ayarlı duygularımızı biçimlendirmektedir.

Irak, Suriye ve başka yerlerde onlarca insanın bir anda havaya uçtuğu patlamalar karşısında iki tür tepki verildiğini gözlemliyoruz: Biri toplumun katliamları bölgenin “tabii siyaset tarzı” olarak kabul etmeye başlaması; diğeri rakip siyasi kamptakilere bu türden saldırılar yapıldığında sesini çıkarmayıp belki bir ölçüde içten içe sevinmesi. Artık bu türden yıkıcı cinayetleri işleyenlerin değil faillerini bulmak, failleri merak bile edilmiyor. Çünkü failin bilinmesinin herhangi bir önemi yoktur. Çatışan mezhep veya etnik gruplar birbirlerine üstünlük kazanmanın mümkün olan tek siyaset yolunun bu olduğuna kani olmuş bulunuyorlar. Katliamlar sürdükçe herkes kendi mezhebine, etnik grubuna doğru savruluyor; bir süre sonra mezhep ve etnisite kişinin asli kimliği, aslında hapishanesi haline geliyor. Meşru pozitif siyasetin, yerini katliamları hedefleyen gayrımeşru negatif siyasete, yani vahşete terk etmesi bölgenin başına gelebilecek en büyük felaketti, ancak bölge üzerinde “yaratıcı kaos doktrini”ni uygulayan güçler, bölgeye ilişkin tasarladıkları düzenlemeleri maliyetinin tamamı bölge halkına çıkacak şekilde başarıyla yürütüyorlar ve bu güçler, en büyük desteği birbirlerine karşı nefret içinde olan bölge halkından, intikamcı, vahşi gruplardan alıyorlar.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ
15 Ekim 2015 09:09
DİĞER HABERLER