Aman hocam ihtilal mihtilal deyip durma!...

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz bugünkü köşesinde 'Aman hocam ihtilal mihtilal deyip durma!...' yazısını kaleme aldı.
On Dokuzuncu Lem’a İktisad Risalesi’nin İkinci Nüktesi’nde Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir SARAY suretinde ve muntazam bir ŞEHİR  misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı (tad alma duygusunu) bir KAPICI,  sinirleri ve damarları TELEFON ve TELGRAF TELLERİ gibi kuvve-i zâika ile, merkez-i vücuddaki mide ile bir haberleşme vesilesidir ki; ağıza gelen maddeyi o sinirlere, damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa  ‘Yasaktır!’  der dışarı atar. Bazan da bedene menfaati olmamakla beraber zararlı ve acı ise; hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.

         “İşte madem ağzındaki kuvve-i zâika bir KAPICI’dır; mide, cesedin idaresi noktasında bir EFENDİ ve bir HÂKİM’dir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nevinden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren İHTİLALCİLERİ  saray  dâhiline sokmasın.”

         İmam-Hatip Lisesinde okurken bizler  bazı yerlerde vaaz ediyorduk.  Bilhassa Ramazan aylarında Buca Cezaevinde mahkumlara ve bazı camilerde cemaate ben de  vaaz ediyordum. Bir yatsı namazı öncesi İzmir’in Nurukamer Camii’nde konumuz İKTİSAD olduğu için On Dokuzuncu Lem’a’dan aktarmalar yapıyordum Risaleden …  “Sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, KAPICI’ya bahşiş nevinden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren İHTİLALCİLERİ  saray dâhiline sokmasın.”  bölümünü okuyunca, baktım cemaat içinde bir huzursuzluk gördüm. Vaazdan sonra bana dediler ki: ‘Hocam sen ne söylüyorsun öyle? İhtilâl-mihtilal sözleriniz bizim ödümüzü kopardı. Seni ve bizleri alıp götürüp hapisanelere atarlar!..  Ne olur bir daha öyle şeyler söyleme Allah rızası için.”

         Üstad Hazretleri insan vücudu için saray ve şehir misalini verdikten sonra, tad alma duygusunu kapıcıya veya hâkime benzetti…

         Sonra da israfsız uygun bir dengenin kırılması için İKTİSAD  için şöyle bir mukayeseyi önümüze koydu:

         “İşte, bu sırra binâen, şimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi gıdalı, besleyici maddelerden kırk para; diğer lokma, en âlâ baklavadan on kuruş olsa, bu iki lokma, ağıza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsâvîdirlerİ boğazdan geçtikten sonra, vücudu beslemesinde yine müsâvidirler. Belki bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki tad alma duygusunu okşamak noktasında yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar mânasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

         “Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. ‘Hâkim benim’ der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse, onu içeriye sokacak, İHTİLAL verecek, yangın çıkaracak. ‘Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürdün’  dedirmeye mecbur edecek.”

         Şu misalleri veren Üstad Hazretlerinin hayatına bakınca, sadece yaşadığı şeylerden örnekler verdiğine şâhit oluyoruz. Onun için insanların vicdanlarına anlattıkları, yazdıkları tesirli oluyor. Kendisinin yapamadığı hiçbir şeyi başkalarına ‘Haydi siz yapın!’ diye söylememiş. Onu görenlerle görüştüğümüzde anlattıkları, şeyler, yazdıkları ile tıpa tıp uyuyor.

         Üstad Hazretleri bu İkinci Nükte’nin sonunda şöyle bir değerlendirmede bulunuyor:

         “İşte İKTİSAD  ve kanaat, İlâhî hikmete uygun hareket etmektir. Kuvve-i zâikayı KAPICI  hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket  ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, hakikî iştihâyı kaybeder. Çeşit çeşit yiyeceklerden gelen sun’î, yapay ve yalancı bir iştihâ ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.”

         Gerçekten hesapsız kitapsız, ölçüsüz ve dengesiz yaşayanlar israflara bulaşmakla bereketsiz, perhizsiz ve hijyensiz dolayısı ile sağlıksız bir bataklığın da içine düşmüş olurlar. 
09 Haziran 2025 11:52
DİĞER HABERLER