Lübnan’da kaçırıldıktan sonra özel uçakla Türkiye’ye getirilen ve MİT’e teslim edildikten bilinmeyen bir merkezde altı ay işkenceye uğradığı belirtilen Ayten Öztürk, yaşadıklarını anlattı.
Altı ay uğradığı ağır işkenceden sonra polise teslim edilen Ayten Öztürk, DHKP-C üyeliği suçlamasıyla yargılandığı İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı.
Öztürk savunmasında siyah transporter olaylarıyla gündeme gelen Ankara’daki gizli işkence merkezi hakkında bilgiler verdi.
Öztürk, özel uçakla Türkiye’ye getirildikten sonra, kaba dayak, elektrik, cinsel ve psikolojik ağır işkencelere maruz kaldığını anlattı. Yaşadıkları nedeniyle vücudunda yüzlerce yara oluştuğunu ifade eden Öztürk, 40 kiloya kadar düştüğüne dikkat çekti.
10 yıldır Suriye’de yaşadığını belirten Öztürk, Avrupa’ya vizesiz gidebileceği bir pasaport temin etmek için Lübnan’a gittiğini ancak havaalanından apar topar götürüldüğünü söyledi. Kafasına çuval geçirilerek özel bir uçağa bindirildiğini aktaran Öztürk, “Uçaktan indikten yaklaşık 15 adımlık bir mesafeden sonra koştururcasına ve saldırganca beni bir yere soktular. Aynı kişiler girdiğimiz yerde hızla kelepçelerimi açıp, işkenceyle zorla çırılçıplak soydular. Sonra çıplak halde sürükleyerek beni süngerli bir hücreye attılar. Gözlerim hala bağlıydı” dedi.
Bilinmeyen bir merkezde ağır işkenceye uğradığını anlatan Öztürk, yaşadıklarını mahkemede şöyle anlattı:
“İşkence odasına gözlerim bağlı götürülüyordum. Önce üstümü soyuyor, sonra da askıya alır pozisyonda ellerimi duvardaki demir halkalara kelepçeliyorlardı. Çıplak bedenimin hemen her yerine elektrik cihazı ile bastırıp bir süre tutuyorlardı. Bunu yaptıklarında tüm bedenim titreyerek sarsılıyor son sesimle çığlıklar atıyordum. Bayıltıncaya kadar bunu tekrar tekrar yapıyorlardı. Elektrik cihazıyla bedenime bastırdıkları her yerde iki tane yarık gibi noktalar oluşuyordu. Aralarında iki cm olan izler. Tutuklanıp hapishaneye geldiğimde arkadaşlarım vücudumdaki yara bere izini saydı. 898 yara-bere vardı.
Bayılacak hale geldiğimde beni banyo-tuvaletin olduğu yere götürülüp tazyikli suyla işkenceye devam diyorlardı. Saatlerce suyla boğma işkencesi yaptıkları oluyordu. Biri bana tazyikli su sıkacakken diğeri kafamdaki çuvalın içinin su dolması için tutuyordu. O elektrik cihazını suyla boğma işkencesi sırasında da kullandılar. Bazen de kafamdaki çuvalı çıkarıp gözlerimi açarak ağzıma, burnuma su tutuyorlardı. Bir ara yanlışlıkla kapı açıldı. Kafasında maske olmayan sivil birini gördüm. Uzun boylu, zayıf, 45 yaşlarında ince-uzun yüzlü, top sakallı, gözlüklü, hafif kır saçlı, küçük gözlü biriydi. Onu gördüğümü fark edince, hızla kapıyı kapatıp gitti. Onu gördüğüm için işkenceyi artırdılar. Yaklaşık beş saat su işkencesi yaptılar. Günün geri kalan vakitlerinde de hücreye ya da tabut biçimindeki bir bölmede saatlerce ayakta tutuyorlardı.
Tabut denilen yerde hareket etmek imkansızdı. Hücrede ise her fırsatta kapıyı açıp kaba dayak, tehdit ve küfürler oluyordu. En az iki kez çok yoğun bir şekilde özellikle yüzüme ve kafama vurdular. Ağzım, burnum kan içinde kalıp, yüzüm gözüm şişip morarıncaya kadar bunu yapıyorlardı. Serçe parmaklarımdan ve ayak baş parmaklarımdan verdikleri bir elektrik vardı. Parmaklarıma metal bir halka bağlayıp (bantlayıp) uzaktan kumandayla veriyorlardı. Birkaç kez bayılıp ayağa kalkamayacak hale gelmiştim. Elektriğe ara verdiklerinde askıda tutup bedenimin her yerini parmak, sopa ve copla taciz ediyorlardı. Copu cinsel bölgelerime sokmaya çalışıp her türlü ahlaksızlığı yapıyorlardı.
‘Harbi’ dedikleri kalın bir sopayla da tecavüz tehdidinde bulunuyorlardı. Çok ayakta durmaktan soba borusu kadar şişen ayaklarıma copla, sopayla vurup falaka çekiyorlardı. Ayak parmaklarımı penseyle burup kırmakla tehdit ettiler. Elimden üç tırnağımın altına sivri bir şey sokup serçe parmağımı yaktılar. Parmağımdaki yara ve tırnağımdaki iltihap aylarca iyileşmedi. Zaman zaman beni ters çevirip, kafa üstü tutup ayaklarımdan bağlıyorlardı. Bu sırada da ayaklarıma vuruyorlardı. Bedenim iyice güçten düşüp midem bulanınca da indirip bu sefer farklı işkenceler yapıyorlardı. Örneğin şişme bir tekerleğin içine oturtup copla tecavüz girişimleri oldu. Özellikle regl olduğum zaman işkencenin şiddetini artırıp, uykusuz bırakıyorlardı.
Bir defasında ped bantları gözüme tutup midem bulanıncaya kadar saatlerce beklettiler. ‘Bu daha bir şey değil, bizde daha yeni teknolojik yöntemler var. Sana kimyasal veririz gerekirse’ dediler. Bir gün ben askıdayken ne olduğunu bilmediğim bir sıvıyı kolumdan enjekte ettiler. İşkencelerin hemen her aşamasında bulunan bir kişiye ‘Devrim’ diye hitap ediyorlardı. Birine de ‘Hacı’.
Bir gün işkencehanede gözlerimi açtılar. Hepsi kara giyimli, kara maskeliydi. İçeride beş-altı kişi vardı. İşkence odası yaklaşık 2,5x4 metre genişlikteydi. İçeri girer girmez karşıdaki duvarda iki demir halka vardı. Duvarda kan ve isten lekeler vardı. Odanın bir bölümü iki basamak yükseklikte, bu bölümde bir büro masası, arkasında Atatürk’ün başkomutan kıyafetli resmi, sandalye, sehpa vardı. Sehpanın üzerinde kırbaç, cop, sopa, pense, elektrik verdikleri tabancaya benzer cihaz, iki tane de spot lamba vardı.
Bu sırada elime bir ayna verdiler. Yüzüm mor ötesi, kapkara ve şişti. Bedenimin her yeri morluklar, yara bere içindeydi. Bu haldeyken sözde bana insani davrandıklarını ve onlarla işbirliği yapmamı söylüyorlardı. İstediğin kadar para, istediğim yerde yaşam imkanı, kimlik veririz ama önce bizimle işbirliği yapmalısın diyorlardı. Yine onlarla konuşmayacağımı söyleyince beni askıya alıp kırbaçlamaya başladılar.
Her gün şiddeti artıracaklarını ve işkencenin farklı türlerini uygulayacaklarını söylüyorlardı. Konuşacak bir şeyim olmadığı halde kafamı duvara vurup “çıkar kafasının içindekileri, seni motive eden şey nedir? Seni motive eden şeyleri çıkar” diye bağırıyorlardı. Saçlarımı kopartırcasına çekip beni oradan oraya savuruyorlardı. Saçlarımın bir kısmı ellerinde topak topak oluyordu. ‘İstersek kafa derini de yüzeriz’ diyorlardı. Kafamda alnımda, burnumda morluklar, şişlikler oluştu.
Bana bir kez daha serumla ve bedenime, yüzüme sürdükleri krem-jelle müdahale ettiler. Hatırladığım kadarıyla üç gün serum verdiler. Daha fazla fiziki işkence yapmak için beni sözde tedavi ettiklerini söylüyorlardı. Bu tedavi süreci yaklaşık yirmi gün sürdü. Bu süre zarfında günlük olarak işkence odasında maskeli, kısa boylu, yaşlı, takım elbiseli ve kravatlı iki kişi bedenimdeki izleri kontrol ediyordu. Yine günlük olarak konuşup konuşmayacağımı sorup tehditler savuruyorlardı.”
İşkence yapan kişilerin altı ay sonra kendisini açık bir araziye bıraktıklarını söyleyen Öztürk, polis tarafından burada gözaltına alındığını ifade etti. Aylardır tedavi gördüğünü belirten Öztürk, tahliyesini ve beraatini talep etti.