''Uğur Mumcu’nun mahdumundan fikirleri bayatlamış içi geçkin ulusalcı teyzeye kadar bi sevinç, bu bayram havası ulusalcı cephede ki sormayın… Esas mizah ise havuzda''
“Zulüm görmeye alışmış toplumlarda zalim azalmaz.”
(JAMES DORSEY)
Aslında ülkede değişen bir şey olmadığını, deriniyle yüzeyselliğiyle devletin tüm birimlerinin aynen devam ettiğini artık gün aşırı görebiliyoruz. Değişen sadece gücü elinde tutanların kimlikleri.
Önceki vesayetçiler seküler hayatı dayatan katı laik ve ulusalcı zihniyetti, şimdikiler ise bunun tam zıt ucuna konuşlanmış, zalimlikte, tahammülsüzlükte milim farkı olmayanlar.
Hatta daha zalim, daha tahammülsüz diyebiliriz.
Bunu bizzat önceki zalimler de teyit ediyor zaten. Vaktiyle iktidarın kucağına yerleşip her türlü zulmü alkışlamış, ötekine hayat hakkı tanımamış, ancak bugünkü iktidarın savurmasıyla zar zoru bir köşeye ilişmiş olan eskinin zalim maşaları bile, “Biz bile bu kadarını yapmamıştık” diyorlar.
Gerçi diyene değil dedirtene bakmak lazım.
Şurası kesin, dünün mazlumlarının eline güç geçince dünün zalimlerine rahmet okutturacak kadar zalimleşebiliyorlar.
Söz gelimi başörtüsünden dolayı vaktiyle sıkıntı çektiğini her fırsatta ifade eden, ancak bugün reisinin uçağından inmeyen yazar şeysi, kalkıp “Darbecileri konuşturmayın, kafamız karışıyor” diye yazabiliyor.
Yani mahkemeye filan gerek yok Reisimiz başta olmak üzere, biz zaten mahkum ettik, gerisi önemli değil, demeye getiriyor.
Bunlar böyle de eskinin zalimleri, bugünün demokrat kesilen muhalifleri çok mu farklı?
Asla!
En küçük bir olayda bir bakıyorsunuz fabrika ayarlarına dönmüş, en az iktidardakiler kadar faşist ve zalim olabiliyorlar.
Nuray Mert meselesi…
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, o kısım ayrı…
Bi milyon tane yazısı var Nuray Mert’in hoşuma gitmeyen.
Tuzu kuru, Nişantaşı özgürlükçüsü gibime gelir hep. Bir çeşit akademili Gülse Birsel. Zeki ama kendi gündemi var, yetenekli ama seçkinci ve üstenci her zaman…
Bütün bunlar kendi meselesi elbette.
Onun için her şeyi söyleyebilirsiniz ama cesareti hakkında kimse bir şey diyemez.
Kendi bildiği doğruyu her daim takır takır yazan bir kalemdir Nuray Mert.
Cumhuriyetçiler AKHP ve Tayyip faşizmini tattıktan sonra metazorik de olsa ‘bi tık’ demokrat görünmeye çabalarken davet ettiler Mert’i gazetelerine...
Arada homurdananlar olduysa da, onun gibi dört başı mamur iktidar eleştirisi yapabilen solcu pek olmadığı, genelde gaz ve nefret diliyle, iktidar kalemlerinin simetrisi oldukları için renk katmıştı Nuray Mert Cumhuriyet’e…
Adeta ateş püskürüyorlar bir süredir.
Sebebi, özgürlük, demokrasi, insan hakları konusunda ayrı düştükleri için filan değil. Bunlardan dolayı Mert’e tek bir itiraz eden solcu çıkmadı.
Darvin Teorisi’ni kutsal inanç gibi benimsediklerinden midir nedir, Mert bu konuda kendi görüşlerini yazınca bir anda ilahlarına saldırı yapılmış gibi gözleri döndü. Ve nihayet baskı sonuç verdi, Mert’i çalıştığı gazeteden kovdular.
Hem de davul zurna, göbek atarak. Şen şakraktı tüm ulusalcı Türk tipi laikler…
Uğur Mumcu’nun mahdumundan fikirleri bayatlamış içi geçkin ulusalcı teyzeye kadar bi sevinç, bu bayram havası ulusalcı cephede ki sormayın…
Esas mizah ise havuzdaydı.
Muhalif olan en ufak sesi, bırakınız kovmayı, vatan haini, alçak, casus filan ilan edip, ekmeğiyle oynamayı geç, içeri attırmadan rahat etmeyen utanmazlık Müzesi’nin en müstesna köşesine sahip olan Takvim gazetesi şöyle yazdı: “Farklı düşünce kırıntısına dahi tahammülleri yok!”
Evet evet… Bunu yazabildi, hem de hiç utanmadan…
Nuray Mert geçmiş olsun…
Hakikatin ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğu gibi, cesarete sahip insanların da bu tür baskı, yıldırma, sindirme hareketleriyle yok edilebilme gibi bir imkân yok.
Tarih üç kuruşluk korkakları değil, yürekli insanları yazar çünkü.
Tabi biz bunları yazıyoruz ama eminim Yeliz bütün bu olup bitenin farkında bile değildir. Ne de olsa “Kaste” okumuyor kendisi.
Fakat Yeliz annem bak seninle ilgili bir haber yayınladı dünyaca ünlü haber kanalları.
Başlık şu: “En çok Türkler uzayda yaşamak istiyor!”
Nankör işte Türk milleti!
AKP’nin verdikleriyle yetinmediği gibi, yeryüzünde kendine layık memleket bile bulamıyor. Gözü yukarılara dikip çıtayı uzaya yerleştirmiş Türkler.
Dalga geçmiyorum Yeliz inan bana.
Asgardia… Adını İskandinav mitolojisinde tanrı Odin'in hüküm sürdüğü Asgard'dan alıyor. "İlk uzay ülkesi" iddiasıyla ortaya çıktıklarında kısa sürede dünya basınının da ilgisini çekmişti. Kurucusu bilim insanı ve iş adamı Dr. İgor Aşurbeyli, 2016 yılında Paris'te düzenlenen bir konferansla Asgardia'yı kamuoyuna tanıttığında, bu uzay ülkesini "yeryüzündeki diğer ülkelerin kısıtlamalarından tamamen bağımsız, özgür bir ortam" olarak nitelendirmişti.
Biraz fantastik biliyorum ama nasılsa hayal kurmaya ceza yok. Kendi yasalarına göre yaşamayı hedefleyen Asgardia, meteor, uzay çöpü ve diğer tehditlere karşı yeryüzünü korumayı amaçlıyor. İnsanların Dünya yörüngesinde kurulacak devasa bir uzay gemisini andıran bir uyduda konaklayıp çalışması da uzun vadeli hedefler arasında.
Geçen süre içerisinde internet üzerinden yapılan başvurularla Asgardia "vatandaşlarının" sayısı 295 bini geçti. Devlet statüsü alabilmek amacıyla Birleşmiş Milletler'e başvuru için dile getirilen 100 bin sayısı da hızla aşılmış oldu.
Ve sıkı durun, en çok başvuru Türkiye'den geldi. 226 ülkeden gelen başvurular arasında Türkler açık ara ilk sırada yer alıyor ve bu sayı hızla artıyor. Türk "Asgardia vatandaşlarının" sayısı 43 bine yaklaşmış durumda.
Asgardia yetkililerinin bizi tanımadığı belli, böyle vizesiz filan kayıt aldıklarına göre.
Birkaç seçim sonra Reis’in elini yukarı kaldırıp gürlediğini duyar gibiyim:
”Ey Asgardia… Sen kimsin ya kimsin!”
Seyfi Mert