Asırlık belge ortaya çıktı!

Asırlık belge ortaya çıktı!
Tarihçi-Yazar Kadir Mısıroğlu’nun Mehmet Akif Ersoy’a yönelik ağır hakaretler içeren sözlerine karşılık hukuk sürecinin başladığını belirten Argon, açıklamalarda bulundu.
Türk ve dünya tarihine adını altın harflerle kazıyan, büyük düşünür, bilim adamı, veteriner, edebiyatçı, tarihçi, sporcu ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un torunu Selma Argon, Hamit Eteevrans’la konuştu. Tarihçi-Yazar Kadir Mısıroğlu’nun Mehmet Akif Ersoy’a yönelik ağır hakaretler içeren sözlerine karşılık hukuk sürecinin başladığını belirten Argon, çok özel açıklamalarda bulundu. SALDIRI TÜRKİYE'YE YAPILMIŞTIR Argon, Mısıroğlu’na seslenerek bu yaklaşımının çok çirkin ve üslupsuz bir adım olduğunu vurguladı. Argon, “Mehmet Akif’e yapılan bu saldırı Türkiye’ye yapılmıştır. Şu aşamadan sonra hukuk gerekeni yapacak. Bu saldırı torunları olarak da bizi derinden yaraladı. Bu nedenle, Kadir Mısıroğlu hakkında TCK'nın ilgili ceza maddeleri kapsamında "Mehmet Akif'in Aziz hatırasına hakaretten" dolayı Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk" şeklinde konuştu. 100 YILLIK BELGELER ORTAYA ÇIKIYOR Çok yakında Mehmet Akif Ersoy ile ilgili Berlin’de çıkan 100 yıllık belgelerin alınacağı müjdesini veren Argon, Almanya ile gerekli adımların atıldığını vurguladı. İşte Selma Argon’un sorularımıza verdiği cevaplar: Selma Argon'la, Mehmet Akif Ersoy'un hayatını, hayata bakışını, eserlerini, dedesine duyduğu özlemi ve hatırlarını, yeni projesini, ailesini ve hayatının önemli dönüm noktalarını konuştuk. HAMİT ETEEVRANS: Röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederim. SELMA ARGON: Ben teşekkür ederim. Arayıp beni bulduğunuz için... H.E: Açıkçası sizin gibi bir hanımefendiyle hem de Mehmet Akif ERSOY’un torunuyla tanışacağım aklıma gelmezdi. Tüylerim diken diken oldu... S.A: Çok teşekkür ederim. Türkiye çapında oğullar edindim, kızlar edindim. Sizler, hepiniz evladımsınız, ablamın da evladısınız. Diğer kuzenlerim de sağlar, ama bir yerde tek kişi görünmesi gerekiyor ortalıkta. Onların yorulmaması için, ben görünüyorum. Ve çok mutlu oluyorum, ailemi anıyorum, annemi, dedemi anıyorum. Sizlerle birlikte. H.E: Kendinizden bahseder misiniz? Neler yaparsınız? S.A:Annem ve babam ayrıldıkları için ben 5 yaşındayken dayımın yanına gittik. Orada büyüdük. Annem, ablam, ben Tahir dayımın yanına gittik. Rumelihisarı-Çubukluoralar… Çubuklu ilköğretimde okudum, Kandilli Kız Lisesi’ne gittim. Sonra dayımla Susurluk’a gittik. İngilizlerle çalıştı dayım. İngilizce-Arapça biliyordu. Tercüman olarak. Bir, bir buçuk sene orada kaldık. Sonra Heybeliada’da oturduk. Ortaokulu orada okudum. Süreyyapaşa’da oturduk. Sonra Erenköy Kız Lisesi’ne gittim. Ablam evlenip Almanya’ya gitmişti. Ben de bir buçuk yıl onun yanına gittim. Döndüğümde yeni Teğmen çıkmış bir çocukla tanıştırdılar. Âşık olduk ve evlendik. H.E: Süper… S.A: Evet.Trabzon’a tayini çıkmıştı, yeni teğmenin… Trabzon’a gelin gittim sayılır. Dokuz buçuk yıl kaldım. Oğlum orada doğdu, en iyi arkadaşlıklarım orada oldu, hepimiz genciz, hep devre arkadaşlıkları… Rahmetli annem hep yanımdaydı. Sağ olsun bütün hayat boyunca maddi-manevi yardımcım olmuştur. Bir annenin görevi hiç bitmez biliyorsunuz, annem, anneler üstü anneydi, inanılmaz şekilde baktı. Dayımda öyleydi. Hiçbir şeyimizi eksik etmezdi. Karaköy’de İş Bankası’nda çalıştı bir ara… İş çıkışı her gün eli dolu gelirdi. HAYAT ÇOK BASİTTİ Orta halli bir aile fakat hayat basitti çok güzeldi o zamanlar… Şimdi kıyaslarsanız her şey var şimdi, paranız varsa her şey var şimdi. Ama o zaman orta halli insanlar da güzel bir hayat yaşıyorlardı. Çünkü hayat basitti. Televizyon yok, Buzdolabı yok. Tel dolaplar vardı, radyolar vardı. Çok güzel vakit geçiriyorduk. Arkadaşlıklar – dostluklar vardı. Kendi yaşıtımız arkadaşlar vardı, annemin- dayımın da kendi yaşıtı arkadaşları vardı. Dayım, annem neşeli insanlardı. Evde kahkahalar eksik olmazdı. Trabzon’a gittiğimde ise yine sosyal bir hayatım vardı. Türk müziği cemiyetine üye olmuştum Haftada üç gün eşimle beraber gider, müzik yapar, şarkılar söylerdik. Ordunun bazı geceleri olurdu, orada çalardı bazı arkadaşlar. H.E: Kandilli Kız Lisesi’nde okurken, yatakhanenin penceresinden gördüğünüz o manzarayı anlatır mısınız? Neler düşünürdünüz? S.A:10 yaşında Çubuklu İlkokulu bitirdiğimde Kandilli ’ye her gün gidemem diye yatılı okumak durumunda kaldım. Bir iki sene yatılı gittim ağlaya ağlaya… Onlar da benim iyiliğimi istiyorlar, Kandilli ’de okumak bir ayrıcalık. Kızlar için özellikle müstesna bir okul. Annem de aynı okulda okumuş hatta aynı sınıfta… Okulun üst kattı ve oldukça büyük bir yatakhaneydi. Okulun hepsi orada kalırdık. Oradan baktığınızda karşı sahil görünür, çam ağaçları, deniz, şıkır-şıkır. Tabi o yaşta bunları görecek değildim ama aileden gelen bir estetik algısı var. Kışın çok soğuk olurdu. Sobayla ısınırdık. Büyük ablalar bizimle ilgilenirdi. Saçlarımızı tararlardı. Hafta sonu dayım gelir alırdı. Çok mutlu çok güzel günlerdi. Çocukluk mutluluk demektir… H.E: Milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY’un torunu olmak nasıl bir duygu? Bu misyon size neyi yüklüyor ve neyi hatırlatıyor? S.A: Çok güzel bir hediye, Allah tarafından verilmiş. Öyle bir insanın torunları olmak –hep sorarlar bize bunu- hediyedir. “Dedeniz size ne bıraktı”, diye sorarlar. Daha ne bıraksın bize, derim” Büyük bir fazilet timsali. Ahlaklı, Adaletli. Büyük bir kitap… Büyük bir insan onuru bıraktı bize… Onun torunu olmak başlı başına alınacak hediyedir. Mirastır. Katiyen ağırlık değil, büyük bir gurur büyük bir onurdur. Bazen zor oluyor, neden? İnsan olarak türlü zorluklar oluyor, Onun ailesinden olduğumuz için yardım geliyor bu, hem ihtiyacınız var hem de çok üzüyor sizi… Onun adı geçerek size yardım ediyorlar. Yoksa sizi kim tanıyacak, normal bir vatandaşa her dakika kim yardım eder. Öyle büyük bir insanın torunları olduğumuz için, değerli büyüklerimiz yardımlarını esirgemiyor. H.E: Birçok kıymetli eser bıraktı şüphesiz. Ben size has bıraktığı özel bir şey var mıdır onu öğrenmek istiyorum… S.A: Ablamla benim isimlerimizi kendisi vermiştir. Ferda ve Selma... Ferda, yarın demektir. Dedemin yarınlara olan inancına dair. Kendi ismimi de çok seviyorum. Tek çocuk şiiri Ferda Kadına! Adındadır. Tek çocuk şiiridir. Annemiz dayımız vardı Ondan bize kalan… Annem, dayım benim uğurumdu. Onlar gittikten sonra maddi-manevi zorluklar yaşadık. H.E: İstanbul’da şimdi nerede oturuyorsunuz? S.A: Ataşehir’deyiz… H.E: Toplu konut olduğu için İstanbul silüetini yansıtmıyordur… S:A: Değişti artık kalabalıklaştı her yer. Uzun zaman zaten il il dolaştık, eşimin işi nedeniyle. Oğlum 17-18 yaşındayken eşimden ayrıldım. Annem, oğlumla beraber, ablam Almanya’dan sık sık gelirdi. Böylece beraber yaşadık. Annemi 93 yaşında kaybettik. Annemden ayrı kalışım toplasanız 1 seneyi bulmaz. Dayımla ayrılığımız daha fazla tabii, evlendim gittim. Dayım depremi Gölcükte yaşadı ve çok korkmuştu. Eşiyle beraber yanıma aldım. Annemle dayımın arası 45 gün… H.E: Sorulmaz ama ne kadar sıklıkla ziyaret edersiniz, Mehmet Akif ERSOY’un mezarını? S.A: Bazen bir ay, bazen 15 günde bir mutlaka ziyaret ediyorum. Kadıköy’den, Edirnekapı şehitliğe gidiyorum. Duamı okuyorum, merdiveninde oturuyorum. İki dostu yanında yatıyor. Naim Bey ile Süleyman Nazif… Annemi, dayımı ziyaret ediyorum, olayları anlatıyorum. İçimi boşaltıyorum. H.E: Rüyanızda da görür müsünüz? S.A: Dedemi çok gördüğümü söyleyemem ama dayımı görürüm. Ben kendisini göremedim, malumunuz. Bir keresinde rüyamda yüzünü seçememiştim, sarılma isteği doğdu. Annem, tabii hastalığı sürecinde sürekli yanındaydım. 93 yıl boyuca yan yanaydık. Mezarlığa gittiğimde bir buçuk saat kalıyorum işte. Hafiflemiş hissederim. Mezarlıkta kimsesi olmayanlar bile bence şehitleri ziyaret etmeliler. Sakinleşecek, huzur bulacaklar. H.E: Dedenizi görmek ister miydiniz? Ne yapardınız? S.A: İstemez miyim? Dedecim deyip sarılırdım. Ablam çok küçükken, annem onu bir kere Mısır’a götürmüş. Dört yaşındayken. Dedem bir mektubunda yazıyor; Ferda’nın Rukiye’si dışarıda dolaşıyor. Rukiye’nin ne olduğunu bir türlü bulamadık, koyun olabilir, kuzu olabilir. Birine Rukiye ismini takmışlar birlikte. Tahminimce, ya kuzudur, ya tavuk. Şirin bir isimdir Rukiye. Ablamda zor hatırlıyor, birinin tenekeden bir şeyler yaptığını anımsıyordu. H.E: Neler hatırlıyorsunuz başka? S.A: Mısır apartmanında kalırken, hastalığı ilerlemiş halde, ablam onu yine görmüş 10 yaşındayken. Ancak tam anımsayamamış çünkü babam da veteriner hekimdi ve tüm yurdu dolaşıyorduk, İstanbul’a geldiğinde büyük şehirdi yine. Ablam tabi köy hayatına alışmış, şehre alışık değil. Dedemin yanına götürmüşler, Mısır Apartmanına. Hasta haliyle ürkmüş ablam. Daha sonra tabi pişmanlık duydu ablam, yaşı büyük olsa ve ona bir bardak su verebilseydi diye. H.E: Türkiye çok zor günler geçirdi. Dedeniz de bunu Mısır’da yaşadı. Korkuları ve endişeleri vardı. Vatanına milletine büyük öz güvenle sarılmıştı. Yanlış anlaşılmaktan korkan bir insan vardı. Masum… S.A: Zaten biliyorsunuz, içe kapanık, münzevi bir insan. Kalabalıktan hoşlanmayan, büyük gruplara girmeyen, alkışı övgüyü sevmeyen bir insan... İstiklal Marşı okunurken, kaçar saklanır… Dayım da annem de kendisine çekmiş. Onlar da öyle idi. Bütün aile sessiz yaşadı. Ben sesimi yükseltmek zorundaydım çünkü annemi korumak zorunda kaldım. Annem söz konusu olduğunda gözümü karartırım. Bir yaştan sonra annenize anne oluyorsunuz. H.E: Yazdığı mektuplar da var… S.A: Evet. Anneme, dayıma bir de Ferda kadına… H.E: Anıları, hüzünleri nasılmış? S.A: Esprili yanı da varmış. Türkçeye çok hâkim tabii. Burhan Felek, onun için ‘Türkçenin efendisidir’ demiş. Aruz veznini, Türkçeye bu kadar güzel uyarlayan kimse… H.E: Mektuplar söz konusu olduğunda, ne bırakmış, nasıl tasvir etmiş, sizin gözünüzden? S.A: Mektupların daha da çok olmasını isterdim. Sevgili dostlarına yazdıkları var… Çok yazmış çünkü tek iletişim aracı mektup o zamanlar. Annem bir kısmını yok etmiş çok özlüyordu o zaman, bir de kendinden sonra Osmanlıca bilmediğimiz için okuyamayız diye, atılır satılır diye yırttı çoğunu da... Meşhur koleksiyoner Mehmet R.Soydan Bey vardı. O dedemi çok severdi sizler gibi, Mısır’dan bile not defterini buldurdu, getirtti. Dedeme ait kitapları falan buluyor. O bir gün dedi ki, “Elinizde eski Türkçe mektup var mıdır? Üzerinden 70 yıl geçmiş, özel durumu kalmamış, ERSOY’un dede- baba yönünün tanınması için yayalım” Ablam da dedi ki bunlar bize özel, Süleymaniye Kütüphanesi’ne verdik. Onlar güzel bir çalışma yaptı, Firaklı Nağmeler diye isim verdiler. Okuyanlar Mehmet Akif’in bambaşka bir yönünü gördüler böylece. Ulvi bir insan oluşu, temiz oluşu; temiz Tahir efendi derlermiş babasına, bu hem ahlak hem de ruh temizliği… H.E: Burcu neymiş acaba? S.A: O zamanlar kayıt tutulmazmış, 1800’lü yıllar. H.E: Kaç mektup var elinizde? S.A: 45 tane kadar. Bir kitap çıkacak. H.E: Yazılan bu kadar mektuba karşılık, siz de cevap yazmak istediniz mi? S.A: Dedem, Mehmet Akif adında bir kitap çıkarma düşüncesindeyim. Benden, annemden, dayımdan bahsedecek sonra tabii büyük kısmı dedemizden. Siz şimdi güzel de bir fikir vermiş oldunuz. Bu çalışmanın sonunda dedeme mektup diye bir çalışma da olabilir. Güzel olur bu. Size de çok teşekkür ederim, şimdiye kadar cesaret edemediğim bir şey bu… Sizi de kitabımda anacağım… H.E: Rica ederim… S.A: Kompozisyonum iyidir. Dedemden gelmiş bu. Müzikle de aram iyi. O da Neyzen ile arkadaşlığı varmış. Batı müziğini de çok severmiş. Anneme keman dersleri aldırmış. Resim dersleri aldırmış. Dayım tahta oymacılığı yapardı. Değişik süslemeler yapardı. Müthiş estetik ruha sahip insanlardı. Annem, dayım, teyzelerim. Cemile teyzem müthiş İngilizce bilirdi. Feride teyzem nurani bir kadındı. Hakikaten çok güzel çocuklar yetiştirmiş, kendi gibi temiz, sesini yükseltmeyen, içe dönük insanlar. H.E: Yeni nesil olarak, geldiğimiz noktada Mehmet Akif ERSOY’u anlayabildik mi? Benimseyebildik mi? S.A: Mehmet AKİF’i anlamak biraz güç. Çünkü tek yönlü bir insan değil. Derin araştırmalar gerekiyor, çok yönü var. Şair, bilim adamı, aksiyon adamı, vatansever… Teşkilat-ı Mahsusa’nın ajanı olarak görevlendirilecek kadar -Lawrence’e karşılık- bu işlere hâkim birisi. İngilizlerin oyunlarını bozmak için dört kişilik bir heyetle Yemen, Arabistan çölleri… Oralara gönderiliyor. Müslümanları uyarmak için. Lawrence, Arapça bilen, namaz kılmayı-kıldırmayı bilen donanımlı birisi. Ona karşılık bu dört kişilik heyet. Eşref Edip Bey, dedem… El-Muazzama istasyonunda komik bir olay yaşanıyor. Dedem ve arkadaşları -görevli iken- bu tren istasyonunda silah sesleri duyuluyor. Dedem de korku değil de endişe var. Çanakkale’den haber bekliyor. Yanında Eşref Bey Enver Bey var. Gözlerine bakıyor haber geldi mi diye. O ara telgraf geliyor. Arkadaşlarından birinin oğlu vefat etmiş, dedeme gelen telgrafta ise dayımın doğduğu haberi… Küçük Tahir dayım.1906-15 yılları. Dayım 15 doğumlu. O arada üçüncü telgraf geliyor Çanakkale zaferi… Koşarak dedeme haber veriyorlar. Cemal KUTAY çok güzel anlatır bunu, dedem hıçkırarak ağlıyor. Küçük bir yere çekiliyor, sabaha kadar ağladığını işittiklerini söylüyorlar. Sabaha kadar uyuyamamışlar hıçkırık sesinden. Ve orada yazıyor ÇANAKKALE’yi… Düşünün hiç gitmemiş, savaş zamanında. Ama şimdi ben bile okurken sahneler canlanıyor gözümde, nasıl güzel anlatmış. Askerin vurulup yere düşmesi, top sesleri, gümbür gümbür… Allah Allah sesleri… Sanki olayı seyrediyorum… Gençlerde muazzam bir gelişme var, müthiş ilgililer, Kastamonu’ya gittim mesela, küçük çocuklar kucağıma tırmanıyor. Nasrullah Camiini gezdim, davet ettiler beni. Onun kaldığı yeri sokağı gösterdiler. Isparta’da Topkapı’da liseli talebeler keza öyle… İstiklal Marşı’nı ezbere okudular ve bana aşırı ilgi gösterdiler. Şaşırtıcı gelmedi de çok sevindim buna. Tabii öğretmenlerin bunda katkısı çok. Çocuğu merak ettireceksiniz ki çocuk meraklanıp öğrensin bir şeyi… Anlayamadığında lügate baksın. Dedemin yazdıklarını anlamak için lügate bakmaları lazım. Büyüklere, öğretmenlere çok iş düşüyor. Müthiş şeyler gördüm. Şiirlerinden küçük tiyatral gösteriler yaptılar. Kompozisyonlar yapmışlar, dekor yok ama bayrak asmışlar. Isparta’da Üniversitenin Türkçe edebiyat kulübü öğrencileri yine Türkçe’nin önemi hakkında bir seminer yaptılar. Dedem Mısır’da, Türkoloji bölümünde okutmandı. Türkçe öğretiyor, Arapça, farsça değil. Türkçe. Okuma zevki aileden verilir çocuğa, biz öyle büyüdük, evimizin her yeri kitaptı. Şimdi de öyledir evimde, oğlumla beraber kitap okuruz, sessizce bir köşeye çekiliriz, çıt çıkmaz evde. Ablam gazeteleri okur, her yerini. Mesela, ERSOY’un Kastamonu Vaazları diye bir kitap çıktığını bana ablam haber verdi ve öylece haberimiz oldu. Nasrullah Camiinde yaptığı dualar… Çok muazzam. O konuşmalardan etkilenen cemaat milli mücadeleye koşa koşa gidiyor. ERSİZLER KÖYÜ var Kastamonu’nun. Hiç erkeği kalmamış, hepsi savaşa gitmiş. Kadınıyla erkeğiyle… Hasta yatağında sormuşlar, bir daha yazar mısın böyle bir şiir diye, o da meşhur sözdür; Allah bir daha bir daha bu millete ikinci bir marş yazdırmasın demiş. Ne gerek var değil mi, ileri doğru gitmek dururken. Buna başladık zaten. Ülkemiz daha ileri doğru gitmekte. Başbakan-Cumhurbaşkanımızın yerinde olmak istemezdim omuzlarında çok fazla yük var. Meclisimizin. 70 milyonun sorumluluğu onların omuzlarında. H.E: Türkiye şu an ne durumda, geldiğimiz noktada? S.A: Her bakımdan gelişti. Hakikaten. Şu anda daha yükseklerde olmayı hak eden bir ülke… İnsanıyla, çalışanıyla. Ama ben derim ki durmak yok! Bu yeter dememeli. Genci çok olan bir ülkeyiz. Isparta’da üniversitede 50 bin gencimiz var. Düşünün işte. Gençlikte bu vatanın kıymetini bilmeli, nerelerden geldik ne yollarda geçtik. Vatanı korumak için neler çekti büyüklerimiz. Osmanlı’dan bu yana… Bence herkesin gözü vardır, eski niyetler vardır hala. Dikkatli olmalıyız. Tabiat olarak, coğrafik olarak kritik noktadayız. Siyasal olarak birçok ülkenin gıpta ettiği bir ülkeyiz. Birçok ülke örnek alıyor bizi. Türkiye’yi bu kadar yükselmiş olmasını hiçbir zaman istemeyen birçok ülke var. Dolayısıyla gençlerin sorumluluğu büyük… Borçlular. H.E: Son günlerde ERSOY hakkında yapılan kötü-karalama haberleri için ne diyeceksiniz? S.A: Kadir Mısıroğlu haberini bana ilk dediklerinde bir yanlışlık olmalı diye düşündüm. O beyi tarihçi olarak biliyorum, böyle bir şey diyeceğini ummadığım kimse. Youtube’dan izlediğimde bu sefer gördüğüme inanamadım, şaka mı, komplo mu dedim. Şimdi onun savunduğu şu, diyor ki ben Mehmet Akif Ersoy’u eleştiremez miyim? Erişilmez, kutsal biri mi? Evet, eleştirebilirsin ama hakaret etmek ayrı bir durumdur. İnsanı, fikrini, duruşunu beğenmez ve eleştirirsiniz. Bu insanın hakkıdır. Ama iş şahsiyete hakarete gelince olmaz. Ben kendisinden daha zarif şahsına yakışır şeyler beklerdim… Öyle olmadı. Eleştiri kişiyi harekete geçiren bir şeydir. Yapıcı bir şeydir. Herkes aynı fikirde olsa ilerleme yenilik olmaz zaten. Yeni icatlar olmaz yeni fikirler olmaz. Bu durum hakaret… Mecbur oldum ve avukatıma başvurdum. Bize gelen tepkilerde çoktu. Bir şey yapmayacak mısınız diye. Mecbur kaldım. Başkalarının neden sesi çıkmıyor, madem öyle. Herkes tepki verdi. Mehmet Akif, sadece benim, bizim dedemiz olmamalı… İstiklal Marşını Safahat’ına almamış, milletime aittir demiş birisi. Herkes tepki vermeli, sahip çıkmalı. Safahatında da yazdıkları belgesel niteliğindedir. Ne gördüyse onu yazmıştır. Yani, mecbur oldum bu duruma… İnanın üzülerek. Çok üzgün olduğumu belirtmek isterim, keşke o beyefendi böyle bir şey yapmasaydı da bir yerde otursaydık, bana söyleseydi ve karşılıklı konuşsaydık. Çok üzgünüm bu konuda. H.E: Siz üzgünsünüz, karşı taraf değil… S.A: Bilemiyorum. Keşke olmasaydı diyorum. Etrafın tepkisi var bir de. H.E: Son olarak Almanya’daki 100 yıl sonra ortaya çıkan ses kayıt belgeleri var. Biz çok merak ediyoruz, kısa sürede gelir inşallah... S.A: Olağanüstü bir keyif olacak. Siz merak ediyorsunuz ben sınırları aştı merakım. Almanlar disiplinli millet bekliyorum inşallah. Zamanında Hintli Müslümanlara yaptığı konuşmaları kayıt etmişler. Arşivlerinde mutlaka vardır diye umut ediyoruz. Avukatımızla yazışmaya başladık, Alman elçiliği vasıtasıyla, ümit ediyorum. Ne kadar eski olursa olsun bir sestir o. H.E: Ne şekilde ortaya çıkmış bu ses belgeleri? S.A: Berlin’e gittiğinde oradaki esir Hintli Müslümanlara yaptığı konuşmalar. Esirlere iyi davranmak için İstanbul’dan heyet istiyor Alman hükümeti. Dillerini bilen. Dedem ve bir kaç kişi daha. Onlara vazifesi gereği konuşma yapıyor. Tabii hem sesi önemli hem de ne dediği önemli.Yazete
20 Mart 2012 12:35
DİĞER HABERLER