Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, hafta içinde Ergenekon davasında yargılanan bazı komutanları kastederek 'Şükür ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz' dedi. Medya, Arınç ne derse üzerine atlamakla mükellef sayıyor kendini.
Dinlemeden, anlamadan, muhakeme etmeden 'susturun bu adamı' telaşıyla yaklaşıyorlar Arınç'a.
Sözün muhatabı gayet açık: Darbe yapmak için Sarıkız, Ay Işığı, Yakamoz vs. gibi cunta planlarını hazırlamakla suçlanan emekli Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve ekibini kastediyor. Bülent Bey'in Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef almadığını anlamak için büyük bir bilgi birikimine gerek yok. 'Bu paşalar' dediği cuntacılar; TSK değil. Buna rağmen sanki sözün muhatabı TSK'nın tamamıymış gibi yayın yapmak, asker-sivil gerginliğine yol açmak anlamına gelir. Buna sebep olmak da yanlış, bu tuzağa boyun eğmek de. Beğenmeseniz bile söz konusu kişi, bir önceki TBMM Başkanı, yılların politikacısı. Eleştirdiği kişilerse vaktiyle resmen muhatap olduğu kişiler. Görev yaptıkları süre içinde Arınç ile Eruygur bir araya gelmedi mi, demokrasi üzerine sohbet etmediler mi? Demem o ki, büyük bir ihtimalle Arınç, cuntacılıkla suçlanan kişilerle ilgili özel bir atıfta bulunuyor...
Meselenin bir boyutu medyaya bakıyor. Medya ne zaman asker-sivil münasebetlerini masaya yatırsa kışkırtıcı bir rol biçiyor kendine. 'Haydi şu sivillerin ağzının payını verin' şeklinde formülize edilebilecek dar alan paslaşmalarına soğukkanlılıkla yaklaşmak gerekiyor. Özellikle de askerlerin çok daha soğukkanlı yaklaşmaları gerekiyor meseleye. Çünkü hedef ordumuz değil; belli ki ordu içindeki illegal yapıdır.
'Askeri isyana teşvik etmek' askerî bakımdan da suç sayılıyor. Cunta kurarak darbe teşebbüsüne kalkışmak suç olmasaydı Albay Talat Aydemir ve Süvari Binbaşı Fethi Gürcan gibi kişiler idama mahkûm edilmezdi. Demek ki cuntacılık askerî hukuk nezdinde de suçtur. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün bilgi ve emri dışında örgütlenen bir yapıdan bahsediliyor. Gazetecilerle işbirliği yapılarak 'Genç subaylar tedirgin' manşeti atılmıştı o günlerde. Özkök Paşa bir basın toplantısı yapmış '...bu tip haberleri lanetliyorum. Bu tür haberleri yapanların vatan ve millet sevgisinden şüphe ediyorum.' demişti. Eski Genelkurmay Başkanı tarafından lanetlenen bir yapıyı bugün Genelkurmay adına savunmak da doğru olmasa gerek.
Maalesef cuma günleri yapılan ve kısıtlı yayın organlarının davet edildiği basın toplantısında Genelkurmay adına Bülent Arınç'a cevap verildi. Kanaatimce gerek yoktu, çünkü kastedilen TSK'nın manevî şahsiyeti değil; seçilmiş hükümeti devirmek, kaos çıkarmak, askeri isyana teşvik etmek gibi iddialarla yargılanan emekli kişilerdi. Tabii ki mahkeme karar vereceği ana kadar söz konusu şahıslar masum sayılacak; ancak bu, adalete intikal etmiş iddiaları görmezden gelmeyi gerektirmiyor; onları suçsuz ilan etmeyi ise hiç gerektirmiyor. Bu nedenle aşırı alınganlığa gerek yok...
Arınç, kısıtlı sayıda yayın organlarının davet edildiği bilgilendirme toplantısında eleştirilince, bazılarına yeniden gün doğdu ve Arınç üzerinden siyasetçiler bir daha dövülmeye başlandı. Tabii Bülent Bey'in bu durum karşısında sessizliğe bürünmesi mümkün değildi; nitekim kendini savundu: 'Bu ülkenin ordusunun görevleri bellidir. Kime karşı sorumlu oldukları bellidir. Biz sivil yönetim içindeyiz. Biz askerî vesayet altında bir ülke değiliz. Demokratik bir ülkeyiz. Sivilleri azarlamak ve sivillerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi durmak olmaz. TSK tertemiz çocuklardan oluşmaktadır. Onun için kimsenin bu kurumu yıpratmaya hakkı yoktur.'
Tanıyanlar bilir, Bülent Arınç açık sözlü bir politikacıdır, yüreğindekini gizlemez. Onun için Ankara'da 'Bülent Bey partinin vicdanıdır' derler. Sözünü esirgemez. Her söylediği doğrudur demiyorum kuşkusuz; zaten hiçbir faninin her söylediği doğru olmaz; ancak her sözünde samimidir. Açık sözlülükle �ama eminim temiz bir kalple- söylenen bir sözden asker-sivil kavgası devşirmek yanlış. Daha sakin, daha hoşgörülü, daha sağduyulu olmaktan kim zarar görmüş ki. Hem cuntacılığı eleştirmek askerimizi yıpratmaz; çünkü hiçbir kurum, içindeki küçük bir grubun yanlışından dolayı topyekün suçlanamaz....
Demek ki dengeler değişiyor
Hiç unutmam; yıllar önce gazetede yaptığımız ilk değişiklik Basın Harmanı başlığıyla yayınlanan köşeyi kaldırmak olmuştu. Orada her gün Hürriyet, Milliyet gibi gazetelere ver yansın edilirdi. Keskin bir dille yöneltilen eleştiriler, Ertuğrul Özkök ve Aydın Doğan başta olmak üzere herkesi yerden yere vururdu. Bunu bir gün apansızın kaldırdık. Bazı arkadaşlar itirazda bulundu ve dedi ki: 'Gazetenin en çok okunan, heyecanla takip edilen sütununu kaldırıyorsunuz.' Doğru söylüyorlardı aslında. O bölümün çok takipçisi vardı. Ancak bir köşe çok okunuyor diye onun mahzurları gözden ırak tutulmamalıydı.
Önce şunu iyi tespit etmek gerekiyor: Başkalarının yaptıklarını aşırı derecede ciddiye alanlar, kendi işlerini ciddiye almıyor demektir. İkincisi, sürekli bir markayı hedef alanlar, kendilerini küçük görmenin ezikliği içinde ya da eleştirip durdukları markanın büyüklük imajı altında ezilme riski taşıyordur. Üçüncüsü, lakap takarak ve yaftalayarak yapılan eleştiriler, bir gerçeği yansıtma ve yol göstermekten daha çok, intikam alma, karalama, aşağılama amacı güdebilir ki bu yolla yapılan eleştirilerin ne sahibine faydası dokunur ne muhatabına.
Hepsinden önemlisi, insan kendi yaptığı gazetenin kalitesine odaklanmalıdır; başkasının yaptıkları üzerine çarşaf çarşaf yazı yazanların ya söyleyecek yeni lafı kalmamıştır ya da garazından çatlama noktasına gelmiştir. Tabii ki eleştirileriniz olacaktır rakip gazeteler hakkında; ancak, bu tür konularda çıtayı aşağıya çekmeden, bilgi düzeyinizi yerlerde süründürmeden, üslubunuzu acınacak bir duruma düşürmeden yapacaksınız eleştirilerinizi. İletişim disiplinlerinden kopmadan yaptığınız tenkitler aynı zamanda yol gösterici özellikler taşımalı, insaf ve izan terazilerinde tartıya çıkacak kıvamda olmalı. Yoksa her gün sağa sola saldırmış olursunuz ve kamu vicdanında reddedilirsiniz...
Zaman'ın yıllar önce terk ettiği yazı stilini son dönemde kendini bir zamanlar 'merkez medya' ilan eden gazetelerde görmek şaşırtıcı, aynı zamanda düşündürücü bir gelişme. Bazı kişilerin Zaman'a yaptığı atışları sütunlarından çıkarsanız köşeleri bomboş kalacak. Aslında bu psikolojiye aşina sayılırız. Bir zamanlar bizde de haftanın yedi günü böyle yazılar çıkardı. İhtiyaç hasıl olunca yine medya kritikleri çıkıyor; ama seviyeli, aydınlatıcı, yol gösterici. Hatta eleştiri müphem kalmayacaksa gazete ismi bile zikredilmiyor ki yaklaşımlar ve ilkeler tartışılabilsin...
Farkına varılmadan ölçü kaçmış, eleştiri, insanları incitecek bir hale gelmişse telafisi yapılıyor, özür dileniyor. Büyük gazete olmanın yolu buradan geçiyor. Şu an Türkiye'de bir medya mücadelesi varsa o, kendi yolunda yürüyenler ile yolunu kaybettiğinden dolayı başkalarının yolunu kesmek için patika aşındıranlar arasında geçiyor. Yıllarını bu meslekte tüketmiş bazı kişilerin Zaman hakkındaki insafsız yazılarına okurumuz üzülüyor. Gerek yok. Mütevazi ve müstağni girdiğiniz yola aynı ilkelerle devam edecek, kaybetmişlik duygusu içinde yapılan haksız sataşmalara aldırış etmeyeceksiniz. Başka çare yok...