Avşar'dan Erdoğan'a ilginç sorular 2

Avşar'dan Erdoğan'a ilginç sorular 2
Başbakan Erdoğan, bir televizyon kanalında yayınlanan, ''Hülya Avşar Stüdyosu'' programına konuk oldu. İşte Başbakan Erdoğan'ın sorulara verdiği yanıtlar...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Türkiye'de kadını sosyal ve siyaset yaşamında bu denli ileri süren, bu denli örgütleyebilen başka siyasi bir hareket yoktur. Ve bu hareketi de biz kurarken bu anlayışla kurduk'' dedi. Erdoğan,''Bu ülkede başı açık, başörtülü serbest olacak, özgür olacak, el ele bir kardeş havası içerisinde dayanışmayla yaşayacak'' diye konuştu. Çekimleri geçen hafta yapılan programın ikinci bölümünde Hülya Avşar'ın sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, oğlunun başı açık biriyle evlenmeye kalkması durumunda bunu nasıl karşılayacağı sorusuna, ''O tabii ki onun tercihi olurdu, ama bunlar aşılmış bir şeyler yani. Artık şu an benim çocuklarım tercihlerini yapmışlar'' yanıtını verdi. Sohbet havasında geçen programda, programın sunucusu Hülya Avşar ile Başbakan Erdoğan arasında şu diyaloglar yaşandı: Avşar - Oğlunuz evli mi? Erdoğan - Tabii, tabii çocuklarımın ikisi de evli. Avşar - Diyelim ki bekar bir oğlunuz var. Erdoğan - İşte diyorum ya hayal aleminde gezmek çok doğru olmaz, ama zaten böyle bir şeye müdahale ettiğiniz anda aile huzurunu kaybedersiniz. Buna müdahale edilmez. Avşar - Tamam cevabımı aldım. Erdoğan - Onun tercihidir. Ona bırakacaksınız onu. Avşar - Sizden etkilenip, tercihini sizden yana kullanıp... Erdoğan - Bu tür şeylerin içine girmek doğru değil. Avşar - Oğlunuz bunu biliyor mu? Yani benim babam bana hiçbir şekilde.. Erdoğan - Onların yetişme şekilleriyle onlar zaten aldıkları bilgiyle, ilimle o tür tercihlerini yapmışlar. Bitmiş o işler. O yüzden biten şey üzerinde benim artık her hangi bir yoruma girmem. Kanaatimin sorulmasına da gerek yok. Niye? Evliliğinden zaten annesi ortada. Avşar - Bir şey soracağım. İzin verin. Peki saçını açmaya kalkarsa? Mesela diyelim ki 'ben saçımı açmaya karar verdim' dese gelininiz, kızar mısınız? Erdoğan - Bizler daha çok gerçekler üzerinden hareket edeceğiz. Az önce de söylediğim gibi, sizler bir yere, bir insanı teşvik ederseniz onun özgürlük alanınıza girersiniz. Avşar - Kesinlikle böyle bir şey düşünmüyorum. Erdoğan - Hayır hayır sizler için söylemiyorum. Baba olarak söylüyorum. Avşar - Karışmam diyorsunuz. Erdoğan - Tabii. Bir kere özgürlük alanının içinde kimseyi dayatmayla bir yerlere sevk etmek olmaz. İkna denilen bir olay vardır. Anlatırsınız, ama zorlaştırmayacaksınız, kolaylaştırarak anlatacaksınız. Bununla zaten asıl güzellik buradadır. Asıl verimli olan, asıl barış ortamı buradadır. Onun için de bizler kendi ailemizin içerisinde, sadece kendi çevremi söylemiyorum çoluk çocuğun içinde hepsinde bizim böyle bir sıkıntımız yok, rahatız. Ve parti teşkilatında aynı şekilde biz çok çok rahatız. Hiçbir sıkıntımız yok. Yalnız ben tabii Kadın Kolları Başkanıma da söyleyeceğim. Sizleri de davet etsin. Bir programında siz de muhakkak bulunun. Bizim kadın teşkilatımızda nasıl bir Türkiye rengi oluştuğunu AK Parti'de görmenizi isterim. Avşar - Görüyoruz. Erdoğan - Çünkü orada başörtülü, başı açık ve bir de bizim bir güzel yanımız daha var. Şu anda Türkiye'de, kadını sosyal ve siyaset yaşamında bu denli ileri süren, bu denli örgütleyebilen başka siyasi bir hareket yoktur. Ve bu hareketi de biz kurarken bu anlayışla kurduk. Çünkü ben bir profil çizmek istiyorum. Arkadaşlarla hep bunun kararını verdik. Nedir o? Bu ülkede başı açık, başörtülü serbest olacak, özgür olacak, el ele bir kardeş havası içerisinde dayanışmayla yaşayacak. Avşar - İnşallah. Hepimizin isteği o. Erdoğan - Birbirlerine karşı asla bir düşmanlığı olmamalı. Ve birbirlerine aynı ülkenin, aynı toprakların evlatları olarak, hani söylüyoruz Yunus'un diliyle 'Yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek.' Bu anlayışla sevecekler. Bizim kimseyi yargılama hakkımız yok. Sana ne ya başörtülü olana karışacaksın. Sana ne ya başı açık olana karışacaksın kardeşim. Biz insana insan olduğu için değer vereceğiz. Avşar - Bu çok güzel. Çok hoş. Erdoğan - Saygımızı da aynı şekilde bundan dolayı duyacağız. Diğer alanlara da girmek çok yanlış olur. Avşar - Zaten insan ortalama 80 yıl yaşıyorsa ne olacak şurada hepimiz mutlu yaşasak. Tabii ki bunu duymuş olmak sizden, çok çok hoş. Erdoğan - Bunları tabii hep söyledim de. Avşar - Bir sanatçıya bu değeri verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sanatçı olarak Türkiye'de ilk defa bir Başbakan, bir sanatçıyla sohbet ediyor. Aslında bu çok farklı ve önemli bir şey. Bunu şöyle bir önemi var; daha çok yerlere ulaşacağız diye düşünüyorum. Mitinglerin ve haberci duayenlerin sizlerle yaptığı röportajların artık halka çok iyi geçmediğini düşünüyorum. Siyasetçi kişilerle de... Artık insanlar dinlemiyorlar, 15 dakika dinliyorlar bitiyor, ama bizim sizinle birlikte sohbet ediyor olmamız insanların merakını cezbedeceği için bu detayları özellikle soruyorum. Sabah kalktığınızda ilk yediğiniz içtiğiniz şey nedir? İlk kahve mi içersiniz, yoksa bir gazete mi okursunuz? Nasıl bir günlük hayatınız vardır? Erdoğan - Tabii gazetelerin şöyle bir ön sayfalarını gözden geçiririm. Günün özetlerini arkadaşlarım bana gönderirler. Onları gözden geçiririm. Sabahları ağılıklı bir kahvaltı yapmam. Hafif bir kahvaltım olur. Avşar - Hafif dediğiniz reçel, yumurta? Erdoğan - Tatlıyla pek aram yok. Mümkün olduğunca, daha çok, burada yine propaganda yapacağım, hellimi severim. İki dilim hellim peynirini mutlaka yerim. Kuzey Kıbrıs'ın şeyi olsun bu... İki kızarmış ekmek dilimi. Ve bu da tabii ki beyaz ekmek olmaz, bunlar kepekli olur. Bunlar tabi eşimin düzenlemeleridir. Avşar - Yumurta? Erdoğan - Yumurta zaman zaman yerim, çok sık değil. Eşimin kendi bir garnitürü vardır. Onu içerim. Havuç suyu. Avşar - Bunlar yatağa mı geliyor? Yoksa masada mı? Erdoğan - Masada. Eşim çoğu zaman bu noktada benimle olamıyor. Ben çünkü alelacele çıkmak zorunda kalıyorum. Zeytini muhakkak yerim, ihmal etmem. Avşar - Size o zaman Ayvalık zeytini gönderelim. Erdoğan - Olabilir. Tabii bize Türkiye'nin harmanlaması yapılıyor. Bunun dışında öyle hafif olarak kahvaltıyla güne başlarım. Avşar - Ondan sonra? Öğlen yemeği yeme fırsatı bulabiliyor musunuz? Erdoğan - Yani mümkün olduğunca üç öğünü muhakkak yerim. Avşar - Aralarda? Erdoğan - Aralarda tek dikkat ettiğim golden elmadır. Arkadaşlar bir elma aralara muhakkak yerleştirirler. Avşar - Spor yapmaya vakit bulabiliyor musunuz? Erdoğan - Spor son bir kaç aydır doğrusu fırsat bulamıyorum, ama ondan önce evde yürüme bandında devam ediyorum. Kiloyu mümkün olduğunca korumanın gayreti içindeyim. Avşar - Ama sizi hep bizi zayıf gördük. Erdoğan - Koruyorum. Seçimden sonra düşürdüm. Ve seçimden sonra da düşürdüğüm kiloda devam ediyorum. Avşar - Kilo almaya müsait bir yapınız var. Erdoğan - Hayır hayır. Müsaade etmiyorum. Avşar - Hanımların sizi yakışıklı bulması gerçekten hoşumuza gidiyor mu? Erdoğan - O vatandaşların takdirine ait. Avşar - Mutlaka, ama yok sizin takdiriniz... Bir erkek olarak hoşunuza gidiyor mu? Ya da Emine Hanım sizi bu konuda kıskanıyor mu? Erdoğan - Şimdi Emine Hanım bu noktada takdirini yapmış. Ve beraberce bir dünya oluşturmuşuz, kurmuşuz. Avşar - Hoşunuza gidiyor mu? Erdoğan - Ama şu anda da devam ediyor olsun. Ama asıl önemli olan eşimin takdiri tabii. Avşar - Mutlaka. Ama Emine Hanım da çok hoş bir hanım, ama kıskanıyor mudur acaba diye merak ediyorum? Bu çok kadınsı bir soruydu. Erdoğan - Bunu eşimle konuşun. Avşar - Emine Hanım'a nasıl sorayım böyle bir şey. Kıskanıyor musunuz diye. Herhalde cevap vermezdi. Kendinizi yakışıklı buluyor musunuz? Erdoğan - Diyorum ya o vatandaşımın takdiri. Avşar - Hayır siz kendinizi yakışıklı buluyor musunuz? Erdoğan - Ben kendi kendime böyle bir tercih yaparsam yanlış olur. Avşar - Olmaz. Aynaya baktığınızda hani hakikaten yakışıklıyım' dediğiniz olmuştur. Erdoğan - Aynalar bilmiyorum yalan söyler mi söylemez mi? Ama mümkün olduğu kadar bakımlı olmaya çalışıyorum. Başbakan Erdoğan, Hülya Avşar'ın ''Şeriat gelecek mi?'' sorusuna şu yanıtı verdi: ''Şimdi bakın Türkiye bir defa sistemini belirlemiştir. Ve bu sistem üzerinde birilerinin bu yapmış olduğu dedikodular bugünün dedikodusu değildir. Cumhuriyet öncesinde de Cumhuriyet sonrasında da hep bu Türkiye'de konuşulur. Siz nasıl derseniz deyin bu ifade hiç ortadan kalkmaz. Bakın rahmetli Menderes zamanında da 'Bu şeriatı getirecek' diyorlardı. Ki rahmetli Menderes, Cumhuriyet Halk Partisi'nden çıkmış bir siyasetçiydi. Aynı şey o zaman da konuşulurdu. Ondan sonraki dönemlerde de. Sayın Demirel döneminde de. Daha sonra da. Bunlar hiç gündemden düşmemiştir. Ve onun bir de ikiz kardeşi vardır, irticadır. Bu da hep konuşulmuştur. Ve bunlardan hakikaten bıkmışızdır. Şimdi biz bir defa Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu kabul etmişiz. Şeriat getirmek diye bir şey yok ki. Böyle bir hedefimiz, böyle bir anlayışımız yok ki. Bu nereden çıkıyor?'' BAŞÖRTÜ ÖRMENİN ŞERİATLA ALAKASI YOK Başbakan Erdoğan, Hülya Avşar'ın ''Çok çoğaldı çünkü türbanlı kişiler'' demesi üzerine de sözlerine şöyle devam etti: ''Bakın başörtüsü örtmek, bunun şeriatla alakası yok. Diyor ki 'Ben inancımın gereği olarak bunu yapıyorum' diyen bir insana bu yaftayı koymak yanlış bir olaydır. Bu defa şeriatın bu tür bir tanımlamasını yapanlar ne diyor? Dedikleri tek bir şey var. Dini kurallarla bir devletin yönetilmesi. Böyle diyor en sonunda. Kardeşim ortada böyle bir iddia mı var? Böyle bir söylem mi var? Tam aksine, ne deniyor? Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Biz de bu tercihimizi yapmışız. Tüm gücümüzle bunu devam ettiriyoruz. Şimdi bir şeyi burada açmamız lazım; dindar bir insan laik olur mu olmaz mı? Şimdi bu çok önemli. Dindar bir insan laik olur. Kimse bunun önüne geçmesin. Lafa gelince bu ülkenin yüzde 99'u Müslümandır. Müslümansa burada bir tercihini yapıyor. Hem ben dindarım diyor, hem de laikim diyor. Laikim derken bir şeyi ortaya koymak lazım. Burada ben bilimsel bir açıklama yapıyorum. Bu bilimsel açıklama şudur; -ve bunu rahmetli Özal söylemiştir, Sayın Demirel söylemiştir, diğerleri söylemiştir- bakınız kişi laik olmaz, devlet laik olur. Kişi, laik devleti koruma anlamında eğer laikse, o anlamda ben laikim. Bakın şimdi laiklik bir din midir, değil. Laiklik bir yönetim biçimidir ve yönetim niteliğidir. Bunu, Anayasamız'a baktığınız zaman, orada görürsünüz. Hele hele 82 Anayasası'nın gerekçesinde bu vardır. Nedir? Bakın ne diyor? Devletin niteliği olarak veriyor. İnsanın niteliği olarak vermiyor. Anlatabiliyor muyum? Türkiye Cumhuriyeti Devleti nedir? O değiştirilemez maddelerde sayıyor ya. Demokratiktir diyor, laiktir diyor, sosyaldir diyor, hukuk devletidir diyor. Şimdi dört tane niteliği var devletimizin. Anlatabiliyor muyum? İnsanın dini vardır. Müslümandır veya başka bir dindendir. Anlatabiliyor muyum? Ama ben bir Müslüman olarak, bir dindar olarak laikliği ne yaparım? Laikliği savunurum. Laik devleti savunurum. Şu anda da laik devletin Başbakanıyım ve bunu da savunuyorum, inanarak savunuyorum. Bununla ne yapıyorum? Bütün inanç gruplarına, hangi inançtan olursa olsun, laik devletin bir yöneticisi olarak eşit mesafedeyim. Ve bu anlamda dört dörtlük bir laikim. İşte laik devletin nitelikleri neyi gerektiriyor? Bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmayı gerektiriyor. Bunu yaptıkça siz o zaman laiksiniz. Bunu yapmıyorsanız o zaman zaten siz laik olamazsınız. Laik bir yönetici olamazsınız.'' ÖNYARGI VE VEHİM Erdoğan, Avşar'ın, ''Bunlar nedir?'' diye sorması üzerine de ''Yöneticilik sıfatları bunlar. Laikliği şimdi ne yapamayız, dinin karşısına koyamayız. Deriz ki bu adam dindardır, ama aynı zamanda da laiktir. Yani laikliği bazıları dinsizlik olarak tanımlarlar. Laiklik bir dinsizlik değildir'' dedi. Başbakan Erdoğan, AK Parti İktidarı döneminde laik anlamda yapılanlara örnek olarak da bütün okulları, sağlık hizmetlerini gösterdi ve ''A'dan Z'ye bu noktadaki hepsi, bu sistem içerisinde'' diye konuştu. Erdoğan, Avşar'ın ''İmam hatip okulları çoğaldı' diyorlar'' demesi üzerine de şunları kaydetti: ''Bakın ben de bir İmam Hatip mezunuyum. İmam Hatip okullarının kuruluşuna baktığımız zaman ta Atatürk'e kadar gider. Şimdi İmam Hatip okulu yapmak ve bunların sayısını artırmak, bu ülkede laiklik karşıtı bir yapının oluşması demek değildir. Bu bir defa çok yanlış bir yaklaşımdır. Ve bu bir defa eğitim özgürlüğüne karşı bir anlayıştır. Din ve vicdan özgürlüğüne karşı bir anlayıştır. Bırakalım insanları. Yani bu ülkede illegaliteyi mi savunacağız, yani yer altı bir yapılanmayı mı savunacağız, yoksa legal bir yapılanmayı mı savunacağız? Şimdi İmam Hatip okullarının çoğalmasına bakarsanız Sayın Demirel zamanında artarak gelmiştir. Sayın Demirel ortada. Artarak gelmiştir. Şimdi bu İmam Hatiplere karşı olanlara oturup sorduğunuz zaman, yani bu İmam Hatip okullarında sen fizik, coğrafya, matematik, cebirin okutulduğunuz biliyor musun? Fizik, kimya, biyoloji bunların okutulduğunu biliyor musun? Bir çoğu bilmezdi. Biz sorardık bunları. Biz bunları okuduk, işledik de. Üstelik meslek dersi denilen o diğer dini ağırlıklı dersleri okuduğumuz için, bir de bir sene fazla okurduk. Yani ortaokul ve lise 6 seneydi. Biz ise 7 sene okurduk. Ve bunla kalmazdık. Bizim önümüze getirdiler. Eğer normal bir üniversiteye geçmek istiyorsan gidip dışarıdan bir de lise bitireceksin diyorlardı. Okuduğumuz derslerden bir de biz tekrar imtihana girdik. Mesela ben hem İmam Hatip mezunuyum, hem de Eyüp Lisesi mezunuyum. Gittim bir de Eyüp Lisesi'ni bitirdim. Şimdi buna da fırsat vermiyorlar. Daha sonra bu kalktı. İmam Hatip mezunları üniversitelere girebilir duruma geldi. Daha sonra onu kaldırdılar. Üniversiteyi de kaldırdılar. İmam hatip mezunu girebilecekse sadece İlahiyata girebiliyorlar, başka hiçbir yere giremez. Ne olacak? İşte katsayı getirdiler. 'Bu katsayıda nereye girebilirlerse oraya girebilir' dediler. Ve böyle bir süreç başlattılar. Şimdi o sürecin içerisinde girebilenler girebildiği yere giriyor, olay bu. Bizim burada üzüldüğümüz nokta şudur; yani dünyanın hiçbir yerinde bir insana sen İmam Hatip mezunusun, lise mezunusun diye sormazlar. İmtihana tabi tutar ve o imtihanı başarabilen istediği yere girer, olması gereken bu. Onların ilimde aldığı yol ortada. İşte buyurun Amerika. İşte buyrun İngiltere. Buyurun Avrupa ülkeleri. Hepsinin aldığı yol ortada. Bizim ise geldiğimiz yer ortada. Bırakalım bunu, açalım önünü. Özgürlüklere ket vurmayı ortadan kaldırmamız lazım. Bakın özgürlüklerin hiyerarşisi olmaz. Özgürlüklerin önünü açacaksınız ki insanlar rahat olsun. Her alanda ama. Eğitimde, düşüncede, örgütlenmede, teşebbüste, girişimcilikte, hepsinde. Bütün sebebi şu; benim tespitim, önyargı ve vehim.'' ÖNYARGILARLA BİZE YAKLAŞANLAR ÇÖZÜLMESİ GEREKENLER DAHA ÇOK ONLAR Başbakan Erdoğan, ''Gerçekten önyargı mı? Siz bir sözü söylerken galiba burada bir hata yaptım. Dediğiniz hiç oldu mu?'' sorusuna şu yanıtı verdi: ''Benim yaşam tarzım belli. Az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, doğum yerim, doğduğum yıldan itibaren gelişim, her şeyim ortada. Bütün bunlar ortada olduğu halde, kalkıp bu tür vehimlerle, önyargılarla bize yaklaşanlar aslında çözülmesi gerekenler daha çok onlar. Buradaki sıkıntı biraz başka. Bakın şu çok önemli; bir ülkede değerler hakikaten çok çok önem arz ediyor. Az önce aileyi konuştuk değil mi? Biz bu değerler sistemi içerisinde Avrupa'ya gittiğinizde sizin önünüze bir şey çıkartılıyorlar. Bunlar Müslümandır. Dolayısıyla Müslümanlara bakışımız işte son Avrupa Birliği üyesi ülkelerden bir tanesinin başındakinin dediği gibi. Ben medya üzerinden konuşmayacağım dediğim için ismini vermiyorum. Kullandığı ifade şu; 'Türkiye halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Dolayısıyla Avrupa Birliği'ne girmemelidir.' Bu bir yaklaşım tarzı. Şimdi bu anlamda etkiledikleri yerler oldu. Aynı şeyin uzantıları ülkemizde de var. Bizim bunu kendi ülkemizde yaşamamamız gerekiyor.'' SİMGE, SEMBOL BUNLAR BAYAT ŞEYLER ''Peki biz niye korkuyoruz? Ne yaptık? Sizden dolayı bir şey mi oldu?'' sorusunu da Başbakan Erdoğan, şu yanıtı verdi: ''Ben de ona üzülüyorum. Yüzde 47 geldi ve yüzde 47'nin geldiği akşam ben bir konuşma yaptım. Ve bu konuşmada şunu söyledim; biz AK Parti olarak ülkemizin bütününe bir hizmet götürüyoruz Hülya Hanım. Benim Kars ilimin, Hakkari ilimin, ne Şemdinli'si ne Yüksekova'sı ADSL hizmetini görmüştü, bilmiyordu. Bilişim teknolojisini sınıflarını bilmiyordu, ama bizim iktidarımızda bunu gördü. Bakın ben bilimi konuşuyorum. Bunu biz oraya götürdük, oraya taşıdık. Biz o insanlara gidip de ne yaptık? Ne yaptık da bu insanları korkuttuk acaba? Ben soruyorum, ama cevap bulamıyorum.'' Erdoğan, ''Bir söz mü acaba çıktı ağzınızdan? Simge kelimesine takılıyorlar. Bu rahatsız eden bir şey miydi simge kelimesi biraz?'' sorusu üzerine de ''Simge, sembol bunlar bayat şeyler. Lügati bir açarlarsa, zaten bunu çok söylüyor. Bunlar bana göre adeta inadına işlenen konular. Bunlar vakit kaybettiren şeyler. Yeni şeyler değil'' diye konuştu. AK Parti Hükümetinin icraatlarından örnekler veren Başbakan Erdoğan, Hükümet'in attığı olumlu adımların yerine gündem değiştirmek için başörtüsü gibi konularla uğraşıldığını söyledi.'' Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bir defa Türkiye'nin nüfusu genç kalsın mı kalmasın mı? Nüfus yaşlansın mı, yaşlanmasın mı? Biz diyoruz ki sorumluluk mevkiinde olan bir insan olarak Türkiye genç nüfusuyla güçlü bir Türkiye'dir. Eğer Türkiye'nin nüfusu yaşlanırsa biz şu andaki gücümüzü kaybederiz'' dedi. Başbakan Erdoğan Hülya Avşar'ın, ''Aslında meseleleri Hükümet'in çıkardığı söyleniyor. Ekonomi kötü gidiyor, orayı kapamak için bu tür şeyler ortaya atıyor deniyor halk dilinde'' sözleri üzerine, ''Siyasette yönetici konumunda olanlar ne yazık ki yazılı görsel basının bir kısmıyla bunu yapmaya gayret ediyorlar. Çünkü halkım yaşıyor bu konuları. Biz eğitimde ne yaptık, sağlıkta ne yaptık, adalette, emniyette, ulaşımda, tarımda, enerjide ne yaptık'' diye konuştu. Bunun için halka ekmek, kömür hatta altın gibi şeyler dağıttıkları ve halkın oy verdiği şeklinde konuşmalar olduğunu ifade eden Avşar'a Erdoğan, şu karşılığı verdi: ''Şimdi Hülya Hanım bakın bir defa kömür ve kitap bu doğrudur, ama altın dağıttı ifadesi biraz ağır olacak, ama alçaklıktır. Bir defa hiçbir siyasi parti altın dağıtarak oy toplayamaz. Buna ne ekonomik gücünüz yeter, ne de böyle bir yol. Biz 16 milyon 500 bin oy almışız. Siz 16 milyon 500 bin oyun çeyrek altınla çarpıldığını düşünün. Ve ben bunu halkıma hakaret olarak görüyorum. Halkın oyu, bir çeyrek altınla satın alınır mı ya? Yani halk buna eyvallah eder mi? Sizi rezil eder, yerden yere sokar.'' Bunun bir kere zemininin bulunmadığını anlatan Başbakan Erdoğan, ''Böyle bir şey olmaz. Hakarettir bu, saygısızlıktır. Bunlar az önce söylediğimin başka bir versiyonu. Bu da gündemi değiştirmek. Seçimin başarısına gölge düşürebilmek için. Ne diyebiliriz?'' diye konuştu. SOSYAL DEVLET NEDİR? Ekmek dağıtıldığına ilişkin eleştirileri de değerlendiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Mesela ekmek dediniz. Belediyelerin hepsi, hangi partili olursa olsun, özellikle de Ramazanlarda veya Ramazan dışında kendi bölgelerindeki belde olabilir, ilçe olabilir, hatta il olabilir. Burada fakir fukara aileleri muhtarlarla tespit ederler ve oralara bu yardımları götürürler. Biz ise Sosyal Dayanışma, Yardımlaşma vakıflarımızla kaymakamlıklar bu tür tespitleri yapar ve bu kaymakamlıklar bu tespitler neticesinde bunları gönderilir, ama daha çok maaşa bağlarlar. Yoksulsa, fakirse kaymakamlıklar bunu yapar. Bizim kitap olarak yaptığımız olay şu; bakın demokratik laik sosyal bir hukuk devletidir diyoruz. Sosyal devlet nedir? Sosyal devlet; garip, bütün bu ailelerin yanında olabilen bir devlettir. Biz bile öğrencilik yıllarımızda, sizler de hatırlayın, gerekli olan kitaplarınızı bile ne yapamazdınız, bulamazdınız. Paranız bile olsa bazen o kitabı kitapçılarda, kitap evinde bulamazdınız. Mesela bizim dönemlerde üst sınıflardaki ağabeylerimizden teksir denilen, şimdi fotokopi olan teksirdi böyle sarı saman kağıtlarına arttırılarak yapılırdı bunları satın almak isterdik biz eskiden. Satmazlardı. Öğretmen ders anlatır biz not tutardık, böyle okuduk, ama şimdi biz aynı sıkıntıyı öğrencilerimiz yaşamasın istiyoruz. Ve zengin, fakir ayrımı yapmaksızın bütün okullarımız ilköğretim ve ortaöğretimde okullar açılırken kitapları masanın, sıranın üzerinde görüyorlar. Bunu sosyal devletin gereği olarak yapıyoruz. Geldiğimizden bu yana devamlı yaptık. Yani şimdi bizden önceki iktidarlar bunu yapmadı diye bizim bunu yapmamıza mani bir hal yok ki. Bunu sosyal devletin gereği olarak yapıyoruz. Kömür? Evet dağıtıyoruz. Yine sosyal devletin gereği olarak dağıtıyoruz. Niye? Çünkü o kış mevsiminde affedersiniz bir sobası olmayan, kömürü olmayan ne garipler var ne fakirler var. Şimdi bunlara ulaşılmamış. Biz de diyoruz ki bizim bu kadar kömür madenlerimiz var. Bunlar çalışılmıyor. Hem bunu çalıştıralım. Bu kadar kamyonlar v.s. hepsi boş duruyor. Bunlara da bunu bölgelere dağıtma görevini verelim. Valiliklerimize bu talimatı verdik, kaymakamlıklara verdik. Muhtarlarla koordineli olarak bütün o fakir fukaraya bunu dağıtıyorlar. Ve üstelik de tabi bizim buradaki şeyimiz şu bütün bu çalışmalarla birlikte o ailelerde bir rahatlama ve devletine karşı da tabii ki bir güven meydana geldi. Şimdi bir şey söyleyeceğim. Mesela Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi, şimdi biz bu projeyi, diyorlar ki efendim 5 sene içinde niye yapmadı. Kardeşim 5 sene içinde bu bölgeye sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu'ya 8 milyar dolarlık yatırım yaptık. 79 yıllık geçmişte böyle bir yatırım yok beş yıl içinde. Olmamış böyle bir şey. İlk defa bunu yaptık, ama biz bu arada artı, acaba buraya özel sektörü sokabilir miyiz diye de teşvik kampanyaları yaptık. Bakın şimdi bu bölgede illerin hemen hemen tamamında arazi ücretsizdir, vergide muafiyet vardır, SSK primleri de çok düşüktür, enerji yüzde 50 indirimle verilir. Niye? İstedik ki oraya yatırımlar girsin, ama hedefleri tam yakalayabildik mi? Tam yakalayamadık, ama yine yatırım oldu mu? Oldu. Fakat gönlümüz tabii daha fazlası olsun istiyor. İstediğimize ulaşamadığımız için dedik ki bizim bir fonumuz var, İşsizlik Fonu... Biz bu Fon'dan devletin nemalarını biz buraya kaydıralım. İşte şimdi GAP Projesi için buraya bu yıl 2.3 katrilyon ayırdık. Bundan sonraki yıllarda her yıl 3.5 katrilyon buraya ayıracağız. Ve 5 yılda inşallah Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Konya Ovası Projelerini bitireceğiz. Bu ne getirecek? Birincisi fakir fukara garip gureba ayağa kalkacak, çiftçi ayağa kalkacak. Niçin? Artık ilkel sistemlerle orada çalışmayacak. Artık tamamıyla barajlar bitirilmiş olacak. Silvan, Cizre barajları bitecek. Sulama kanalları, artık öyle açık sistemle akmayacak, yer altından gelecek, çünkü buharlamayla çok suyumuz kaybediyoruz. Ve yağmurlama, damlama sistemiyle toprağın tuzlanması ortadan kalkacak, çatlaması ortadan kalkacak. Ne kadar dakikada ne kadar su vermemiz gerekiyor. Bütün bunlar hepsi bilişim teknolojisiyle ayarlanarak buna göre de bu sulama yapılacak. Bu tabii oradaki belki emek-yoğun çalışma sistemiyle azaltacak, ama su kullanımındaki israfı ortadan kaldıracak, verimliliği de arttıracak. Burada diyorlar ki bunu bugüne kadar niye yapmadınız. Bugüne kadar yaptığımız eğitim sağlık ağırlıklı olarak yapıldı. Altyapı olarak bunlar yapıldı. Şimdi de bu projeye yoğunlaştık. Öz kaynağımız da hazır. Ve bu öz kaynakla da inşallah 5 senede bunu da bitireceğiz. Hedef beş sene. Ve sosyal devlet olarak gereği olarak da biz geldiğimizde yoksulluk sınırı altında olan 17 milyondu. Şimdi 12.5, 13 milyona düştü. Bu bu çalışmayla oldu. Ve bu çalışmayı bundan sonra da aynen yapacağız. Bu zaten sosyal devletin gereğidir. Onun için bu yapılmıştır. Bunun oyla moyla yakından uzaktan alakası yok.'' ÜÇ ÇOCUK NASIL OLACAK? Sözü, ''üç çocuk konusuna getiren Avşar'ın, ''bu nasıl olacak?'' sorusuna da Erdoğan, ''ben de 4 çocuk var'' dedi. Erdoğan, şöyle konuştu: ''Ben evlendiğim zaman aslında bir işçiydim. İETT'de çalışıyordum. Ve zengin bir ailenin çocuğu değildim. Evlendik. Ve üstelik aralıklarla değil. Çocuklarımız 1.5-2 yıl arayla oldu. Ve çalıştım. Okudum. Sadece bir şeyimiz vardı. Kira vermiyorduk. Ama İETT'de çalışıyordum. İşçi kadrosundaydım. Hamd olsun. Sıkıntılarımız şüphesiz olmuştur, ama sürekli olarak verdiğimiz hayat mücadelesinin neticesinde de belli bir yere geldik. Çocuklarımız ortaöğretimi bitirdiler bitirdikten sonra da, üniversite çağına gelince çok daha özel sektöre geçmem, özel sektörde çok daha farklı imkanlar yakalamamla, çocuklarımızı yine okuttuk. Yine belli bir noktaya getirdik. Yeter ki o kararlılık sizde olsun. Şimdi, sürekli acaba diyorlar bu nasıl olacak. Şimdi bakın bizim buradaki düşüncemizin ana esprisi şu; Bir defa Türkiye'nin nüfusu genç kalsın mı kalmasın mı? Nüfus yaşlansın mı, yaşlanmasın mı? Biz diyoruz ki sorumluluk mevkiinde olan bir insan olarak Türkiye genç nüfusuyla güçlü bir Türkiye'dir. Eğer Türkiye'nin nüfusu yaşlanırsa biz şu andaki gücümüzü kaybederiz. Bakın batılı bir çok liderlerle görüşmelerim olmuştur. Hepsi de şu anda geçmişte aldıkları kararlardan pişmandırlar. Mesela benim çok iyi bir dostum olarak Schröder, bir gün bana demiştir ki 'biz geçmişte bunu yaptık, yaptık ama nüfusumuz ciddi manada yaşlandı. Belki 10 sene 20 sene sonra Almanya'ya biz dışarıdan yine insan ithal edeceğiz. Belki Türkiye'nin kapısını çalacağız' dedi. Çünkü sizin nüfusunuz genç. Biz bunun çalışmalarını yaptık. Bu araştırmaların neticesinde şu ortaya çıktı. Eğer 2 anne baba 2 çocuk sahibi olursa ancak durum korunur, mevcut durum. Bunu 3 olarak yaparsak nüfusumuzu genç olarak geleceğe taşıyabiliriz. Bunu yapmazsak ve sene 2037, 2038, bizler ne yazık ki 'nüfusumuz yaşlanmaya başladı' deriz. Bu hale geliriz. Bu tabi Türkiye'nin bir defa o dinamik yapısını terse çevirecektir. Biz Türkiye'nin dinamik yapısının terse dönmesini istemiyoruz.'' YÖNETİMLERİN SORUNU Avşar'ın ''çocukların nasıl besleneceğiz'' sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, ''Bu yönetimlerin sorunları'' dedi. İktidara geldiklerinde kişi başına düşen milli gelirin 3 bin 300 dolar olduğunu bugün ise rakamın 9 bin 330 dolara çıktığını anlatan Başbakan Erdoğan, ''Biz göreve geldik biliyorsunuz milli gelirimiz gayri safi milli hasıla 230 milyar dolardı, ama biz bunun üzerine şu 5 senede 429 milyar dolar ilave ettik. Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız 659 milyar dolar, buraya geldik. Zenginleştikçe bunun halkımıza yansıması ne yapacaktır, rahatlayacaktır. Halkımızı da rahatlatacaktır... Tabii bütün mesele toplumda güçlü aileye sahip olabilmek, güçlü ailelerle güçlü bir Türk Milleti'ni inşa edebilmek, kurabilmek'' diye konuştu. ''Ne yazık ki bu güçlü gördüğümüz, parası olan aileler de bu işe yanaşmıyor. Tek çocuk yapıyor. Sen yap kardeşim. Bahaneler filan geçerli değil'' diyen Başbakan Erdoğan, ''gücü olanlar yapsın daha mantıklı'' sözleri üzerine de ''Onlar yapıyor mu?'' diye sordu. KARADENİZ FIKRASI Erdoğan, Avşar'ın, bir şiir okumasını ya da bir fıkra anlatmasını istemesi üzerine de şunları söyledi: ''Bizim özellikle Bayındırlık ve İskan Bakanımız Faruk Bey'in fıkra hazinesi çok zengindir. Buralardan esinlendiğimiz bazı şeyler oluyor. Şimdi Temel'le Dursun, idama mahkum olmuşlar. Şimdi tabii gelmiş artık son sözleri soruluyor. Son isteğin nedir, son sözün nedir filan diye sorulunca, Dursun demiş ki son isteğim bir anamı göreyim demiş. Ondan sonra dönmüşler tabii Dursun'un son arzusu bu, Temel'e de sormuşlar. Temel'in arzusu çok enteresandır. Dursun anasını görmesin demiş.'' Avşar'ın, ''Karadenizliler için çıkan bu esprili, bu 12'den sonra çalışır çalışmaz sözleri... Gülüyorsunuz değil mi?'' sözleri üzerine Başbakan Erdoğan, ''Siyasette böyle benzer şeyler var. Birisine kafayı takanlar falan. Yani onun bakıyorsunuz ızdırabında kendi neşesini bulanlar olabiliyor'' dedi. Erdoğan, Avşar'ın bir de şiir okumasını istemesi üzerine şunları söyledi: ''Tabii. Ben her zaman şeyi söylüyorum. Burada onu tekrar ederim fırsattır. Eğitime yönelik şöyle bir şey olmasında da fayda var. Bunu her yerde de söylüyorum. O da İstiklal Şairimiz Akif'e bir gün komşusu çocuğunu gönderiyor, git diyor Akif Amcan sana bir nasihatte bulunsun diyor. Gidiyor, Akif Amca, babam gönderdi bana bir nasihatiniz ne olabilir diyor. O da bir kuble olarak şunu söylüyor; 'İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz, ne çok söyle ne büyük söyle. Yiğit işte gerek. Lafı bol karnı geniş soyları taklit etme. Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol ırkına çek' demiş.'' AA
10 Haziran 2008 21:37
DİĞER HABERLER