Ayetullah Fadlallah

Geçen hafta İslam dünyası büyük âlimlerinden birini kaybetti: Lübnanlı Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah. 6 Temmuz günü Şii-Sünni Müslüman ve Hıristiyanlardan müteşekkil yüz binlerce kişinin cenaze törenine katılması, ne kadar sevilen bir alim olduğunu gösteriyordu. Hıristiyanlar, Lübnan'da gerçek demokratik katılımı teşvik edip uyguladığı, din mensupları aralarındaki ilişkileri "karşılıklı ihtiram" zeminine oturttuğu için ona hürmet ediyorlardı. Bir seçim bölgesinde sayısal yetersizlikleri dolayısıyla seçimi kazanmaları mümkün olmayan Hıristiyan adayların desteklenmelerini tavsiye ederdi. Şiiler onu seviyordu, çünkü mücahid/mübariz bir alim olma yanında merci-i taklid idi, savaşın en kızgın zamanlarında bile ilim havzalarının faaliyetlerini kesintiye uğratmamıştı. Sünniler onu seviyordu, çünkü mezhepler arasındaki çatışmayı haram sayıyordu. Ve bütün bunların ötesinde Lübnan'ın, Arapların ve Müslümanların İsrail'e karşı onur ve mücadele ruhunu temsil ediyordu. Kudüs ve Filistin davasının savunucusuydu. Hiçbir zaman terörü tasvip etmiyor, ancak Amerikalı, Avrupalı ve İsrailli ağzıyla da Müslümanların işgal altındaki toprakları, onurları, namusları ve bağımsızlıkları için verdiği haklı mücadeleyi "terör" diye tanımlayanlara prim vermiyordu. Fadlallah "mezhep taassubu"nu aşmıştı. Tarihte "İkinci Ömer" diye anılan Ömer bin Abdülaziz için övücü şiir yazmıştı. Bu yüzden büyük İslam alimlerinden Yusuf el Karadavi, onun yakın dostuydu. Şii ulemanın Sünni ulemadan bazı farkları var: 1) Her biri yaşayan müçtehitlerdir. Onları mercii-i taklid yapan özellikleri, geçmiş fıkıh bilgilerini bugüne intikal ettirmeleri değil, bu zemin üzerinde günün ihtiyaçlarına göre içtihat yapabilecek formasyonda olmalarıdır. Şii geleneğe göre, içtihat müçtehitle beraber ölür, Şii Müslüman kendine yeni bir müçtehit bulmak durumundadır. 2) İyi bir alim, sadece fıkıh ve fıkıh usulünde iyi olmakla yetinmez, aynı zamanda felsefe ve irfan alanında da iyi olması gerekir. Bu açıdan İran ve diğer Şii havzalarda fıkıh/hukuk ve felsefe/irfanın atbaşı geliştiklerini ve yaşayan gelenekler olarak bugün de tedris edildiklerini görüyoruz. 3) Şii alimler, apolitik olamazlar. İster yönetime katılsınlar -İmam Humeyni'nin çizgisi, ister doğrudan katılmasınlar Ayetullah Şeriatmedari çizgisi- politik bir duruşları olmaları beklenir. 4) Toplumda mercii-i taklid olacak bir alim/müçtehide "siyasi iktidar"la uzlaşmak bir nakısadır. O sürekli sosyo-politik çıtayı yüksek tutmalı, ideali işaret etmeli, ama asla politik iktidarın bir parçası, enstrümanı, destekçisi ve oyuncusu olmamalıdır. Bu noktanın Şii ulema arasında görüş ayrılıklarına yol açtığını belirtmek lazım. Ayetullah Humeyni, Velayet-i Fakih içtihadıyla, alimlerin, Batı eğitiminden geçmiş aydınlara alternatif olarak yönetimde söz sahibi olmalarını, Veliyy-i Fakih'in bulunduğu yerden politik rejimin makro düzeydeki genel gidişini kontrol etmesi gerektiğini savunuyordu. Şeriatmedari bu görüşe karşı çıktı, sonraları Muntazıri de aynı çizgiye geldi. Alimlerin rolünü esasta paylaşmakla beraber Fadlallah da alimlerin görece bağımsızlığını savunuyor, İran modelinin Lübnan gibi bir yerde tam olarak uygulanamayacağını düşünüyordu. Bu yüzden İran İslam devrimini desteklemenin bir dini vecibe olduğunu ama İran'ı Lübnan'da tekrar etmenin ise mümkün olmadığını söylüyordu. Ayetullah Humeyni Nebevi bir gelenekten hareketle Gorbaçov'a mühim bir mektup yazmış, onu hakiki özgürlük, adalet ve hakkaniyet olan "Allah'ın kelamı"na tabi olmaya çağırmıştı. M. Hüseyin Fadlallah da Obama'ya seslenmişti: "Mağdurlarla ve mazlumlarla birlikte ol! Yoksullarla birlikte ol! Yaşayan insanlarla birlikte ol! Bu sayede ABD'nin en iyi başkanı olacaksın!" Yazık ki Obama, Habeş Kralı Necaşi gibi davranacağına, İran Kisrası gibi bu davete kulaklarını tıkadı. "Min Vahyi'l-Kur'an" adlı Kur'an derslerinin Türkçeye tam metin kazandırılması dileğiyle Allah'tan kendisine rahmet dilerim. Mekânı cennet olsun.
12 Temmuz 2010 08:05
DİĞER HABERLER