Sünnet-i Seniyye’ye amelini tatbik etmekle, bu fâni ömür, bâkî meyveler verecek ebedî bir hayata vesile olacak olan faydaları temin eder.
Safvet Senih- Samanyoluhaber.com
Yirmi Dördüncü Söz’ün Beşinci Dalının Beş Meyvesinden Üçüncü Meyve için, Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor: “Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz uhrevî bir amel istersen, herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen, âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Muhammed Aleyhisselamın sünnet-i seniyyesine tâbi ol. Çünkü: Şer’î ve İslâmî bir muameleye, amelini tatbik ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Mesela: Bir şeyi satın aldın. Şer’î, İslamî icab ve kabulü (Yani aldım-verdim demeyi) tatbik ettiğin dakikada, o sıradan alış-verişin bir ibadet hükmünü alır. O şer’î, İslâmî hükmü hatırlamak, bir vahiy mesajını tasavvur ettirir. O da Şâri’î (İslâmiyeti gönderen, şeriatın Sahibi Cenab-ı Hakkı), düşünceye getirmekle, İlâhî bir teveccüh verir. O da huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyye’ye amelini tatbik etmekle, bu fâni ömür, bâkî meyveler verecek ebedî bir hayata vesile olacak olan faydaları temin eder.
‘…. Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî nebiye, o Resûle iman edin. Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.’ (Ârâf Suresi, 7/158) ahkâmları içinde cilveleri yayılan Esmâ-i Hüsnâ’nın her bir isminin tecelli feyzine câmî bir mazhar olmaya çalış. (Feyizleri üzerinde toplama mazhariyetine gayret et).
Her amel ve ibadetin mutlaka Cenab-ı Hakkın Güzel İsimleriyle alâkası vardır. Sünnetler de o isimlerin tecellisiyle ortaya çıkan ifadeler ve fiillerdir. Yeme-içme ile ilgili sünnetler Şâfî ismiyle münasebetlidir mesela… Çoğu Hakîm, Rahim gibi isimlerle alâkalıdır…
“Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, bilhassa haram zevklerin peşinden giden ehl-i sefâhate, özellikle ehl-i küfre bakıp süslü ve aldatıcı gayr-i meşru lezzetlerine kanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok alçalırsın. Hayvan dahi olmazsın. Çünkü; senin başındaki akıl, uğursuz bir âlet olup senin başını daima döğecektir. Mesela, nasıl ki, bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektirik lamba bulunur. O elektirikten dağılmış, onunla bağlı küçük küçük elektirik lambaları, küçük odalarına taksim edilmiş. Şimdi birisi, o büyük elektirik lâmbasını çevirip ışığı kapasa, bütün odalar derin bir karanlık içinde kalır. Başka bir sarayda ise, her odada, büyük elektirik lâmbasına bağlı olmayan küçük lambalar bulunsun. O sarayın sâhibi büyük elektirik lâmbasını kapasa, diğer odalarda ışık yanmaya devam eder, insan onlarla işini görebilir. Hırsızlar da bundan istifade edemezler.
“İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hz. Muhammed Aleyhisselam, onun kalbinde o büyük elektirik lâmbasıdır. Eğer bir Müslüman, Muhammed Aleyhisselamı unutsa, Allah korusun, kalbinden çıkarsa, artık hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki ruhunda hiçbir kemâl vasfına yer kalmaz. Hatta Rabbini de tanımaz. Mâhiyetindeki herşey, bütün lâtîfe ve ince duygular karanlığa gömülür, kalbinde müthiş bir tahribat olur, içini yalnızlık kaplar. Acaba bu tahribata ve yalnızlığa karşılık neyi kazanıp onunla dostluk edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribatın zararını tamir edersin? Halbuki Müslüman olmayanlar o ikinci saraya benzer. Hz. Muhammed Aleyhisselamın nuru kalblerinde olmasa bile, içlerinde kendilerince bazı nurlar (önceki peygamberlerin getirdikleri evrensel değerlerden gelenek ve kültür halinde intikal etmiş güzellikleri) kalabilir veya öyle zannederler. Manevî, ahlâkî fazilete vesile olacak, Hz. Musa Aleyhisselama ve Hz. İsa Aleyhisselama bir tür imanları ve Cenab-ı Hakka bir çeşit inançları kalabilir.
“Ey insanı daima kötülüğe sevk eden nefis! Eğer desen: ‘Ben, ecnebi değil, hayvan olmak istiyorum!’ Sana kaç defa söylemiştim: Hayvan gibi olamazsın. Zira kafanda akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemlerin ve gelecek korkuların tokatı ile senin yüzüne gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise, evvela akılını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem ‘Onlar hayvan gibi, hatta ondan da aşağıdırlar.’ (Âraf Suresi, 7/179- 25/44) edeblendirme sillesini gör.
“Beşinci Meyve: Ey nefis! Tekrar tekrar söylediğimiz gibi, insan yaratılış ağacının meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak, en câmî (kapsayıcı) ve umuma bakar ve umumun birlik cihetini içinde saklar bir KALB ÇEKİRDEĞİNİ taşıyan, yüzü kesrete (Allah’tan başkalara, çokluğa) fâniliğe, dünyaya bakan bir mahluktur. Ubudiyet ise, insanın yüzünü fenadan bekâya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan (nihayetteki uçlardan) mebdee (asıl kaynağa, ilk başa) çeviren birleştirici bağ, kavuşturucu köprü ve perçin noktasıdır.
“Nasıl ki, tohum olacak, kıymetli şuurlu bir meyve, ağacın altındaki canlılara baksa, güzelliğine güvense, kendisini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, adi bir tek meyve gibi zâyî olacak. Eğer o meyve, dayanma noktasını bulsa, içindeki çekirdek, bütün ağacın birlik cihetini tutmakla beraber ağacın bekâsına ve hakikatının devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde bir tek çekirdek, daimî küllî bir hakikata, bâki bir ömür içinde mazhar oluyor. Öyle de insan, eğer kesrete dalıp kainat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir zarara düşer. Hem faniliğe, hem kötülüğe, hem yokluğa düşer. Hem mânen kendisini idam eder. Eğer Kur’an’ın dilinden kalb kulağı ile iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin miracı ile kemâlât arşına çıkabilir. Baki bir insan olur.
“Ey nefsim! Madem hakikat böyledir ve madem İbrahim milletindensin. (a) İbrahimvârî ‘Ben öyle sönüp batan şeyi sevmem.’ (6/76) de ve Bâkî Mahbub olan Cenab-ı Hakka yüzünü çevir ve benim gibi ağla…”
İnşaallah bu meyveleri koparıp yemek için gayret gösterir; Risale-i Nurları çok dikkatli mütalaa ve müzakere ederiz.