Bu gün Kandil’i mesken tutmuş PKK tayfası, gözünü kan denizinin içinde dünyaya açtı.
Faili meçhullerden tutun da atası babası öldürülen, yakını hısmı şehirlinin yanında el pençe divan duran, Türkçe’yi doğru düzgün konuşamadığı için itilip kakılan, eğitimsiz, umutsuz, yalın ayak başı kabak bir gençlik oluştu Güneydoğu’da. Ama yavaş yavaş bu yokluğun yoksulluğun “kaderleri” olmadığı bilincine varıyorlardı, 2000’li yıllara varıldığında.
Doç Dr. Yalçın Akdoğan’ın dediği gibi, ne eğlenecek bi mekanları vardı, ne kitap okuyabilecekleri bi kütüphaneleri, ne tiyatroları ne de sinemaları. Televizyonda izledikleri yaşamlardan çok uzakta geçiyordu günleri.
Tek eğlenceleri düğünlerdi. Düğünlerde de “kahramanlık” türküleri çığrılıyor, gerilla şiirleri okunuyor, iki parmak havada, dağların ne denli şen şakrak ve dahi güvenli bi yer olduğu dillerden düşmüyordu.”
Fokur fokur kaynayan bi kazandı bu.
Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte terörün bittiğine inanan Ankara tayfası, bu kazandan habersizdi tabii!
İmralı bunlar için neredeyse dinsel anlam kazanmış, oranın sakiniyse, ebedi ve ezeli milli şef katına oturtuldu bu gün.
İyi güzel de; İmralı’da oturan adam ne söz veriyordu bu gençlere? Hiç! Kaderlerini nasıl değiştireceklerdi? Bu soru da yanıtsız kalıyordu.
Varsa yoksa İmralı’daki adam!
Ahmet Türk bile, İmralı istedi diye Meclise döndüklerini söylüyor .
Bu gün nereye geldik peki?
Sokak bunun yanıtını hemen veriyor:
Durmamızı, geri çekilmemizi istiyorsanız İmralı sakinini salıvereceksiniz. O zaman hem sokak durulacak hem de Bağımsız Kürdistan söylemleri ortadan kalkacak.
Ancak burada çok önemli bi nokta var. Kürt kökenli TC vatandaşlarının ezici çoğunluğu ne bağımsız Kürdistan istiyor, ne de İmralı’yı Vatikan olarak kabul ediyor. Hatta çoğu Öcalan’ın adını bile anmak istemiyor.
O zaman ne olacak? Bütün Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretecek, AK Parti’yle birlikte çalışarak demokratik açılımı rayına oturtacak, yeni bir siyasi parti gerekli. Bunun başına da ılımlı, Kürt’lerin haklarını, hukuklarını, etnik kimliklerini savunacak, terör örgütüyle dirsek teması olmayanlar geçecek. İşte o zaman hızla barış ortamına doğru yol alırız.
Meraklısına Not: Doç. Dr Yalçın Akdoğan’ın “Açık Görüş’te” dün yayınlanan yazısını okuyun. Bu arada Kemal Burkay’ın, “Ergenekon ve ona destek veren, ondan yarar uman güçler AK Parti Hükümetine de katlanamıyor. Onu devirmek için cunta hazırlıkları yaparken, söz konusu savaş ve gerilim ortamından yararlanıyor. Hatta ortamı gerip askeri vesayetin sürmesine yol açan eylemleri PKK’yla birlikte hazırlıyor” konulu yazısını da sonuna kadar dikkatle okuyun.
Muhafız
Selman Kayabaşı’nın Teşkilat adlı kitabını okuduğumda biraz ön yargılı davranmıştım. Kendi kemdime, ‘hadi canım; devletin için de yıllardan bu yana cirit atan, darbeler tezgahlayan, herkesi parmağında oynatan bir Teşkilat olacak da, kimse uyanmayacak!” demiş ve eleştirmiştim kitabı. Aradan geçen zaman Selman’ı haklı beniyse haksız kıldı! İşte karşınızda Ergenekon!
Yeni kitabı Muhafız, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi için çalışan gizli bir kuruluştan, Kennedy ve Adnan Menderes’i yetiştiren bir Akademi’ye uzanıyor. Oradan da Protestan’lığın kurucusu Lıther’in bağlı olduğu bir İslam Teşkilatına dönüyor.
İlginç sorulara da değiniyor kitap. Örneğin: “Muhsin Yazıcıoğlu, Makedonya ve Kosova’daki gizli görevleri nedeniyle mi öldürüldü? Kosova Devleti’nin kurulmasıyla Yazıcıoğlu’nun ölümü arasındaki ilişki nedir?
Adnan Kahveci, ANAP’ın başına geçeceği için mi öldürüldü?
ASELSAN’daki intiharların perde arkası. Kanuni’nin kılıcı Kanun, Protestanlığın ortaya çıkışıyla ilgili hangi sırrı barındırıyor? Kılıç bu gün hangi örgütün elinde ve nasıl korunuyor?
Selman Kayabaşı, DaVinci Şifresi’nin yazarı Dan Brown örneği, geçmişle günümüzü harmanlıyor, bunlardan bir sentez oluşturuyor. İnanın inanmayın gibisinden bi kaygısı olduğunu sanmıyorum. Ama en azından biraz olsun düşünün istiyor. Gerçekten çok ilginç ve mutlaka okunası bir kitap!
(Timaş Yayınları ve Selman Kayabaşı’na teşekkürler)
“Babam Dersim’de askerdi ama CHP’ye oy atardı!”
Mehmet Özdemir, Tunceli/Dersim kökenli. Yolladığı mektupta 1911 doğumlu babasını anlatıyor uzun uzun. “Babam Dersim isyanını bastırmaya giden birlikte yer almış. Sorulduğunda, bizim köy odasında yaşadıklarını anlatırdı zaman zaman. Öyle pek gönüllü anlatmazdı ama; yaşadıklarını hatırlamak istemiyordu.
“Kendisi CHP’liydi. Askere güvenirdi, severdi ve askerin sert olması gerektiğine inanırdı. İnönü hayranıydı. Askerin haksızlık yapmayacağına öyle inanmıştı ki, siyasetten aranan çocuklarını, askere teslim etmek istiyordu. Baktı ki, aileden kimileri, salt düşüncelerinden ötürü işkence görüyor, hapislerde çürüyor, bütün güveni sarsıldı.
“Dersim’in köylerine girdiklerinde yaşlılar,çocuklar ve hayvanlar kalmış ortalıkta. Gençlerse kaçmış. Herkesi meydana toplayıp, köyü ateşe vermişer.
“Dağları tarar, mağralarda gizlenenleri tek sıra yapıp kurşuna dizerlermiş. Askerler hayvanları kesip kavurma yapar, arıların da ballarını alırlarmış. Balları eritip mataralarına doldurur, kavurmaları da sır çantalarına tıkıştırırmış. Hiç karavana yememiş. Hep bal, hep kavurma. “ Dersim’e giden asker, ölünceye değin CHP’ye oy vermiş durmuş. Hiç bir gün Dersim’de olan bitenler için CHP’yi, İnönü’yü hele Şükrü Kaya’yı falan sorgulamamış. Basmış da basmış mühürü altı oka!
Oğlu Mehmet Özdemir, Almanya’da, Nürnberg’de oturuyor yıllardır. Kopmuş buralardan besbelli. Acaba o da babasının inandıklarına inanıyor, bu günün CHP’sine oy veriyor mu? Hiç, öyle merak ettim.