Bir maça gidiyoruz

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını 'Bir maça gidiyoruz' başlığı ile kaleme aldı.
         Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Risalesinde Dördüncü İşareti  değerlendirecek olursak:

Elli-altmış Risalede büyük âlimlerin anlatılamaz dedikleri en derin hakikatların temsiller vasıtasıyla en âmî ve ümmî insanlara dahi anlatılıp ders vermesinin Allah’ın bir inayeti olduğu anlatılıyor.

Mesela itirazlı bir soru olarak “Kur’an’da hem Allah’ın zatının ehad olduğu söyleniyor hem de küllî filleri icra ettiği; hem tek şahıs olduğu hem de yardımcısız olarak umumî Rububiyette bulunduğu; hem ferd olmakla beraber şeriksiz ortaksız şumüllü tasarruflarda bulunduğu; hem mekândan münezzeh olduğu hem de her yerde hazır ve nazır olduğu; hem nihayetsiz yüce olduğu hem de her şeye her şeyden daha yakın olduğu; hem bir olduğu hem de her şeyi bizzat elinde tuttuğu... Bütün bunları Kur’an ifade ediyor. Kur’an hikmetli... Hikmetli olan ise, aklın kabullenmekte zorlanacağı şeyleri akla yükletmemesi lâzım... Öyle bunlar nasıl izah edilebilir?” deniliyor. 16. Sözün Birinci Mebhasında yine Kur’an’da ifade edilen temessül bahsiyle akla, kalbe ve mantığa uygun gelecek üç temsille ayan beyan izah ediliyor.

Öğrencilik yıllarımda birisi bana “Bir maça gidiyoruz, binlerce ağızdan birbirinden farklı sözler çıkıyor, bunların hepsini hiç karıştırmadan bir anda anlamak mümkün olmuyor. Halbuki siz milyonlarca insanın ayrı ayrı dilde söyledikleri bütün istek ve dualarını hiç karıştırmadan Allah’ın işittiğine ve anında hepsine de karşılık verme gücüne sahip olduğuna inanıyorsunuz. Bu nasıl olur, bunu akıl nasıl kabul eder?”  demişti. Ben de 13. Söz’ün 2. Makamı’nda anlatılan Hüve Nüktesi ile, hava zerrelerinin her birinin bir anda söylenen bütün sözleri sanki küçük kulakları ile duyup ince dilleriyle yanlarında bulunan arkadaşlarına aktarırcasına hareket ettiklerini anlatmak daha doğrusu aktarmak suretiyle izah etmiş, sonra da “Allah’ın yarattığı akılsız şuursuz atom zerresinde durum böyle oluyorsa, hatta bu ses ve şekil nakillerini hiç şaşırmadan yaparken bu zerreler daha bir çok vazifeleri de hiç karıştırmaksızın yapıyorlarsa, Allahü Teala niçin bütün sesleri, istekleri, duaları duyamasın ve bir anda cevap verme gücüne sahip olamasın.” demiştim. Karşımdaki de “Bunu zaten ben söylemiyorum, bazı inkârcılardan duymuştum” demek zorunda kalmıştı. Bu olaydan bir müddet sonra, İslâmiyetten sonra gelmiş olduğu iddia edilen Bahâ-i dininin mensuplarıyla karşılaşmıştık. Uzun münakaşalardan sonra onlara “Madem yeni bir din olduğunu iddia ediyorsunuz. Demek ki size göre  İslamiyetin veremediği sorunların da cevabını veriyorsunuzdur” diyerek bir kaç soru içinde yukarıdaki soruyu da sormuştuk. Fakat bir türlü altından kalkmaları mümkün olmayınca “Kur’an tefsirleri bunların cevaplarını akılları ve gönülleri ikna edecek ve aydınlatacak şekilde veriyor, yeni bir dine niye ihtiyaç olsun ki?” diyerek meseleyi kapatmıştık.
12 Haziran 2025 10:44
DİĞER HABERLER