Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit günümüzde çokça tartışılan ve dikkat çeken bir konuyu köşesine taşıdı. Yiğit, yeni köşe yazısını "Birbirimizle imtihan olmak" başlığıyla kaleme aldı.
Dini hayatımızı olumsuz yönde etkileyen sebepler çoktur. Bunların başında nefis ve şeytan, içinde yaşadığımız çevre, dünyanın cazibedar güzellikleri, başa gelen bela ve musibetler ve insanlarla yaşadığımız problemler gelir. Bunlardan bir kısmı –görünürde– “ben-nefis” kaynaklıdır. Bir kısmı da Allah’tandır. Bazıları da “insan” kaynaklıdır. Nefis ve Allah’tan gelme şıklarını bir kenara bırakacak olursak, “insan” kaynaklı sebepler için de birkaç kategori oluşturulabilir. Bunlardan birincisi harici, dıştan kâfir ve münafıklardan gelen olumsuzluklardır ki her ne kadar insandaki “korku damarı” açısından bir tehlike oluştursa da o cihetten bir derece tanıdık, aynı zamanda mümin için iman noktasında bir gerilime vesile olan olumsuzluklardır. Bu harici olumsuzlukların yanında dahili, müminler arası yaşanan birtakım sıkıntılar da var ki bu, harici olumsuzluklardan daha yıkıcı olabilmekte, bazen de o kişi için ciddi imtihanlara sebebiyet vermektedir.
Sosyal hayatta dini temsil eden, belli konumlarda bulunan kişi veya kurumların bu türden yanlış tutum ve davranışlarla başkalarının dini duygu ve düşüncelerini olumsuz yönde etkiledikleri bir gerçektir. Bugün AKP ve bazı cemaatlerin sergiledikleri yanlışlar, din ve dini hayatla taban tabana zıt icraatlarıyla pek çok kişiyi adeta çileden çıkarmış, ortalık “Din bu ise (haşa) ben dindar değilim, Müslümanlık bu ise (haşa) ben Müslüman değilim” diyen kişilerden geçilmez hale gelmiştir. Toplumu ıslaha, düzeltmeye gücümüz yetmeyebilir; fakat bu tabii ki imkânsız da değildir, sadece azim, sabır, gayret ve zaman ister. Fakat nefsimizi ıslaha, düzeltmeye gücümüz yeter. Bu açıdan konuyu daha bir lokalize ederek fert planında ele almak/değerlendirmek daha faydalı olacaktır.
Birisi için imtihan vesilesi olmamaya çabalama
Öncelikle her mümin, çevresindeki arkadaş, konu-komşu ve çalışma arkadaşları açısından bir imtihan unsuru haline gelmemeye bakmalıdır. İnsanları birbirleriyle imtihan olma zeminine iten sebepler envai çeşittir. Misal olarak, mesela bazen sizden beklenmedik yanlış bir davranış sadır olabilir ve bu, karşınızdaki kişiyi size ve taşıdığınız kimliğe karşı nefrete sürükleyebilir. Herhangi birini aldatmanız veya onun aldattığınızı zannetmesi, sözünde durmamanız, ahlaksızca size yakıştıramadığı bir davranış, ticari ilişkilerdeki oyun, hile veya anlaşmazlıklar, vefasızlık olarak addedilecek bir davranış sergilemeniz, haksızlık yapmanız, adil olmamanız, hak yemeniz muhatabın size ve değerlerinize olan inancını sarsabilir. Bu bazen size yakışmayan bir söz de olabilir: yalan söyleme, gıybet, söz verme fakat sözünde durmama, hakaret, küfretme, müstehcen ifadeler kullanma, bağırıp çağırma, tek taraflı suçlama, iftira atma, iddialaşma ve tartışma, sen-ben kavgasına girme gibi fiiller. Bazen de bu, temel değerlerle çelişen birtakım alışkanlıklar olabilir: birtakım israfkâr tutum ve davranışlar sergileme, tevdi edilen sırrı tutamama, gururlu, kibirli olma, kendini hatasız, kusursuz, mükemmel görme, kişiler üzerinde üstünlük, tahakküm, hakimiyet ve sulta kurma peşinde koşma, mal-mülk ve servet edinmede gayr-i meşru yollara sapma, bencil egoist takılma gibi durumlar insanlar arası münasebetlerde hep imtihan unsuru içeren haller olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nelere dikkat etmeli?
Bunlardan kurtulmak için: Öncelikle her insan/mümin, bencilce düşüncelerden kurtulmaya çalışmalı, kendi merkezli düşündüğü kadar başkası merkezli düşünmeye de alışmalıdır. Karşısındaki her insana değer vermeli, saygı duymalıdır. İnsandaki insan sevgisi, ona şefkat bunu gerektirir. Münasebet kurduğu kişilere empati ile yaklaşmaya gayret ederek, kendisi için istediği şeyleri muhatabı için de istemeli, nefsi için istemediği şeyleri de onlar için istememelidir. Bir diğer taraftan, madem Allah (cc) değişik nedenlerle “Biz sizi birbirinizle imtihan ederiz” (En’âm, 3) buyurmaktadır. O halde her mümin, kendisinin bir başkası için bir imtihan unsuru olup-olmadığı hususunu, bir endişe olarak, sürekli içinde taşımalı, vicdanında alıp-vermelidir. Bu endişe çok değerlidir. Bu bir bilinç ve şuurdur. Bu şuura sahip olan kişi her söz ve davranışına “şuur damgası” vurarak hareket eder ki, bu da hata payını azaltır. Bunun yanında bu bilinç, bu endişe ile hareket eden bir kişiyi Allah –inşallah– o duruma düşürmez. Bütün bunlarla beraber her bir mümin kendisinin bir başkası adına bir imtihan unsuru haline gelmemesi için Allah’a sığınmalı, bu konuda Allah’tan yardım talep etmelidir. Bunlara ilaveten insan iradesi ile hareket ederek söz ve davranışlarına, hatta hislerine bile hakim olmalı, muhatabına imtihan yaşatacak pozisyonlardan sakınmalıdır. Bu da iradenin hakkını vermek demektir. Diğer taraftan tutum ve davranışlarımızda esas aldığımız kriterlerin hissi ve nefsani değil Kur’ânî ve Nebevî olmasına, yani bir ölçüye bağlı olmasına dikkat etmelidir. İman ve faziletçe en derin ve yüksek olan, bu konuda daha dikkatli hareket edebilen kişidir. Dolayısıyla da mesele imanı, ahireti kaybetme noktasına varacaksa, karşı taraf haksız dahi olsa hemen bir adım geri atmasını bilmelidir ki bunu yapabilenler gerçek müminlerdir.
Temsil konumundakilerin hassasiyeti
Bilhassa sosyal hayatta, Hizmet’te, belli bir konumu ihraz eden kişilerin daha bir dikkatli olmaları gerekmektedir. Bazen ters bir bakış, bazen yanlış ve yersiz bir söz, hatalı bir davranış, hissi, ferdi bir karar bir başkasının imtihan vesilesi olabilir. O halde insanlara rehberlik yapma konumunda bulunan gerçek bir mümin sözlerinden, hal tavır ve davranışlarına hatta beden diline varıncaya kadar dikkat etmeli, ölçülü konuşmalı, dengeli hareket etmelidir. Mümin yaptıklarını gördüğü kadar yıktıklarını da görebilmelidir. Yıktığı bir gönül, yıktığı bir şahsiyet, yıktığı bir değer, onun da ahiretini yıkabilir. İnsan her gün yaptıkları kadar yıktıklarını düşünerek, hem Allah’a istiğfarda bulunmalı hem de yıktıklarını tamir etmeye çalışmalıdır. Bu konumdaki kişiler bilhassa yanlış anlaşılmalara sebebiyet verecek noktalardan uzak durmaya çalışmalı (töhmet noktalarından uzak durma), insanların Allah’a, dine, hizmet duygu düşüncesine olan güvenlerini sarsmaya meydan vermemelidirler. “Ne söylediğiniz değil, nasıl anlaşıldığınız önemlidir” denildiği gibi bazı davranışlar doğru da olsa, onlar için “Ne yaptığınız değil, nasıl göründüğünüz, nasıl algılandığınız önemlidir” sözü söylenebilir.
“İnsan Kaynaklı” hatalardan olumsuz etkilenenler
Bu tür yani insan kaynaklı hatalardan dolayı etkilenen, Allah’a, kulluk vazifesine ve dine hizmete karşı eski heyecanını koruyamayan kişilere gelince; keşke onlara şunları anlatma imkânı olsa:
a) Din gibi mübarek müesseseler her ne kadar şahıslarla temsil edilseler de, onların üzerine bina edilemez. Kişiler –Peygamberler hariç– hatadan hali olmaz. Dolayısıyla kişilerin yanlışlarının faturasını dine, Allah’a kesmek doğru olmadığı gibi zararı da sahibine râci olan bir davranıştan başka bir şey değildir.
b) Kişilerin hata ve kusurlarının hata olup olmadığının objektif kriterlere göre ele alınıp değerlendirilmesinde zaruret vardır. Onlar Kur’ân, sünnet, hukuk, vicdan ve insani değerler açısından mı hata, yoksa subjektif bir kısım meseleler açısından mı? Bazen şahsi bir menfaat kaybı veya bir zarara uğrama, bazen şahsi kin, nefret ve öfkeye dayalı durumlar kişiler açısından maalesef hakikat suretinde değerlendirilebilmektedir. Objektif prensipler çerçevesinde hareket eden fakat bize ters gelen bir durumdan dolayı o kişi üzerinden dine, dini hayata, dine hizmet edenlere küsmek, darılmak, uzak durmak doğru olmasa gerektir.
c) Konumları ne olursa olsun, kişilerin hataları ne kadar çok ne kadar büyük olursa olsun bu hususlar ile Allah’ın var ve bir olduğu, ona kulluğun önemli bir kulluk vazifesi olduğu hakikatleri ile birbirleri ne karıştırılmamalıdır. Dine hizmet de sebepler planında kişilere bağlı olarak yürümektedir. Kişilere bağlı, ortak, ekip çalışmaları gerektiren projelerin takdir edilir ki kendi içinde birtakım imtihan unsurları barındırdığı/barındıracağı muhakkaktır. İnsanların farklı fıtratlarda olması, anlayış, kavrayış farklılıkları, usul, metot ve çalışma farklılıkları, tecrübe ilim ve bilgi düzeyleri her zaman kendi içinde ihtilafı, farklılığı, farklı tercihleri onların da bir kısım hata ve problemlere sebebiyet vermesi –art ve kötü niyet yoksa– sonucunu doğurması kaçınılmaz tabii, fıtri bir durumdur. Onun içindir ki insan unsuruyla çalışan her sosyal/sivil yapının kendi içinde birtakım problem yaşaması doğaldır. Bu tür durumlarda “El hükmü li’l-ekser, Hüküm çoğunluğa göredir” prensibiyle hareket edilerek, birkaç kişinin herhangi bir kötü niyete dayanmayan hata, yanlış ve kusurlarından dolayı umumu, ekseriyeti suçlayarak terk etmek katiyen doğru değildir.
Onun için bir veya bazı kişilerin hatası yüzünden külli bir hayra karşı tavır almak, “Pire yüzünden yorgan yakmak, imama kızıp namazı terk etmek” gibi, hiç de akıl kârı olmayan bir yoldur.
d) Her mümin, sosyal statüsü ne olursa olsun bir başka kardeşinin hatasını söyleyebilir, uyarabilir, ikaz veya irşat etme adına adımlar atabilir, bu aynı zamanda dini bir vecibe, bir sorumluluktur. Yalnız bunda da niyet, üslup çok önemlidir. Tabii ki niyetleri Allah bilir. Fakat çoğu zaman üslup niyeti ele verir. Şayet niyet halis, iyi, yapıcı ve tamir maksatlı ise usul ve üslup da ona uygun olur. Niyet tahrip, bozmak, yıkmak, nefsani veya kötü ise o zaman takip edilen yol da tahripkâr olur. Bir mümin için takip edilen yolun Kur’ânî, Nebevî, hukuki, insani ve ahlaki olması gerekmektedir. Ekonomi alanındaki tenkit ve uyarılar ekonominin kriterlerine, tıptaki tartışmalar tıp, mühendislikteki değerlendirmeler de mühendisliğin ilmi kıstaslarına göre yapıldığı gibi, dini ve dini kaynaklı hata ve kusurların kritiğinin de en başta dini usul ve kaidelere göre yapılması/ele alınması gerekmektedir. Bu da Allah rızası için, iyi niyetle, hikmet ve akıl ile şefkat ve merhamet duyarak, ıslah maksatlı insanları tahrik etmeden, nefsi müdafaa etmeyi değil, hakikati ifade etmeyi hedefleme ile, hakikatleri söylerken genel faydaya zarar vermeden söylemekle mümkündür.
“İnsan Kaynaklı” sebeplerle dinden, dini duygu düşünceden uzaklaşma maalesef en zor aşılabilen imtihanlardan biridir. Bu açıdan hem sebep olan hem de bu sebep olana takılıp kalan kişiler için ağır sorumluluklar vardır. Meseleleri sadece dünya denkleminde ele almak isabetli bir bakış açısı oluşturmaz. İnanan bir insandan beklenen bütün meselelerini Allah, kâinat, insan ve ahiret sacayakları ile beraber değerlendirmesidir. Allah istikametten ayırmasın...