Hangi devlet modeli daha sağlıklı ve dayanıklıdır: Eleştiri ve denetim altındaki mi, kutsallaştırılmış ve tenkit edilemez hale getirilmiş olanı mı?
Teorik tartışmaların sonu yok; hele fanatik taraftarlık, politize edilmiş kitlelerin ruhunu esir almışsa…
Amerika’da bu aralar yaşanan otoriterleşme tartışmalarına kulak vermekte fayda var. Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle alevlenen tartışmalar Amerika sınırlarını çoktan aşmış durumda. Nerde yaşarsanız yaşayın Amerika’daki bu tecrübeye kulak kabartmak zorundasınız; çünkü buradan çıkacak sonuç, dünya demokrasilerinde yeni rüzgârların esmesine neden olacak…
Demokratik haklar ve denetimler açısından, eşine az rastlanabilecek bir süreçten geçiyor Amerika. Eminim modern siyaset tarihi bu ilginç dönemi kare kare mercek altına yatıracak… Bu kritik konuya mürekkebi daha kurumamış yazılar üzerinden göz atmaya ne dersiniz?
Ateş ve Öfke
Son günlerin en çok ses getiren kitabı, Beyaz Saray dedikodularını konu alıyor. Michael Wolff tarafından yazılan Fire and Fury (Ateş ve Öfke) daha ilk günden bomba gibi düştü piyasaya. Yazar, kitabını Beyaz Saray’ın içinden 200 kişi ile görüşerek kaleme aldığını söylüyor. İçindeki bilgiler ‘Fuat Avni tarzı’ iddialara dayanıyor. Başkan Trump ateş püskürüyor; tweet atıyor ama yapacak çok şey yok. Kitap, bağımsız kaynaklar tarafından da (haber kayıtlarının yeterince sağlam olmaması açısından) tenkit ediliyor ama sonuçta yok satıyor.
Yazarının başına bir şey geliyor mu?
Ters kelepçe takılma riski söz konusu mu?
Tabi ki hayır!
Yazar kanal kanal dolaşıp kitabını tanıtıyor, sorulara muhatap oluyor…
Yazıya yazıyla, söze sözle cevap verenler oluyor. Demokrasi de bu değil mi zaten! Basın özgürlüğü de bu değil mi?
Demokrasiler Nasıl Ölür?
Daha birkaç gün önce yeni bir kitap daha çıktı piyasaya. Ama bu seferki dedikodu eseri değil. Harvard üniversitesinden iki Profesör Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, ‘Demokrasiler Nasıl Ölür’ (How Democracies Die) başlığı ile bir kitap neşretti. 15 seneyi aşkın bir süredir talebelerine ‘demokrasinin demokratik yollardan geçilerek nasıl yok edildiğini’ anlatan bu iki yazar, dünya tecrübeleri çerçevesinde Amerikan demokrasisini tartışmanın merceğine yerleştiriyor. “Amerika’da demokrasi tehlikede mi?” sorusuna bilimsel verilerle ve tarihî tecrübelerle cevap arıyor. Kitap, aslında demokrasinin tehlikede olduğunu net bir şekilde söylüyor ve ABD başkanı Trump’ı hedef alıyor.
Üniversitede işlerine son mu veriliyor?
Hapishane yolu mu görünüyor yazdıklarından dolayı. Trump dava mı açıyor demokrasiyi demokrasi ile yok etme iddiasına karşı?
Tabi ki hayır!
Ne Trump ceza davaları açıyor ne de iktidardaki Cumhuriyetçiler.
Chavez’in Venezüella’sı ve Erdoğan’ın Türkiye’si
Ha unutmadan söyleyeyim demokrasiyi demokratik yollardan geçerek öldürmenin iki örneği üzerinde ısrarla duruyor kitabın yazarları: Chavez’in Venezüella’sı ve Erdoğan’ın Türkiye’si.
Sevinin siyasal İslamcılar(!), Türkiye nihayet “model bir ülke” oldu. Oldu ama demokrasi-İslam örneklemesinde gıpta edilecek bir misal değil; demokratik yollardan geçerek demokrasiyi giyotine götüren bir model olarak siyaset tarihine geçti. Geçmiş olsun!
Şimdi kalkıp Türkiye hakkında bunları yazdı diye, bu iki Harvard hocasına dava açılır mı? Olur mu olur. Kutsanmış Reis ve tanrılaştırılmış devlet zihniyeti Mars’ta bir eleştiri duysa oraya bile dava açar… Sahi Erdoğan’a hakaret eden şiir okuduğu için hakaret davası açılan Alman komedyenin akıbeti ne oldu?
Hırsızların Başkomutanı
Mürekkebi kurumamış yayınlar deyince dergileri atlamak mümkün mü?
Washington Monthly adlı dergi Başkan’ı hedef alıyor ve ‘Commander In Thief’ başlığını atıyor. Malum, Amerikan başkanları aynı zamanda başkomutandır, yani İngilizcesiyle ‘Commander in Chief’. Dergi bir kelime oyunu yaparak chief (çiif) yerine theif (tiif) tabirini kullanıyor. Yani? Başkomutan manasına gelen kelime ile oynayarak “hırsızların başkomutanı” manasına gelen bir kelime türetiyor. Derginin iç sayfalarında uzun uzun izah ediyor neden bu kadar ağır bir laf söylediklerini.
Eleştiri çok ağır değil mi? Elbette. Ancak bu kadar ağır laflara ve iddialara karşı devlet mekanizması ve bir adamın iki dudağına hapsedilmiş yargısı harekete geçip dergiye kayyım falan atamıyor. Haberde imzası olan gazeteciler tutuklanmıyor.
Bu arada Türkiye’de tweet atmaktan insanlar hapishanelerde çürütülüyor. Gazete yazılarından dolayı yazarlar ömür boyu hapis talebiyle yargılanıyor…
Sadece Washington Monthly değil ki!
New Yorker adlı etkili bir derginin kapak yazısı bir kitaba ayrılmış. 27 psikolog tarafından verilen, Başkan Trump’ın psikolojisine dair raporu kitap yapmışlar. Kitap peynir ekmek gibi satılıyor. Trump ve sevenleri bu tür iddialara cevap vermiyor mu? Tabii ki altında kalınmıyor bu tarz iddiaların ama devlet gücünü kullanıp kitapları yasaklatarak değil, yazarları hain diye yaftalayarak hiç değil…
New Republic adlı derginin kapak konusu ‘Demokrasi Nasıl Hayatta Kalacak?’ (How Democracy Survive?) başlığını taşıyor. Yukarda zikrettiğim iki Harvard Hocası kitabin özetini bu dergi için de kaleme almış…
Harper’s adlı derginin kapağında yine Trump var. Bu sefer yanına Kuzey Kore başkanının fotoğrafını da koymuşlar. İki lider arasında patlamış bir atom bombası resmi. Ve başlık: Dünyayı Yok Ediciler.
Örnekleri çoğaltmaya gerek var mı?
Bütün bu yazılanlar ve yazıya karşı gösterilen tahammül hem Amerikan demokrasisi için önemli hem de Başkan Trump için. Başkan’ın hoşuna gitmiyordur herhalde bu yapılanlar. Bazen twitter hesabından cevaplar da veriyor ama ülkeyi gazeteciler için mahpushane haline getirmeyi aklının ucundan da geçirmiyordur sanırım. Zaten sistem de ona müsaade etmiyor. Anayasa ve yasalarla garanti altına alınmış temel özgürlükler ülkeyi küçük mü düşürüyor? Hayır!
Başkan Trump’ın diktatör olmadığına en büyük delil, düşünce ve ifade özgürlüğünün sistematik ve dinamik bir şekilde yaşıyor olması.
Ya Türkiye’deki durum?
Bir zamanlar Erdoğan “Ben dikatatör olsaydım siz bunları yazabilir miydiniz!” derdi. Şimdi kimse yazamadığına, gazete ve televizyonlara el konduğuna, gazeteciler hapse atıldığına göre Erdoğan rejiminin adı nedir?
Tam bunlar yaşanırken Ankara’da bindiği otobüste yanındaki kişiyle sohbet eden bir kadın, bu sohbete ‘kulak misafiri’ olan muhbir vatandaşın ihbarı ve takibi üzerine Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan gözaltına alınıyor.
Küçük düşen biri varsa o da her yazılan yazının (hatta sosyal medya mesajının) peşine düşüp ülkeyi kocaman bir hapishane haline getirenlerdir. Bugün de böyledir yarın da böyle olacak ve tarih, “demokrasiyi bir araç olarak kullanan” kişilerin Türkiye’de inşa ettiği despotizmi yerin dibine sokacak bir gün…