Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih 'Bu iş her kişinin değil er kişinin işi' başlıklı yazısında önemli hatırlatmalarda bulundu.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki:
“Hasımların tarih boyunca sergilediği tavır, ayar üslubla günümüzde de sergileniyor ve gelecekte de sergilenmesi mukadderse ve onlar bu tavırlarını şiddet kullanmaya kadar götüreceklerse,
Kur’an’ın hâdimleri de maruz kalacakları sıkıntılara karşı, önceden sabır ve mülâyemetle hazırlıklı olmak zorundadırlar. Gelecek hakkında teminat almış değiliz, her şey fevkalâde iyi de olabilir; çok şiddetli fırtınalarda esebilir. Ve şayet fırtınalar esecekse, işte o zaman sabır ve sebatı kuvvetli olanlar, azami cehdi, gayreti, ikdamı tam ve meseleyi bir imtihan sırrı şuuru ile ele alanlar, o fırtınanın şiddet ve tazyikine göğüs gerebilecek ve yarınlara yürüyebileceklerdir.
Kim bilir, belki de şartlar bu çığırı ilk açan çilekeşlerin dönemindekinden daha ağır da olabilir; olabilir de, bu yola gönül verenler ‘Keşke ölseydim’ bu günleri görmeseydim.” diyebilir.
Yine, kim bilir, belki o gün yerin altı üstünden daha fazla arzu edilir hale gelebilir; dolayısıyla da şimdilerde böyle bir imtihan sırrını göz ardı edenler elenip giderler.
“O gün kimileri korkuyla elenecek, kimileri ikbal hırsına kendine kaptırdığından dolayı elenecek, kimileri şöhret marazıyla elenip gidecek…
Bencillikten dolayı elenenler olacak. Bu ise ilk başladığı dönemdeki İHLAS ve SAMİMİYETİNİ koruyamadığından dolayı elenenler çıkacak; çıkacak zira; şimdiye kadar ne enbiyâ-ı izâm, ne evliyâ-ı fihâm, ne asfiyâ-ı kirâm, ne müçtehidin-i izâm, ne müceddin-i kiram hiçbirisi böyle tekdüze yürüyerek hedefe varamamıştır..
varamamış ve defaatle imtihana tâbî tutulmuş, kaç defa elenmiş ve neden sonra gidip hedefe ulaşmıştır. Tekrar arz edeyim ki, bu iş, elli defa imtihan vermiş, elli defa Allah’a karşı vefa ve sadakatini isbat etmiş insanların işidir. Bu baştan böyle kabul edilmeli ve sonradan ‘Ne oluyor?” dememeli. Zira bu ifade, Allah’ın takdirini tenkide açık, kazaya râzı olmayan insanların ve daha doğrusu kâfirce düşüncenin ifadesidir. Sonra asrın müceddidi, gelecek olan tazyik hususundaki endişesini ifade ederken
‘Dilerim Cenab-ı Hakk bize pahalıya satmasın’ der. Ne var ki, böyle bir şeye mâlik olmak için mal da verilir, can da verilir. Bu iş her kişinin işi değil, er kişinin işidir.
Bu iş, hiç başı, dişi ağrımayan hazırcıların omuzlayacağı kadar hafif bir iş değildir. Kim bilir belki gelecekte, yığın yığın sıkıntılar üstümüze, tıpkı karabasan gibi çökecek ve defaatle sarsılacağız. Belki ilk etapta onun şokunu yaşayacak ve belli bir süre mânâsını anlayamama şaşkınlığı içinde kalacağız.
Ancak daha sonra Cenab-ı Hakkın icraatını esma veya sıfat dairesinden hayranlıkla temâşâ ediyor gibi seyredecek ve zevkten zevke ererek, kendimizden geçeceğiz. “Bazı ahvalde fertlerin birbirlerine sıkıca kenetlenmeleri onlara kayıp düşmelerini önlediği gibi, geleceğin mutlu dünyasını imar etmeye azmetmiş hak erlerinin de Hizmet etrafında kenetlenmeleri kaydırıcı, düşürücü sebeplere karşı öyle bir teminattır.
Bunun içindir ki, her fert hizmetle irtibatını devam ettirmeli ve kardeşleriyle, sırf hizmet düşüncesiyle bütünleşmelidir. (Kızıl karıncalar gibi… Onlar şiddetli yağmurlar yağıp seller ortalığı kaplayacağı zaman, hemen toplanıp bir araya gelerek birbirleriyle sımsıkı kenetlenirler.
Böylece sellerin üzerinde top haline gelir ve sellerin sürükleyip götürdüğü ve bir dönemeçte bir yere taşıyıp bıraktığı bir koloni olarak toplu halde varlıklarını bu yeni yerde devam ettirirler. Hizmet mensuplarının da vifak ve ittifakla tam birlik sağlayıp, İhlaslı hizmetlerine devam etmeleri gerekir.) Evet, Hizmet hizmet erinin tabiatının ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Yalnız böyle bir noktaya gelinceye kadar çeşitli merhaleleri aşmak gerekir.
Mesela namaz müminin en ciddi işidir. Fakat namaza ilk başlayan bir insan onu ciddi olarak edâ etme hususunda evvelâ kendini biraz zorlar.
Böyle bir ciddiyeti yakalayabilmek için belki yıllarca TEMRİNAT yapar ve en sonunda huşû ile namaz kılmaya muvaffak olur. Hatta eskiler bir adamın Allah’la irtibatının derecesini anlamak için onun namazdaki yatıp kalkışına, temkinine, Allah karşısında samimiyetle duruşuna bakar ve ona göre hüküm verirlerdi.
“Evet işin başındaki o Zat (Üstad Hazretleri) şöhret yanı başına kadar geldiği zaman onu ayağının ucuyla itmiş ‘şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Eğer o belâya düşersen, ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ de, kurtul’ demiş ve muvakkaten o işin rüyasını görmüş, rüyada onun ne büyük bir âfet olduğuna şahit olmuş, sonra da hakikat âleminde ona karşı tavır alıp ihlas ile, zühd ile, verâ ile, o virüsü imhâ etme yolunu göstermiştir.
Evet, yılanların çıyanların etrafını sarıp bir hayat boyu kendisini tehdit etmelerine mukabil korku onun ruhuna hiç misafir olmamıştır. Zira o, korkunun her çeşidine karşı savunma mekanizmasını çok iyi ayarlamıştır. (…) Hasılı, sıkıştığımız zaman, o mihnetkeşlerin hayat safahatını gözlerimizin önüne sermeli, duygu ve düşünce dünyamızı yeniden hallaç etmeli, onların bulunduğu âleme girip seslerini soluklarını duymalıyız. (…) Rabbim çok kıymetli, çok pahalı, gerçek değerini sadece Kendisinin bildiği ebediyetler değerindeki bu hazineyi
bize gerçek değeriyle değil, altından kalkabileceğimiz karşılığıyla lütfeylesin!” İnşâallah…