"Siz burada sünepe sünepe oturun; Kızılbaşlar, Büyük Cami'yi bastı!" Böyle dedi gür sesli gür bıyıklı bir adam. İn miydi, cin miydi; anlaşılamadı. Ne o günden önce gören olmuştu adamı bu şehirde ne de o günden sonra. Ne var ki o meçhul adamın attığı kıvılcım pek yaman çıktı, dalga dalga büyüdü ve "Alevi dükkânları" o günün sonunda kül oldu. Şehrin önde gelenleri bile engel olamadı o vahşi yangına.
"Canlar! Daha ne durursunuz; köylerimizi yerle bir etmiş bu Yezidler!" diye bağırırken bir pos bıyıklı karayağız bir adam, daha bir kurşun bile sıkılmamıştı o mahallede. Sonra hiç susmadı silah sesleri; çocukların çığlık çığlığa feryat etmesine, gözleri kan çanağına dönmüş anaların inilti dolu bekleşmesine aldırış etmeden. O saatten sonra ne dedeler engel olabildi çıkan hadiselere, ne nineler...
Bir kahvene tarandı alt sokakta; üst mahallede gençler alelacele bir araya geldi. İçlerinden biri 'Kana kan intikam' diye haykırdı var gücüyle. Silahlarını kuşandılar düşmanla savaşacakmış gibi. Oysa yukarı mahallenin çocuklarıyla bin kez maç yapmış, bin kez düğünlerde çiftetelli oynamışlardı. Az sonra "Yandım anam!" deyip yere yığılan genç adam, tetiği çeken gencin evinde ders çalışmış, yemek yemişti vaktiyle...
Gecenin alaca karanlığında toplanan başı gözü atkılara sarılmış adamlardan en kısa boylusu konuştu önce, "Sendika başkanımıza kurşun yağdırdı bu namertler! Kanı yerde mi kalacak?" Sonra kızgın bakışlar eşliğinde hükmünü verdi: "Bu gece sönecek o ocak!" Ocak'ta köyden gelip yatılı okuyan meslek lisesi talebeleri sigara üstüne sigara içiyor, 'komünist saldırıya' karşı tedarikli bir vaziyette bekleşiyordu. Afganistan'da olduğu gibi bir sabah Sovyet tankları ile burun buruna geleceklerini düşünüyorlardı. Nasılsa Babrak Karmal gibi, Kızıl Ordu'yu ülkeye davet edecek "bir sürü Moskof uşağı" vardı. Aslında yaklaşan gerçek başkaydı. Biraz sonra kurşun yağacaktı üzerlerine ve yatılı eğitim hiç bitmeyecekti.
80'li yıllara böyle kâbuslarla girdik. Katliamlar, suikastlar, faili meçhuller. Kanlı 1 Mayıs olayı, Bahçelievler katliamı, 100'den fazla insanın hayatını kaybettiği Maraş olayları, MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'ın, eski başbakanlardan Nihat Erim'in, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin öldürülmesi... Günde en az 40 insan ölüyordu. Olayları tertipleyenler kimin nasıl tepki vereceğini biliyor, sürekli sinir uçlarına dokunuyordu. 5 binden fazla insanımız o hengâmede hayatını kaybetti.
Ve bir gün darbe oldu. Zaten bütün komplo olağanüstü bir yönetime geçmek içindi; zira o tür bir ara rejim olmadan uluslararası güç odaklarının taleplerini karşılamak mümkün değildi. Olan yine bu ülkenin evlatlarına oldu. 650 bin kişi gözaltına alındı. On binlercesi darbeciler tarafından işkence gördü. Neye yaradı? "Milliyetçi Türkiye" mi kuruldu; ya da "halkların kardeşliği" mi tesis edildi?
80 darbesinden sonra sağ-sol kavgası bitti. Zaten suni idi. Abartılmıştı, kışkırtılmıştı, çıldırtılmıştı. Genelde hepsi işçi-memur çocuğuydu. Oyuna getirilmiş, sokağa dökülmüştü. Zaten bu yüzden kısa zamanda kan davalı sanılan o insanlar yeniden dost oldu, ortak oldu, akraba oldu. Duygularına ve tepkilerine yenik düşen kitleler bu millete tuzak kuranların işini kolaylaştırmıştı. Demokrasiyi askıya alanların arkasındaki güçler hem ülkeye hem bölgeye yeni bir senaryo yazdı. Ve yazık oldu!
Uzatmayayım; benzer senaryoları 28 Şubat'ta da gördük, 27 Nisan sürecinde de. Yalan yanlış bilgiler ve korkunç senaryolarla insanların kalbine korku salındı. Psikolojik harp ajanları kılıktan kılığa girdi yeniden. Sular biraz durulduğunda beliren manzara daha öncekilerden farklı değildi: Meğer memlekette 50 milyar dolar buharlaşmış, meğer "vatanperver görevliler" bazı ülkelere ihale dağıtıp 'ittifak'ı sımsıkı perçinlemişti...
Şimdi aynı tuzak Kürtler üzerinden kuruluyor. Allah tanımayan, kitap bilmeyen, peygamberden haberdar olmayan bir örgüt, bayramı kana buluyor. Ne insaf kalmış bu katillerde, ne vicdan. Ama bir mantığı var yaptığının. Bunu görmemek için ya aklını kaybetmesi lazım insanların ya da öfkesine mağlup olması. Piyonlarını Antep'e gönderenler istiyor ki o vahşi eyleme kızalım; bin yıllık kardeşliği tarumar edelim. İstiyor ki sabrımız taşsın, istiyor ki terörle mücadele devletin güvenlik güçleri ile kanlı örgüt arasında yaşanmaktan çıkıp, Kürtlerle Kürt olmayan çoğunluk arasında yaşansın. Örgüte o melun emri verenler, diğer taraftan da tepki psikolojisini kanun dışına taşımak için sinsi girişimler içinde.
Genç bir nüfusumuz var. Öfkesine mağlup olmaya hazır sevgili gençler, yıllar önceki puslu havanın pos bıyıklı adamlarını tanımıyor. Onlara çok da kızamıyorum; özel görevli birinin gerektiğinde bütün kutsal değerleri kullanarak kışkırtıcılık yapacağını da. Devrimci jargonun en yüksek dozuyla seslenen biri çıksa, "Bu kan yerde mi kalacak?" dese, onu samimi bir yurtsever sanarak, "Hayır ben daha ölmedim!" diyecek çok genç adam var bu ülkede.
İyi de çözüm bu mu? Bin kez oyuna gelen bu ülkenin delikanlıları ne zaman emperyalist senaryolarda figüran olmak ile demokratik denetim yolunu işletip güvenliği meşru güçlere bırakmak arasındaki büyük farkı anlayacak! Devletin askeri, polisi, istihbaratı el ele verecek ve terörün çanına ot tıkayacak. Bunu yapamayan birim halka hesap verecek. Bunun dışında çare aramak, meseleyi sokakta çözmeyi denemek terör örgütünün planına boyun eğmektir. Ne ülke sevgisiyle izah edilebilir, ne terör karşıtlığı ile. Bırak devlet görevini yapsın suçluyu derdest etsin. Sen de o görev dağılımında kusuru ihmali yanlışı olan varsa onu denetle ve onun hesabını sor. Gerisi anarşiye zemin hazırlamak demektir...
Bazı ulusalcı şovların samimiyetten ne kadar uzak olduğu ve oradaki bazı gayretlerin kaos planının bir parçası olduğu bizim kuşağımız için çok açık. Vaktiyle Öcalan'a çiçek verenler, şimdi ulusalcı olmuş güya. Yıllar önce genç bir topluluğa yaklaşıp "Arkadaşlar vatan elden gidiyor!" diye bağıran ve sonra ortadan kaybolan zombilerin maksadını bu millet gayet iyi bilir. Vaktiyle Mehmetçik'e kurşun sıkanların bugün şehit cenazelerini hükümet karşıtı gösteriye dönüştürmeleri bir ihtida mıdır yoksa matruşkanın bir başka eylem yüzü mü?
Şimdiki gençler bilmez bu matruşkaları; ama bizim kuşağa yabancı değil. Kravat takmışlar, saçlarını briyantinlemişler, purolarını yakmışlar, kendilerine yazar-çizer süsü vermişler. Ama tanıyoruz onları. Cami avlusunda olay çıkarmasından, gece Alevilerin evine işaret koyup sabah soluğu Alevilerin yanında almasından, kaotik amacına ulaşmak için bütün kutsal değerleri kullanmasından, örgüt eylemini bahane edip adam öldürmesinden, mahalle basmaya teşvik etmesinden...
Tanıyoruz seni provokatör! Tanıyoruz seni matruşka! Vaktiyle ne ocaklar söndürdün parlak cümleler eşliğinde. Bu sefer o kirli amacına ulaşamayacaksın; çünkü acı tecrübeleri unutmayan ve oyuna gelmemek için alın terini gözyaşına katık yapan Anadolu çocukları bu seferki münafıklığa izin vermeyecek. Mezhep ayrımcılığın da işe yaramayacak etnik milliyetçiliğin de. Işıklar yandı, başındaki kadın çorabı ve elindeki fenerle evin ortasında yakalandın bir gece yarısı. O mukaddes bayrağı siper ederek gizleyemezsin kendini.
KCK yıkılmadan PKK yıkılmaz
KCK operasyonlarına karşı çıkan bazı kişiler ısrarla KCK'yı, PKK'nın şehir yapılanması gibi gösteriyordu. İddiaya göre bu yapıya müdahale etmek Kürtlerin demokrasiye katılımını engellemek anlamına geliyordu. Oysa KCK, malum örgütün sivil ve demokratik ayağı değil; paralel devletin ta kendisiydi ve PKK onun emrindeki silahlı güçtü. Bazı KCK müdafii yazarların söylediği doğru olsaydı zaten BDP'ye gerek kalmazdı; çünkü PKK ile BDP arasındaki yakın bağ ortadayken araya neden yeni bir yapı girecekti ki?
Her neyse. Gaziantep'teki korkunç saldırı hem PKK'nın nasıl vahşi bir terör örgütü olduğunu ortaya koydu hem de KCK denen yapının nasıl kriminal bir örgütlenme olduğunu gözler önüne serdi. 4'ü çocuk 9 sivil vatandaşı katleden eylemin baş sorumlusu Murat Karayılan'ın koruması Murat Filiz çıktı. Karayılan KCK'nın başı olduğunu zaten kabul ediyor. O kabulün yanında KCK'nın sadece 'tasarım' olduğunu söylüyor. Bizim bazı yazarlarımız da 'tasarım' söylemine bayılıyor. Hatta KCK operasyonlarına karşı çıkarak bu operasyonların devletin 'güvenlik' kanadına teslim edilmesi manasını çıkarıyor. Güya devletin bir özgürlükçü kanadı varmış bir de güvenlikçi. Hiç kimse kusura bakmasın bu teori kuyruklu bir yalana dayanıyor. KCK da, PKK da terör örgütüdür; biri dağda savaşıp asker polis demeden katliamlar yapıyor, buna razı olmayan Kürt vatandaşımızı da öldürüyor; diğeri PKK'ya şehirde destek sağlıyor, taraftar topluyor, eylemlerine doğrudan yardım edip, korkunç planı fiilen icra ediyor.
Cafcaflı laflarla kendimizi kandırmaya gerek yok. Dünya devletleri terör örgütlerini nasıl etkisiz hale getirdiyse biz de öyle yapmak zorundayız. Örgütün kirli para kaynaklarını kurutacaksın, silah ve mühimmat bağlarını keseceksin, uyuşturucu ticaretinin kökünü kazıyacaksın ve her hamlenle bu korkunç örgütün beynini dağıtıp felç edeceksin. Bütün bunlar olurken halkın demokratik taleplerini yerine getirecek, herkesin bu ülkede birinci sınıf vatandaş olduğunu ispat edeceksin. Yani hem güvenlik alanında kararlı ve ciddi adımlar atacaksın, hem özgürlük anlamında ciddi mesafeler alacaksın.
Gaziantep olayı maskeleri tamamen düşürdü. Daha önceki saldırılarda da anlaşılmıştı ki bu örgüt artık uluslararası terörün sadece taşeronudur. İradesi yoktur, insafı olmadığı gibi; bağımsızlığı yoktur, vicdanı olmadığı gibi... Şimdi Antep'te büsbütün suçüstü yakalandı. Eylemi yapanlara bakın. Kamu görevlisi adamların ne işi var bu eylemde. Çünkü dağda olsa PKK militanı sayılacak ve şehre gelip bu organizeyi yapamayacaktı. Oysa KCK üyesi olup öğretmen kimliğiyle yaşamak, kendini sendikacı diye tanıtmak, belediyede işçi gibi aramızda dolaşmak örgütün işine geliyor. KCK operasyonları yapılmamış olsaydı belki daha vahşi eylemler görecektik. İşte Antep'teki katliam bunu ispat etti. Tereddüde hiç gerek yok: PKK'yı çökertmek isteyen, KCK'yı da devirmek zorunda. Bunun aksini düşünmek ya bilgisizlikten kaynaklanıyor ya da bizim bilemediğimiz bir fırıldak dönüyor. Ona bizim aklımız ermiyor (!) ama iç cebinde farklı istihbaratların kimliğini taşıyanlar ve sıkıştığı anda masaya o kimliği atanlar, ve maaşını oralardan alıp yazı yazanlar, analiz yapanlar neler döndüğünü biliyordur sanırım...