UNUTMAYIN! Okuyun ve okutun

<B>UNUTMAYIN!</B> Okuyun ve okutun
Ahmet Necdet Sezer'in 2007 yılında görev süresinin sona ermesiyle birlikte Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlendi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü Çankaya'ya aday gösterdi. 27 Nisan'da TBMM, Köşk seçimleri için toplandı. Oylama öncesinde eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, "Seçimin yapılabilmesi için Meclis'te 367 vekilin bulunması gerekir." tezini ortaya attı. Daha önceki hiçbir seçimde gündeme gelmeyen bu tezi sorgusuz kabul eden ilk parti CHP oldu ve oylamaya katılmayacağını açıkladı. Bunun üzerine kilit konumuna gelen DYP ve Anavatan da son anda Meclis'e girmekten vazgeçti. Muhalefetin katılmadığı ilk tur oylamada Gül, 357 oy aldı. Toplantı yeter sayısı 361'de kalınca CHP, konuyu aynı gün Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı. Ancak ne olduysa o gece yarısı oldu. Genelkurmay, internet sitesine 23.17'de koyduğu bildiri ile seçimlere müdahale etti. Tarihe 'e-muhtıra' olarak geçen açıklamada 'cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde laiklik karşıtı etkinliklerin vahim derecede arttığı' savunuldu. TSK'nın yasalarla kendisine düşen yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği belirtildi. Ajanslar bildiriyi 'acil' koduyla servis ederken durumdan vazife çıkaran Yüksek Mahkeme, 1 Mayıs'ta toplanarak CHP'nin isteği doğrultusunda karar verdi. İlk tur oylamayı iptal etti. Siyasi tarihimizde on yılda bir tekrarlanan kırılmaların devamı olan 27 Nisan bildirisi, aynen şöyle başlıyordu: "Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir." 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile Kutlu Doğum haftası etkinlikleri yapılması, aynı günde Kur'an okuma yarışması düzenlenmesi; Mardin, Gaziantep, Diyarbakır, Ankara, Denizli gibi illerde gerçekleştirilen etkinlikler 'devletin temel niteliklerini aşındırmaya yönelik' irticai anlayış olarak özetlenmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağlanan bildiri şöyle sonlanıyordu: "Son günlerde cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, TSK bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur.(...) TSK, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusunda sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir." Meclis'in cumhurbaşkanını seçmeye çalıştığı günün gece yarısına doğru yayımlanan bildiri 357 oy alan tek aday Abdullah Gül'ün daha ikinci ve üçüncü turlara katılıp seçilmesini bile beklemeden bütün siyasi hesapları altüst etmişti. 27 Nisan bildirisine gerekçe olan süreç, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne kimin çıkacağı tartışmalarıyla başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün en güçlü adaylar olması muhalefet tarafından 'son kale'nin de düşeceği anlamına geliyordu. Ayrıca bu isimlerden herhangi birinin 'başkumandan' olması first lady'nin de başörtülü olması demekti. Bu durumun kabul edilemez olduğu, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan'da yaptığı, "Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak" açıklamalarıyla da tırmandı. ORGENERAL KARADAYI: BEN İSTEDİM, MUMCU MECLİS'E GİRMEDİ Başbakan Erdoğan'ın Meclis oylamasına 3 gün kala 24 Nisan'da "Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir." açıklamasının ardından Türkiye, hızlı bir siyasi sürece girdi. Diğer partilerden destek arayışına giren Abdullah Gül umduğunu bulamadı. CHP lideri Deniz Baykal'ın, "367'yi bulamazsanız konuyu Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz." demesiyle siyasi tansiyon yükseldi. Ahmet Necdet Sezer'in yerine yeni cumhurbaşkanının seçileceği 27 Nisan'da Anavatanlı bazı milletvekillerinin de katılımıyla AK Parti'nin 367 çoğunluğunu sağlayacağı düşünülüyordu. CHP oylamaya katılmayacağını açıklamıştı. DYP ve Anavatan ise renk vermedi. İki lider, oylamaya saatler kala girmeyeceklerini açıkladı. Dönemin Anavatan lideri Erkan Mumcu, 20 milletvekilini Balgat'taki parti binasında topladı. Hatta bir iddiaya göre katılmak isteyenler bile tehdit edilmiş ve binadan çıkmalarına izin verilmemişti. Geçtiğimiz aylarda internete düşen bir ses kaydında Mumcu'nun bu tavrının sebebi aydınlandı. Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı şunları söylüyordu: "Ben Erkan Mumcu'ya cumhurbaşkanlığı seçimine girme, dedim. Girmedi. Abdullah Gül olmadı, gaye oydu. Gül olmayınca seçime gidecekti. Fakat bu, 'cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini istiyorum' dedi. Zaten teklifi (cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini kastediyor.) yapan pez...k kendisi. Bize hava yapmak için bunu teklif etti, AKP de üzerine atladı... Teşekkür ettim Sabih Kanadoğlu'na, gece konuştuk 45 dakika kadar. Valla kötü istikamete gidiyorlar, dedi. Ancak dedi bazı şeyler olabilir. Genelkurmay'ın düşünmesi lazım. Bu işi bir tek şey, Silahlı Kuvvetler temizler artık." TBMM'de 27 Nisan Cuma günü yapılan kritik oylamada AK Parti'nin tek adayı Gül 357 oy aldı. CHP akşam saatlerinde katılım sayısının 367'nin altında kaldığını, bu yüzden oylamanın geçersiz olduğunu savunarak Anayasa Mahkemesi'ne gitti. BÜYÜKANIT VE SEZER, BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN TELEFONLARINA ÇIKMADI 27 Nisan gecesi saat 23.30 sularında ise Ankara'da olağanüstü bir hareketlilik yaşandı. Sabah Gazetesi muhabiri Metehan Demir'in, Habertürk Televizyonu'nda yaptığı açıklama ile Türkiye yeni bir 'müdahale' şekliyle tanıştı. Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde ilginç bir bildiri kaleme alınmıştı. e-bildirinin altında herhangi bir komutanın imzası yoktu. O günü yakından takip eden savunma muhabirlerine göre, karargahın rutin işi gibi kayda girmişti. Ankara'da sıcak saatlerin yaşanmasına sebep olan bildiri, gece 23.00'ten cumartesi günü hükümetin açıklama yaptığı 15.00'e kadar muhtıra olarak sunuldu kimi yayın kuruluşlarınca. Başbakan Erdoğan'ın, bazı gazetecilerin internet sitesine düşmeden öğrendikleri bildiri konusunda gecenin ilerleyen saatlerinde dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i telefonla aradığı da sonraki aylarda ortaya çıktı. Büyükanıt da Sezer de Başbakan'ın telefonlarına çıkmamıştı. Bildiri metnini kaleme alan da tartışıldı Gece yarısı gelen bildirinin zamanlaması kadar üslubu da tartışma konusu oldu. Bildiriyi yazanın asker olmadığı, akademisyen bir gazeteci olduğu çok konuşuldu. Metni kaleme alan konusunda köşe yazarları iz sürdü. Mehmet Barlas, "Muhtıra metni kötü bir köşe yazarı üslubuyla yazılmış gibi duruyor." derken, Nuh Gönültaş bu ismin 'Dışişleri bakanı' olmayı umduğunu belirterek diplomasi kökenli bir yazar olduğunun ipuçlarını verdi. Serdar Turgut da yazısında "Diyorum ki; eğer gerçekten bir gazeteciyse bu metni yazan, o mutlaka Milliyet Gazetesi'nin bir yazarıdır. Çünkü bir müdahale tehdidi metnini bile bu kadar ruhsuz ve lafı evirip çeviren, söyleyebilen bir yazar ancak Milliyet Gazetesi'nde olabilir dedim kendi kendime... Oradan değilse de mutlaka Oktay Ekşi'dir dedim." ancak bir süre sonra Serdar Turgut bu isimlerin hiçbirinin bu metni kaleme almış olamayacağını belirtti. Ekrem Dumanlı ise aranan yazarın bir dönem sağ cenahta gezinen, hatta sağcı bir partiden milletvekili adayı olan bir isim olduğunu ve bildiri yazılması esnasında Genelkurmay ile CHP lideri Deniz Baykal'ın evi arasında mekik dokuduğunu kaydetti. Ahmet Hakan da yaptığı araştırma sonucu bu ismin Hasan Ünal olabileceğini açıkça yazdı. Hasan Ünal dava açmakla tehdit edince de "Elinden geleni ardına koyma. İstersen Anayasa Mahkemesi'ne başvur. Belki 9'a 2 kazanırsın." ifadesini kullandı. Diğer yandan bildirinin gece yarısı ve imzasız girmesinin ne ifade ettiği de irdelendi. Yapılan yorumlarda, komuta kademesinde fikirbirliği olmadığı, hatta bildirinin Genelkurmay Başkanı'nın oluru alınmadan yayımlandığı iddia edildi. O gün kim ne dedi? Onur Öymen (CHP): Genelkurmay'la aynı düşünüyoruz Genelkurmay'ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. 'Ne mutlu Türk'üm diyene' kelimesini kimse küçümseyemez ve bunu küçümseyenleri devletin düşmanı sayarız. Laikliğe hakaret edeceksiniz ve sonra diyeceksiniz 'ben değiştim' ve bu ülkenin cumhurbaşkanı olacaksınız. Bunları söylediğinizde siz çocuk değildiniz. Türkiye'yi Atatürk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz. Ural Akbulut (Eski ODTÜ rektörü): Bekliyordum. Bu ikinci 28 Şubat'tır Bu süreç birkaç günlük bir olay değil. Bütün uyarılara rağmen bugüne gelindi. Hükümet ipleri gerip son noktasını bulmaya çalıştı. Böyle bir patlama bekleniyordu. TSK her şeye rağmen soğukkanlı davranmıştır. Yaşanan bu son olay öncesinde Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı açıklamalarıyla gerekli uyarıları yaptılar ama kimse dikkate almadı. Güneri Civaoğlu (Milliyet): Önümüzde 4 altın gün var Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı açıklama çok duyarlıdır. Sağduyu ve serinkanlılık gerek. Anayasa Mahkemesi kararına kadar önümüzde 4 altın gün var. Egemenliğin Türk milleti adına kullanıldığı kurumlardan biri de "yargı"dır. O nedenle cumhurbaşkanlığı seçiminin yüksek yargı organlarından biri olan Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesinde demokrasi adına yadırganacak bir şey yok. Rejim işliyor. Anayasa Mahkemesi, demokrasinin "emniyet supabı" olarak görülmelidir. 1960 öncesinde böyle kurumlar olmadığı içindir ki Meclis'te çoğunluğa sahip iktidar partisi, her istediğini yapabilir sanmıştır. Ve... Ne yazık ki... 27 Mayıs 1960 askerî ihtilaliyle bu "freni patlamış" gidiş, tanka çarptı. Ertuğrul Özkök (Hürriyet): Siviller süreci yönetemedi Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır. Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır. Şurası bir gerçektir: Siviller bu süreci iyi yönetemediler. Emin olunuz ki, bunda herkesin yanlışlığı rol oynamıştır. Tabii her şeyden önce iktidarın. Oktay Ekşi (Hürriyet): Hükümet görevini yapmadı Asıl sorun, ülkeyi yöneten siyasi partinin Atatürk ilkelerine -dolayısıyla Cumhuriyet'in Anayasa'da da yer alan temel değerlerine- aykırı faaliyetleri korumasında, hatta teşvik etmesinde. Yılmaz Özdil (Sabah): Bundan sonraki adım tank olur Hâlâ deniyor ki, bundan sonraki adım ne olur? Bundan sonraki adım, tank olur. Gücüm var diye dayatırsan, gücü olan sana dayatır. Kaçınılmaz gerçek, budur. Cengiz Çandar (Referans): Türkiye, 10 yıl geriye gitti Türkiye, 27 Nisan gece yarısı, 10 yıl geriye gitmiştir. Genelkurmay açıklaması, bir 'askerî müdahale'dir... Ve, bu, AB aday üyeliği ve tam üyelik müzakerelerine başlayabilmek için "olmazsa olmaz" şart olan "Kopenhag Kriterleri"nin daha ilk cümlesinin ihlalidir. Hadi Uluengin (Hürriyet): Bu darbe girişimleri artık yetti Hayır, kabul etmiyorum! Reddediyorum! Elli beş yaşımı sekize böldüğüm takdirde meşûm bir "rekor" olarak ortaya çıkan ve ortalama her altı virgül sekiz yılda bir tekrarlanan bu darbe ve darbe girişimleri artık yetti! 2007 Türkiye'sindeki hiçbir gerekçe yeni bir darbe tehdidiyle uzlaşmayı haklı kılamaz. Mehmet Ali Birand (Posta): Muz cumhuriyetlerinden farksızmışız Meğer kendi kendimizi aldatıp durmuşuz. Ne kafalar değişmiş, ne de yapılan reformlar işe yaramış. Biz hâlâ muz cumhuriyetlerinden farksızmışız. Hâlâ askerî müdahaleleri içimizden atamamışız. Yazıklar olsun, boşuna geçen bunca yıla... Göreceksiniz bu defa da aynı olacak ve yararından çok zararını göreceğiz. Hasan Cemal (Milliyet): Asker sorunu çözülmeden demokrasi olmaz Evet, Türkiye'nin asker sorunu vardır. 27 Nisan'daki gece yarısı muhtırası da bu sorunun varlığını bir kez daha sergilemiştir... Bizde de çözülecek asker sorunu! Bu açıdan, AKP hükümetinin 'gece yarısı muhtırası'na karşı almış olduğu ilk tavır demokrasi konusunda umut vericidir. Dileriz, devam eder... Son söz: Asker sorunu çözülmeden, gerçek demokrasi olamayız. Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak): Demokrasiden yoksun ülke mi burası? Nasıl olur da 21. yüzyılın ortasında dünyanın merkezindeki bir ülkede asker siyasete tam seçim esnasında, seçimleri etkilemek ya da engellemek için keyfî bir müdahale girişiminde bulunabilir? Demokratik kurallardan, demokrasi fikrinden bu kadar azade bir ülke midir burası? Ergun Babahan (Sabah): Demokrasiye kurşun sıkıldı Bugün laikliği koruma adı altında bu modelin demokrasi ayağına kurşun sıkılmıştır. Kim ne derse desin, bugün itibarıyla "özürlü bir demokrasimiz" vardır. Ancak demokrasi, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlıdır. Tepeden inmiş bir demokrasi, bağışlanmış haklarla sağlıklı bir toplum düzeni oluşturamayız. Onun için 'gün demokrasiye sahip çıkma günüdür'. İsmet Berkan (Radikal): Sandığın iradesine saygı duyulmalı Demokrasiler, hele hele ciddi ekonomik sıkıntılarını hızlı bir ekonomik büyümeyle aşmaya çalışan bizimki gibi demokrasiler, askerî darbe tehdidi altında yaşayamazlar. Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bütün sorunların çözüm yeri sandıktır. Herkes bu basit gerçeği kabul etmeli ve sandığın iradesine saygı duymalıdır. BÜLENT CEYHAN-FATİH VURAL /ZAMAN
27 Nisan 2009 06:31
DİĞER HABERLER