Yazdığı yazılardan dolayı 3 müebbet hapis cezasıyla yargılanan ve 18 aydır cezaevinde bulunan gazeteci-yazar Şahin Alpay, Silivri Cezaevi’nden yeni bir mektup yazdı.
En son Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Altan ile birlikte tahilyesine karar vermesine rağmen, yerel mahkemeler tarafından bu kararın uygulanmamasına değinen Alpay, “Tahliye edilmeyeceğim anlaşılınca, büyük hayal kırıklığına uğradım. Bunu beklemiyordum. Tahliye olacağım diye bütün hazırlıklarımı yapmıştım. Ailemin, onlarla birlikte bekleşen dostlarımın hayal kırıklığına çok üzüldüm. Acaba AİHM de ihlal kararı verecek olursa, o da uygulanmayacak mı diye endişelenmeye başladım. Bekleyip, göreceğiz.” dedi.
İşte Şahin Alpay’ın P24’te yayınlanan mektubu;
P24’te, 25.12.2017’de yayınlanan mektubumda, “Hayatımın İronisi”nden söz etmiştim. Şöyle diyordum: “Hayatıma anlam veren, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye hizmetin hiç beklenmedik sonucu ‘darbeci ve terörist’ suçlamasıyla hapse atılmak olmuştu. Hayatımda birçok ironi bulunabilir, ama bu hayatımın ironisiydi.”
Geçtiğimiz günlerde hayatıma yeni bir ironi daha girdi. Anayasa Mahkemesi (AYM) 11.1.2018 günü açıklanan kararında, tutukluluğumun “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarımı, “ifade ve basın özgürlüğünü” ihlal ettiğine hükmederek, tahliye edilmemi istedi. Ne var ki, 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ardından itiraz mercii olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi iktidar sözcülerinden gelen telkinlerle AYM kararını uygulamayı reddetti. Tutukluluğum devam ediyor.
Anayasa’ya göre AYM kararları “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri” bağlayıcı nitelikte. Böyle olduğu halde bir AYM kararının, tarihte ilk kez uygulanmayışının ne anlama geldiğini Türkiye’nin birçok saygın hukukçusu, anayasanın açık ihlali olarak yorumladı. Bu ihlalin sonuçlarını en ayrıntılı olarak açıklayan da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı Rıza Türmen oldu. (Bkz. Cumhuriyet, 19.1.2018)
Yakınlarım, dostlarım ve eski öğrencilerim hayatımın bu son ironisini nasıl algıladığımı, 11 Ocak gününü nasıl yaşadığımı merak edebilirler.
AYM’nin, içinde bulunduğum durumun haksız tutukluluk olduğuna hükmeden kararını öğrendiğimde elbette ki hem kendim, hem de benzer konumdaki meslektaşlarım adına, çok sevindim. Eşime çocuklarıma ve torunlarıma kavuşacağım için çok mutlu oldum.
Tahliye edilmeyeceğim anlaşılınca, büyük hayal kırıklığına uğradım. Bunu beklemiyordum. Tahliye olacağım diye bütün hazırlıklarımı yapmıştım. Ailemin, onlarla birlikte bekleşen dostlarımın hayal kırıklığına çok üzüldüm. Acaba AİHM de ihlal kararı verecek olursa, o da uygulanmayacak mı diye endişelenmeye başladım. Bekleyip, göreceğiz.
AYM kararının uygulanmaması üzerine yapılan yorumlardan en çok dikkatimi çeken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında söyledikleri oldu: “Suçlu ile suçsuz, doğru ile yanlış iç içe geçmektedir… Eğer suçu günahı olmayan bir masum şu anda F… iftirasıyla pençeleşiyorsa bundan insanım diyen herkes zarar görecektir… Adalet kurumlarının tartışmalarla kan kaybetmesi, fikir ve yorum farklılıklarıyla boğulması çarpıklıktır… Mazlumun âhını almak büyük bir vebaldir.”(Cumhuriyet, 17.1.2018)
Sayın Bahçeli, AYM’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay’la ilgili kararı ve uygulanmayışı hakkında ne düşündüğünü soran gazetecilere şöyle dedi: “İçerideki iki insanın tahliye umudu, beklentisi ve psikolojileri”ni de düşünmek gerekir. (Aktaran Gülse Birsel, Hürriyet, 17.1.2018) Bu sözleriyle haksız hukuksuz tutuklamalar sorununun insani tarafına dikkat çekti.
Psikolojim nasıl? Başından beri, “darbeci ve terörist” suçlamasıyla hapsedilerek büyük bir haksızlığa uğradığım duygusu içindeyim. Demokrasiye büyük bir sadakatle bağlı olduğum halde, bu muameleye reva görüldüğüm için büyük üzüntü duyuyorum.
Hiçbir suçum yoktur. Yargılama sonunda aklanacağıma en küçük bir şüphe duymuyorum. Sadece ve sadece doğru bildiklerimi ifade ettim. Türkiye’de ifade özgürlüğünün Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvencesi altında olduğuna inandım. 8 Aralık 2017’deki ikinci duruşmada söylediğim gibi:
“Darbeci” değilim. Hayatım boyunca askerî darbelerin mağduru oldum. Yazarlık kariyerim boyunca askerî darbelere, darbe girişimlerine, askerî vesayete karşı çıktım; sivil yönetimi ve hukuk devletini savundum.
“Terörist” değilim. Yazarlık kariyerim boyunca şiddetin, terörizmin karşısında kararlı tavır aldım. Her zaman barışı, barışçı çözümleri savundum.
AK Parti iktidarının “düşmanı” değilim. AK Parti iktidarını Türkiye’yi AB üyeliğine yakınlaştıran reformları yaptığı sürece, yani 2002’den 2011’e kadar, yurt içinde ve dışında kuvvetle destekledim. 2009’da çıkan bir yazımda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, dolayısıyla AK Parti iktidarının iç barışı sağlama yönünde attığı adımlar nedeniyle Nobel Barış Ödülü’nü alması gerektiğini yazdım. 2011’den sonra yönelttiğim eleştiriler AK Parti iktidarına değil, otoriterliğe, tek adam yönetimine gidişe karşı oldu.
“Kalkışmacı” değilim. Evet, 2011’den sonra AK Parti iktidarını eleştirdim. Ama eleştirilerim asla savcılığın iddia ettiği gibi, hükümeti ve TBMM’yi işini yapamaz hale getirmeyi hedeflemedi. Aksine çözümleri her zaman TBMM’den AK Parti grubundan bekledim. Aleyhime delil gösterilen yazılarım da bunun kanıtıdır. AYM, ülkenin en yüksek yargı organı, bunu teyid ettiği için müsterihim. Anayasayı ihlal etmem söz konusu değildir. 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemeleri, AYM’nin bağlayıcı kararını uygulamayarak anayasayı yok saydılar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sade bir yurttaşıyım. Hayatım boyunca ülkemin daha uygar, daha demokratik ve müreffeh olması idealine bağlı kaldım. Dinî inanışlarım herhangi bir dinsel cemaate, gruba üye olmama izin vermez. Siyasî inanışlarım herhangi bir terör örgütüne üye olmama izin vermez. Beni tanıyan kamuoyu bu gerçeklerin bilincindedir.
Silivri Cezaevi’ne girdiğimde 72 yaşındaydım, 74 yaşında oldum. Çok sayıda kronik hastalığım var. Bunların bir kısmı kanser riski taşıyor. 2 Ocak 2018’de Mehmet Akif Hastanesi’nde yapılan anjiyoda kalp damarlarımdan biri hariç diğerlerinin kısmen kapalı (plaklı) olduğu saptandı; yeni ilaçlar reçetelendi. Kalp hastalığımın kötülediği de anlaşılıyor.
13. Ağır Ceza Mahkemesi, 19 Eylül 2017’de yapılan birinci duruşmada, sağlığımın hapiste kalmaya elverişli olup olmadığının tespiti için beni Adlî Tıp Kurumu’na sevketti. Aradan 4 ay geçtiği halde Silivri Devlet Hastanesi’nin ATK’ya vereceği rapor tamamlanamadı.
AYM, suç işlediğime dair “kuvvetli belirti” bulunmadığı gerekçesiyle haklarımın ihlal edildiğine, tahliye edilmeme karar verdi. Elbette ki suçlu olup olmadığıma mahkemeler, nihai olarak da Yargıtay karar verecek. Tutukluluğuma son verilerek, giderek azalan yıllarımı, eşim, çocuklarım ve torunlarımla geçirmemin mümkün kılınmasını bekliyorum. Evimde, ailemin bakımına ihtiyacım büyük.
18 aydır devam eden tutsaklığıma, uğradığım haksızlığa son verilmesini bekliyorum. Kamuoyunun vicdanına ve hakkaniyet duygusuna sesleniyorum.”