Özgür Gündem muhabirleri Sevdiye Ergürbüz, Fırat Yeşilçınar ve gazetenin editörü Zeki Erden, kapatılan gazetenin önünde yaşadıklarını anlattı. Gazeteciler Hizmet Hareketi mensuplarına çok kötü işkence yapıldığını hücrelerden inleme sesleri geldiğini söylüyor.
Özgür Gündem muhabirleri Sevdiye Ergürbüz, Fırat Yeşilçınar ve gazetenin editörü Zeki Erden, kapatılan gazetenin önünde yaşadıklarını anlattı.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte, işkence iddiaları ve hak ihlalleri de tırmanışa geçti. Mağdurların çoğu, yargıya başvurmak konusunda çekimser. Bazıları korkuyor, bazıları da bir sonuç alamayacağını düşünüyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi üyeleri, mağdurlara, hak arama süreçlerinde danışmanlık yapıyor. Bu önemli konuyu, İHD’li avukat Gülseren Yoleri, Özgür Gündem muhabirleri Sevdiye Ergürbüz, Fırat Yeşilçınar ve gazetinin editörü Zeki Erden ile İHD Cezaevi Komisyonu üyesi, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü Ali Gülmez’in teyzesi Sevim Halman ile konuştuk, masaya yatırdık.
En vahim bilgi Güneydoğu’dan geldi. Yoleri, “İki hafta önce 18 kişilik heyet olarak Şırnak ve Nusaybin’e gittik. Gözaltı merkezlerinde işkencenin olduğunu aktardılar. ‘Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar’ dediler. Oradaki avukat arkadaşlar konuyu takip ediyor. Aslında bölgede sokağa çıkmak da evde kalmak da işkence. Yıkıntıların ortasındalar. Her yer harabe. Sabaha kadar silah seslerinin, iş makinelerinin sesini duyuyorsunuz. Sokakları zırhlı araçlar kuşatıyor” diye konuştu.
SORMA, KONUŞMA SADECE GÖR
GÜLSEREN YOLERİ: 30 gün gözaltı ve avukat yardımı alamamak, gizlilik kararı zaten başlı başına işkence. Hukuk ve adalet herkese lazım. Kuralsızlık hızla yaygınlaşır. Gözaltında şiddet, gün gelir herkesi hedef alır. En son ziyaret ettiğim Silivri Cezaevi’ni anlatayım. 31 Ağustos’ta gitmiştik. Hak gaspları, hemen, darbe girişiminin ardından başlamıştı. TV kanallarında, gazetelerde sınırlamalar hemen yapılmıştı. İlk günler günlük gazeteler hiç verilmemişti. Evrensel ve Birgün şu an hala içeri alınmıyor. Sohbet ve tedavi hakkında engellemeler var. Mahpuslara ‘OHAL var hastaneye götüremeyiz’ deniliyor. Kapasitenin üstünde doluluk var. Silivri dahil pek çok cezaevinde mahpusların nöbetleşe uyuduklarını biliyoruz.
SIRAYLA NEFES ALIYORLAR
Silivri’de hücre cezası verilen yerler, koğuş haline getirilmiş. Havalandırması olmayan, tuvaletteki lavaboda bulaşıklarınızı yıkamak zorunda olduğunuz, küçücük mekanlar buralar. Mahpuslar, nefes alabilmek için sırayla cama yapıştıklarını anlattılar. Uzun süre burada kalanlarda sağlık problemleri başlamış. Açlık grevi yapmayı düşünüyorlar. Cezaevlerinde kaos yaşanıyor aslında. Açık görüşlerin ne zaman yapılacağı belli değil. Silivri’de cama, ‘gelmeden önce arayın’ diye yazı yazmışlar. Görüş günlerini keyfi olarak değiştiriyorlar. Uzak yerlerden gelenler, görüşemeden geri dönüyor. Disiplin cezaları arttı. Koğuşlara giriş ve çıkışlarda çıplak arama dayatması var. Karşı çıkıldığında şiddet devreye giriyor.
ASKI, ELEKTRİK...
İHD’ye başvuran bir kadın öğretmenin anlattıklarını aktarayım. Suç duyurusu dilekçesini hazırladık. Şöyle diyordu: “Cemaat'le bir bağımız yok. Sadece muhafazakar bir aileyiz. Eşim meslekten atıldı. Gözaltında dördüncü gün gördüm. Yüzünde darp izleri vardı. ‘Ne oldu’ diye sorunca, polis müdahale etti. ‘Herhangi bir şey sorarsan, seni de alırız. Konuşma, sadece gör’ dedi. Eşimi de ‘bir şey söylersen 30 sene yatarsın, ya da bize ayrıntılı bilgi vereceksin’ diye tehdit ettiler. Eşim de ‘beni nezarete atmayın, 30 sene yatmaya razıyım’ dedi. Çok korkmuştu. Ben de orada gayri resmi olarak sorguya çekildim. Tehdit edildim. İki hafta önce 18 kişilik heyet olarak Şırnak ve Nusaybin’e gittik. Gözaltı merkezlerinde işkencenin olduğunu aktardılar. ‘Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar’ dediler. Aslında bölgede sokağa çıkmak da evde kalmak da işkence. Yıkıntıların ortasındalar. Sabaha kadar silah seslerinin, iş makinelerinin sesini duyuyorsunuz. Sokakları zırhlı araçlar kuşatıyor.”
'MERDİVENDEN ATILDIK'
Sevdiye Ergürbüz: Özgür Gündem’in kapatıldığına dair tebligat ulaşmadığı için bilgisayarın başında çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Birden (polisler) içeriye girdiler. Sonradan öğrendik ki kapıyı çalmadan, koçbaşıyla kırmaya çalışmışlar. Uzun namlulu, maskeli özel timlerle karşı karşıya geldik. Sürekli ‘ben devletim’ diye tehdit ediyorlardı. Terörle mücadele, çevik kuvvet, özel tim, asayiş, basın birimi yani bütün ekipler vardı. Gözaltına kaba dayakla alındık. İkinci kattaydık, hepimiz merdivenlerden atıldık. Atılırken de copla, tekme tokatla, zincirle darp edildik. Ters kelepçeyle, çevik kuvvet otobüsüne bindirildik. O halde yedi saat araçta tutulduk. Sağlık kontrolü için Taksim’den Eyüp’e gitmemiz yedi saat sürdü. Araçta da darp ediyorlardı, ırkçı, cinsiyetçi küfürlere, fiziksel cinsel tacize maruz kaldık.
'BAĞIRIŞLARINI DUYUYORDUK'
Gözaltında 4 gün kaldık. Taksim Polis Merkezi’nde bize işkence yapılmadı ama bağırış çağırış sesleri duyuyorduk. İlk sağlık kontrolümüz Eyüp Devlet Hastenesi’nde yapıldı. Darp yokmuş gibi rapor verildi. Daha sonra sağlık kontrolüne götürülmedik. Doktoru nezarete getirdiler. Karakola gelen doktorlar darp izlerini belgeledi. Çocukluğumdan beri gazeteci olmak istiyordum. İşimi severek yapıyorum. Şu an sadece bizim için değil tüm Türkiye’de gazetecilik yapmanın şartları ortadan kaldırılmış durumda. Tek seslilik isteniyor ve bu tek sesi bozan en ufak sese tahammülleri yok. Kürtler, kadınlar, sosyalistler olduğunda bu tahammül tamamen ortadan kalkıyor.
TEKME, TOKAT, ZİNCİR...
Zeki Erden : Darbe Allah’ın lütfu’ diyenler, tüm muhalifleri susturmaya çalışıyorlar. Özgür Gündem’in kapatılması da bu politikanın ürünü. Tek duymak istedikleri ses havuz medyasının sesi. Muhabirlerimize, yazarlarımıza, genel yayın yönetmenlerimize baskı ve soruşturmalar bildiğiniz şeyler... Aykırı her ses bu saldırının aslında kendilerine olduğunu bilmeli ki, toplum tüm farklılıklarıyla bir arada kalabilsin. Kapatıldığımızı Yeni Şafak’tan öğrendik. Yarım saat içinde 100 kişilik karma bir ordu geldi. Kar maskeli, çelik yelekli, silahlı ekipler ofise girdiler. Kararı görmek istedik. O sırada arbede yaşandı. Avukatımız geldikten sonra aramaya başladılar.
İMC TV kamerasına müdahele ediyorlardı. Karşı çıkınca ortam sertleşti. Biri beni işaret edince, on kişi birden saldırdı. Tekme tokat, zincir ne gelirse... Ofisi boşaltmayınca başlarındaki komiser, ‘Ben devletim’ diyerek sinir krizi geçirdi. Esas rezalet, iğrençlik çevik kuvvet otobüsünde yaşandı. Taciz, küfüf, tahrik etme her şey vardı. ‘Siz Müslüman değilsiniz. Ermeni’siniz, Yahudi’siniz, Hristiyan’sınız’ diyorlardı. Müslümanlık adına bize işkence yaptılar, küfür ettiler. Aracın içinde neredeyse yarı yarıya Türk ve Kürt idik. ‘Kürtler ve Türkler niye birleştiniz’ diye de öfkelendiler. O birliktelikten çok rahatsız oldular. Kadın polisler, kadınlara çok yüklendi. Oradan ölüm de çıkabilirdi. Sol gözüm şişti, kapandı. Araçta, gelen giden şiş gözüme vuruyordu. Ses çıkarmayınca da çıldırıyorlardı.
SAVCI: SİZE BİLENMİŞLER
Fırat Yeşilçınar : 1 yıllık muhabirim. Hem şaşkınım hem de öfke duyuyorum bize yaşatılanlara. Polislerin tavrı düşmancaydı. Bizden nefret ediyorlardı. Gazeteci diye görmüyorlardı. Savcı da ‘size bilenmişler’ dedi. Hakikaten bize bilenip gelmişlerdi. Bilgisayarımızı parçalamaya çalışıyorlardı. Bizi öldüreceklerini düşündük çünkü önümüzde Cizre pratiği vardı. Gazeteci arkadaşlarımızı bodrumda yakmışlardı... Sonra darp edildik, gözaltına alındık. Bazı arkadaşlarımız daha çok işkence gördü. Zeki’yi alt kata bodruma çekmeye çalıştılar. Polis otosunda işkence sürdü. Osmanlı tuğralı yüzüğü gösterip, küfürler ettiler. ‘Kafanıza sıkarız’ diye tehdit ettiler. Serbest kalınca TİHV’e gittik. İşkence izlerini belgeledik. Suç duyurusunda bulunduk. Biz mesleğimizi yapmaya devam edeceğiz. Halka gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz.
'KAMERALAR KADIN MAHPUSLARIN BANYOSUNA BAKIYOR'
Sevim Gülmez: Siyasi mahpusların, aklınıza gelen her türlü hak ihlalini ‘hak ettiklerini’ savunan bir anlayış var. Tecrit, tek tip insan olma dayatması, görüş yasakları yıllardır sürüyor. ‘Uslu çocuk ol’ mantığına karşı, siyasi mahpuslar, canları pahasına direniyor. Bugün değişen hiçbir şey yok. Sorunlar katmerlendi. Dışarda da bize hücre sistemi dayatılıyor. Ayda bir açık görüşü iki aya çıkardılar. Arkadaş görüşçüsü iptal edildi. Düşünün tek kişilik ve üç kişilik hücrelerdesiniz ve görüş hakkınız iptal ediliyor... Kamera sistemine karşı çıkan avukatlar görüş yapmadan geri dönüyor. Son dönemde çok fazla sürgün sevkler yaşandı. Mahpuslar ailelerinden çok uzak yerlere gönderildiler. Darbe uygulaması yaşıyoruz. Ali’nin mektupları yazısı kötü diye bize verilmiyor. Daha önce davalar açtı. Doktor raporu aldı. Her yeni sevkten sonra aynı şey yaşanıyor. Acil bir durumda arkadaşlarına faks yazdırıyor onu da göndermiyorlar. Yeniden dava açacak. Ali, sürekli sürgün, sevk yaşıyor. Keyfi uygulamalar direndiği için... 8 Mart 2000’de tutuklandı. Nevşehir, Sincan, Kırıkkale, Tekirdağ ve son olarak Edirne F Tipi’ne getirildi.
En son geçen hafta görüştük. Ben vasisiyim. Ağır müebbetlik olduğu için teyze olarak görüşe giremiyorum. ‘Cemaat operasyonundan alınanlara çok kötü işkence yapılıyor. Hücrelerde inleme sesleri duyuyoruz. Onlara, su ve sigara verdik, buz attık. İşkenceye tepki gösterdiğimiz için hakkımızda soruşturma açıldı’ diyor. Sincan’dan Silivri 9. No’luya sürülen kadın mahpuslar ‘bizim sesimizi duyun’ diye mektuplar gönderiyorlar. Getirilirken çıplak aramaya maruz kaldılar, karşı çıktıları için darp edildiler. Resmiye Vatansever ve Deniz Tepeli, ‘Kameralar banyomuza bakan şekilde konumlanmış. Biz cama perde asıyoruz ama erkek gardiyanlar gelip perdeyi çıkarıyor. Dilekçelere yanıt alamadık’ diyorlar. Tacize karşı destek istiyorlar.
Cumhuriyet