CHP'deki istifanın perde arkası

CHP'deki istifanın perde arkası
53 gün CHP'nin İstanbul İl başkanlığını yapan Nebil İlseven en büyük hatasını açıkladı.
Nebil İlseven, gençlik dönemindeki CHP sempatizanlığını Amerika siyaset bilimi ve ekonomi okuyup döndükten sonra SHP üyesi olarak devam ettirmek ister. Ancak o dönemde her isteyeni hemen üye kaydetmezler. Bir süre TÜSES'in (Türkiye Soysal Ekonomik Siyasi Etüdler Vakfı) savunma ve dış politika komisyonunda görev yapar. Sosyal Demokrat dergisinde ve Cumhuriyet Gazetesinde yazıları yayınlanır. Dönemin SHP il başkanı Ercan Karakaş onu il danışma kuruluna çağırır. 1992'de CHP'nin yeniden açılış kurultayının ardından İstanbul kurucu yönetim kurulu üyesi olur. Maltepe, Tuzla, Pendik, Kartal bölgesinden sorumlu olur. SHP-CHP birleşmesinden sonra Beşiktaş ilçe yönetimine gelir. Daha sonra aldığı kamu görevleri ve ardından Doğan Holding'in tepe yöneticilerinden biri olarak aktif siyasetten uzak durur. Ta ki CHP'nin İstanbul İl başkanı olarak atandığı 10 Ocak 2011'e dek. İlseven 53 günün ardından istifa eder. Bu söyleşi istifanın perde arkasına bakıyor. Nebil İlseven, Nuriye Akman'a açıkladı: En büyük hatam CHP'deki görevine başlarken Aydın Doğan'a danışmadım -Uzun yıllardır partide görünmüyordunuz. Birdenbire sizi il başkanı olarak gördük. Teklif Kılıçdaroğlu'ndan mı geldi? -Kılıçdaroğlu direkt telefon açıp bana söylemedi. Gürsel bey bildirdi. Genel başkan da belli ki bu yönde bir tercih kullanmış. -Geçmişte sizi yolsuzluk yapmakla suçlamıştı. Sonra o raporun soruşturmaya ihtiyaç olmadığı ortaya çıktı. Size karşı bir gönül borcuyla bu teklifi yapmış olabilir mi? -İnanın Kemal Bey ne o parlamento araştırma komisyonunun on iki üyesinden biri olarak tek tek insanların kim olduğunu bilerek attı o imzayı, ne de Nebil İlseven'i yıllar sonra karşısında görüp, aaa bu adam buydu diye bir teklif yaptı. Komisyon yalnızca benim görev yaptığım alanı değil, bütün sektörü inceledi. Kemal Kılıçdaroğlu'nun ismen ben şu adamı şuraya yollayayım dediğine inanmıyorum. O dönemde üç yüzün üstünde bürokrattan biriydik. Konu açıldığında eminim getirin şu dosyaları bakalım dedi. Baktı, gördü. Bin sayfalık dosyada bir sürü insan. Kimi mahkemeye gitti aklandı, kim hiç soruşturulmadı. Kimi de benim gibi soruşturuldu ve mahkemeye gidilmemesi, bir kusurun olmadığı yönünde adli karar çıktı. Ve o anda kendi kafasındaki sistem bence oturdu. -Ancak 53 gün dayanabilmenize nasıl bir mazeretiniz var? Üslubunuz mu, partiyi yeterince tanımamak mı, sürprizlerle karşılaşmak mı, bu oyunu bilmemek mi? -Ben olayı dayanmak şeklinde görmedim. Birinci günden elli üçüncü güne kadar bir görevin gereklerini yerine getiriyorsunuz. Bunun dayanması filan olamaz. Sonuçta siyasi görev yapıyoruz. Üstelikte kamu görevi yapıyoruz. Bu bir şirket değil. -Partiyi şirket gibi yönetmeye kalktınız belki de. -Partiyi şirket gibi yönetmek herhalde etkinlik anlamındadır. Partiler keşke etkin yönetilse, verimlilik olsa, hesap sorulsa, hesap verilse. Kimin kime rapor ettiği belli olsa. Bir kere ne gerekiyorsa onu yaptık. 53 gün sonra bu görevi bir başka arkadaşımız götürürse parti için daha faydalı olacaktır kararını vermemizin nedeni aceleciliğimiz değil, gerçekçiliğimiz. -Gerçekçilik derken? -Çok başlılık iyi değildir dedik. Yönetimde bir hiyerarşi vardır. Onun başı bellidir, sonu bellidir, kimin kime rapor ettiği, kimin yetkili, kimin sorumlu olduğu bellidir. Sorumluluklar bir yerde, yetki bir yerdeyken başkaları sorumluluklar olmaksızın yetki kullanmaya veya yetkiler tanımlanmaksızın etki yaratmaya çalıştığı zaman bir yönetim zafiyeti oluşur. -Siz kime bağlıydınız? -Merkez yönetim kurulunda ilgili genel başkan yardımcılarına ve genel başkana. Örgütlenmede Gürsel Bey'e, finansmanda Hurşit Bey'e, propaganda konusunda Erdoğan Bey'e, idari konularda genel sekretere bağlıyım. Biz bu hiyerarşi içinde bir çalışma yürütürken genel başkan yardımcısı baş danışmanı Ufuk Afacan diyor ki, "Nebil İlseven bize karşı örgütlenmeye başladı. Biz tabii ki partiyi ona bırakmayacaktık." Yani evet biz burada çok başlılık yaptık diye beni teyit ediyor. Durumun böyle olduğunu görünce dedim ki ben müsaadenizi istiyorum. -Vahim bir yanlış yapmış olabilir misiniz? -Bana açıp da şunu yanlış yaptın demedi hiç kimse. Ha genel başkan yardımcısı diyor ki, gazetecilerin yürüyüşüne katılmadı. Nasıl yani? Gazeteciler yürümeseydi ne yapacaktık? O gün spontane yürüdüler. Üstelik o bir meslek dayanışmasıydı. -Gürsel Tekin'i kızdırmışsınız ki, Taksim'in göbeğinde 3 bin gazeteci yürürken CHP orada yoksa ben de onu yok sayarım diyor. -Ankara'da da 30 bin doktor yürüdü. Orada da CHP yoktu. Öyleyse Ankara'da da CHP yoktu denilebilir mi? Bu bir performans kriteri mi? Bu bir hataysa sorarsın astına: Bugün bir yürüyüş oldu. Sen neredeydin? Efendim böyle böyle oldu. Dersin ki buna dikkat et. Böyle yerlerde biz olmak isteriz. Peki, efendim deyip yoluna devam edersin. Normal bir ilişki bunu gerektirir. Ama istifa olduktan sonra Afacan diyor ki izlemeye aldık onu. -Nasıl izlenmişsiniz? -Burada adamları vardır kim olduğu belli olan veya olmayan. O adamlar her gün akşam açıp bugün bunu yaptı, bunu yapmadı diye rapor ederler. Bildiğimiz hafiyelik olayı. İşin esası şudur: Biz Nebil İlseven'i buraya koyalım. Bu nasıl olsa örgütten filan anlamaz. Biz kendi anlayışımız çerçevesinde istediğimiz gibi götürürüz diye düşündüler. Kendi ekiplerini öne çıkararaktan etkin bir çalışma götüreceklerini zaannettiler. Ama bu bir şirkette bile olmaz. Bir partide hiç olmaz. Partide bin tane fikri olan insan var. Onları bir arada çalıştırmak marifet. Bir kısmını dışarıda bırakarak partiyi dönüştüremezsin. -Gürsel Bey'i niye kızdırdığınızı hala anlayamadım. - Listeler ilk yapılırken Ankara'ya gittim. Ona kızdı herhalde. Niye geliyorsun Ankara'ya dedi. Ben de listeyi beraber yapmayacağız mı dedim. Nasıl beraber dedi. Sen bana yolla, ben yaparım dedi. Ben de dedim ki ya öyle şey olur mu? Geleyim beraber konuşalım. Böyle şey olmaz, dedi. Ben israr edince peki gel dedi. Gittim, oturduk konuştuk. Bir danışma ve görüşme zemininde hallettiğimizi zannettik. İyi ki danıştık, görüştük. Benim bazı önerilerim vardı. O onları kabul etmedi. Herşey normal. Ama o daha ilk gün, bana böyle Ankara'ya gelerek siyaset yapılmaz dediği anda bence kırıldı olay. Orada çok tepki gösterdi. -Ankara'da sizin görünmenizi neden istemiyor? -İstemedi. Nedenini ona soracaksınız. -O listeleri yaparken 11 ismin mi üstü çizildi? -11 değil canım. 3-5 tanedir. Gürsel Bey sonuçta öneri getirdi. Hakkıdır da genel merkezin 20 isimde 3 kişiye, 5 kişiye bir şey söylemesi. GÜRSEL TEKİN TELEFONLARIMA ÇIKMIYORDU -Sonuçta listeyi beraber yaptınız. Siz İstanbul'a döndünüz. Sonra ne oldu? -Telefonlar kesildi sonra. 35 gün telefona çıkmadı. Herhalde bir problem var dedik. Aradım, soruşturdum. Ama bu arada İstanbul'a geliyor, başka görüşmeler yapıyor bizim arkamızdan. Biz onları hoş görüyoruz. -Gidip Kılıçdaroğlu'na ya 35 gündür ben Gürsel Bey ile görüşemiyorum demediniz mi? -Gittim dedim. Git, konuş onunla, ben sonra sizinle konuşurum dedi. Gittik, yine yok dedirtti. Ondan sonra Kemal Bey de temaslarını kesti. Bu durumda ne yaparsınız? -Kendi il başkanı ile temas kurmuyor genel merkez. Halkla nasıl temas kuracaklar? -Nasıl kuracaklar bilmiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nde tek il başkanı ben değilmişim telefonlarına çıkılmayan. Bunu sonradan öğrendim -Kimler var başka? -Arkadaşlarımız oturuyorlar orada işte. Ben oturmadım temas kesilince. Çıkıp da bir genel başkan yardımcısı "İstanbul'da 20 bin tane adam var. Koyarız birini oraya il başkanı olarak" diyorsa bu o seviyede bir yöneticinin İstanbul iline atfettiği önemi gösterir. Orada il başkanının yaptığı hata falan yok artık. Derenin başındaki kurt, o kuzuyu yiyeceğim diyor. -İyi de sebep ne? -Demek ki ta baştan genel başkan "Ben İstanbul'da böyle bir yönetim modeli oluşturacağım. Onu da böyle bir insana emanet edeceğim" dediğinde kerhen bir kabul oluştu. Biz onu nasıl olsa pratikte hallederiz diye düşünüldü. Hallolmayacağı, o kadar kolay idare edilmeyeceği ortaya çıkınca böyle çok başlılık kaçınılmaz oldu. Mesela bu niye x bir ilde olmuyor da, İstanbul'da oluyor? Çünkü ilgili genel başkan yardımcımız İstanbul'dan politika yapıyor. Buradan milletvekili olmaya çalışıyor. -Siz onu engelleyecek miydiniz yani? -Yo, değil. Ne tüzüksel olarak, ne politika olarak. Üstelikte biz beraber gelmiş bir ekip olarak zaten beraber gitmek üzere görev kabul etmişiz. -Tam olarak İstanbul ilde aksayan nedir? -Aksayan hiçbir şey yok. İstanbul ilde milletvekili adaylığı sebebiyle boş olan ilçelerde yöneticiler atandı. O konuda önemli bir sıkıntı olmadı. İlin kendi fiziksel mekânı müsait değildi. Oradaki inşaatı bile güzel hallettik. Herkesin odaları belli oldu. İl yönetim toplantıları son dört ayda yapılmamış. Bunlar yapılmaya başlandı. İlin telefonları sabah sekizde çaldığında birileri cevap vermeye başladı. Sekiz buçukta il başkanını arayan masasında buldu. Gece 12'de de arayan ilgili adamı buldu. İlçelerin bütün etkinliklerinde il yönetimi mümkünse başkan, ama mutlaka başkan yardımcılarıyla bulunmaya başladı. Biz Silivri'den Tuzla'ya kadar bütün ilçelerde bulunduk. Orada da aksayan bir şey yok. Seçim planlamasını Ankara ile koordine etmeye çalışırken baktık ki Ankara daha makro yetişmeye çalışıyor o büyük ulusal kampanyayla. Biz kendi planlamalarımızı yaptık. Orada da aksayan bir şey yok. -Ama yine de Gürsel Bey kendisine karşı bir örgütlenme içinde olduğunuzu hissetti. -Afacan öyle diyor demecinde. Eski SHP'lilerle görüşmeler yapıyormuşum. Nasıl yani, Murat Karayalçın randevu alıyor, ona gelme mi diyeceğiz? Sonuçta bizim partimizin adamı. Ercan Karakaş bizim parti meclis üyemiz. Biz zaten SHP ile birleşmişiz. Ama oradan bir şey kapmışlar. Üstelik ben SHP'li filan da değilim, ben CHP'liyim. Gençlik örgütlenmesini ortaya koymuşuz. Mesela diyor ki üç tane ilçeyi görevden almalarını söyledik, görevden almadı. Neyi, ne zaman söylediniz? Yok öyle söyleme. Sadece adamlar yolluyorlar devamlı. Ama kim yolluyor belli değil. -Ne diye yolluyorlar? -O ilçede şu var, bu ilçede bu var. 39 tane ilçe. Her birinin kendine göre problemleri var. Her problem var diyen adamı görevden mi alacağım? Seçim döneminde ilçe görevden almak akıllı bir siyasal davranış mı? Oradaki insanlar da bu bayrağı almış götürüyorlar. Onları çalıştırmak marifet. Görevden alıp ortalığı kırmak, dökmek marifet değil ki. Onları uyum içinde, belli bir takvimde çalıştırmak marifet. Dolayısıyla orada da bir problem yok. Ama diyor ki demecinde hassasiyetlerimizi göz önünde tutmadı. Sen kimsin? -Gürsel Bey'in danışmanı Afacan. -Onların bir haber sitesi var, Gerçek Gündem diye. O da Nebil İlseven başarısız diyor. Neymiş başarısızlık? Ercan Karakaş ile görüşmem! Ercan Karakaş ile görüşeceğim tabii ki. Ben bin tane adamla görüştüm. Bizim eski bakanlarımız da geldiler, milletvekillerimiz de. Orada bu budur, şu şudur diye tavır içinde olmamak il başkanlığının kötü yürütüldüğü anlamına nasıl gelebilir? Yok böyle bir şey. Bunlar hep bahane. -Neyin bahanesi? -Demek ki böyle demokrat, böyle açık bir tavıra güvenemediler. Alışkanlıkları kırmak zor bir partide. Bizim partimiz çok uzun bir dönem içine kapalı, küçük grupların daha birbirleriyle yakın çalıştığı bir dönem geçirdi. Oralardan gelen kadrolardan taze bir tavır beklemek demek ki çok gerçekçi değil. -Sizden sonra vekaleten Bahri Şahin atandı. - Ankara bu kararı verirken de neye dayanarak verdi tam da bilmiyorum. Ama oraya hakikaten asaleten atama yapılması lazım. Belki Bahri Bey'in yapılması lazım, belki başka birinin. İl yönetimi yirmi kişi. Beşi istifa etti. On beşe indi. Dolayısıyla yirmi kişinin olmadığı bir il yönetimi karar alamaz. Bahri Bey onun için vekaleten götürüyor. Kendisi çok çalışkan, aydın, beyefendi, tertemiz bir insan. O arkadaşımız veya başka biri, sonuçta İstanbul ili bir başkanla seçim dönemini yaşarsa daha iyi olur. "BU ADAM ÖRGÜTÜ TANIMAZ" DİYE DÜŞÜNDÜLER... -Siz istifa edince Kılıçdaroğlu rahatladı mı? -Bence çok rahatladı. Gürsel Bey birkaç gündür İstanbul'da. Kağıthane'de eylem yapıyor, Zeytinburnu'na gidiyor. Ben oradayken bir gün uğramadı ile. -Uğrasaydı birlikte yapamaz mıydınız o eylemleri? -Yapardık. Ama şimdi bak bütün gazetelerde onun resimleri görünüyor. Belki benimki görünürdü onunkinin yanında. Buradaki esas sorun o galiba. Güçlü bir il başkanlığı demek ki onların dizaynında yokmuş. Onlara günlük işleri götüren, vitrin görevi gören biri yeterliymiş. Herkes Kemal Kılıçdaroğlu'nun da Gürsel Tekin'in de hangi backraund'tan geldiğini biliyor. Bunca yıl bürokraside en üst seviyelerde görev alan birisi astıyla görüşmez mi? Herkes benim nasıl bir adam olduğumu bilmiyor mu? Herkes biliyor. -Bilmedikleri neydi? -Ya bu adam örgütü filan tanımaz. Örgüte bu kadar çabuk hakim olamaz. Örgütten bu kadar teveccüh gelmez bu adama diye düşündüler. Bu adamın örgütümüzle teması ancak bizim üzerimizden olur diye bir varsayım içerisindeydiler galiba. Halbuki buradan ben kapıdan çıktığım anda bütün örgütlerle doğrudan en yakın ve en sıcak teması kurmuş bir adamım. Bu herkesi şaşırttı ama yalnız onları değil. Örgüttekileri de şaşırttı. Çünkü zannediyorlardı ki ben gidip insanların elini sıkamam. Yanlarında oturamam. -Bir de sizden seçimlere ilişkin bir taslak istenmiş. Vermemişsiniz. -Bu tam bir uydurma. Öyle bir taslak istenmediği gibi biz burada kendi başımıza hareket yaptık. Öyle bir program istenseydi biz onu en iyi şekilde yapardık. Ve bizim yaptığımız belgeyi okumak için ayrıca zeka gerekirdi. -Bundan sonra CHP'de politika yapmaya devam edecek misiniz? -Arkadaşlarımızın anlayışındaki gibi belli bir kadro ile oraya buraya girip onu bunu karıştırmak bilmem ne yapmak... Ben onu hiç yapmadım. Bundan sonra da yapmam. Ben yine izlerim olanı biteni. Türkiye'de bundan sonra bir buçuk yılda bir seçim olacak. Cumhurbaşkanlığı seçimi, yerel seçim olacak. Bir referandum daha belki olacak. Bir daha milletvekili seçimi olacak. -Açık kapılardan birinden içeri girerim diyorsunuz. -Hayır, biz zaten içerdeyiz. Biz bir yere gitmedik ki. Ben şimdi böyle bir hareket yaptım. Partinin içinde herkes haksız mı görüyor sizce bu hareketi? Görmüyorlar. Çok iyi yaptı diyenler epey fazla. Çünkü milletvekili sıralamaları var, adaylıklar var. Benim öyle bir derdim yok. Milletvekili adayı değilim. Benim şahsi hırsım yok. -Olsa da yapmazlar sizi zaten. -Bu da haksızlık. Olsa da yapmazlar. Ya değilim diyorum. Kendisi yetmez mi? Ben istifa ettim. Ben o zaman istifa etmezdim. -Var mıydı öyle bir şansınız? -O kafada olmasaydı insanlar istifa etmezdim. Bu bir pes etme değil. Tam tersine, bir direnme. Bu adamların böyle ilçelerle oynamaları, kurcalamaları, gitmeleri, gelmeleri, bizim arkamızdan iş çevirmeleri. Direnemeyen susar kalır orada. Direnen, hop bir dakika ne yapıyorsunuz? O adam ben değilim der. Buyurun şimdi eliniz rahatlasın. İstediğinizi yapın. -Neden mücadele etmediniz? -Bu "mücadele etseydin", lejyonerlik günlerinden kalma bir laf. Mücadele etmek demek birisini hedef alıp bir kişisel çatışmaya girmek demek. Ben kimseyi hedef almıyorum ki. Çünkü bu partiye bu kişisel çatışmalar son otuz yılda hiçbir fayda getirmedi. AYDIN DOĞAN'A DANIŞMADIM, BİLGİ VERDİM -Aydın Doğan'a danıştınız mı girmeden evvel? -En büyük hatam odur. Danışma mekanizmasını çalıştırmadım. Görevi bırakırken şöyle oldu. Beni Ankara'ya çağırdılar. Böyle bir teklifleri olacak diye söyledim. O da dedi ki git bakalım gör, ciddiler mi değiller mi dedi. Sonuçta bu bir danışma değil. Bilgi verme. Sonra döndüm geldim, ciddilermiş dedim. O zaman gereğini yap dedi. Ben de yaptım. Millet bizi birinin adamı gibi gördü. Bir Doğan yayın prodüksiyonudur gibi göstermeye çalıştı. Halbuki hiç öyle bir şey yok. -Zaten Doğan Grubu gazeteleri de sizi değil Gürsel Tekin'i desteklediler. -Birisi öyle bir ekstremi kendine referans olarak aldı. Öbürü de öbür ekstrem. Kimse gerçeklerle ilgilenmedi. -Siz 4,5 yıl görev yaptınız Doğan Grubunda. Mutlu muydunuz o görevinizde? -Mutluyduk. Sonuçta ben çok kolay bir dönemde o yöneticiliği yapmadım. Bir sürü bizimle alakası olmayan işlerle uğraştık. Hukukla uğraştık. Vergilerle uğraştık. Biz de orada o geminin kendi üstümüze düşen tarafını götürmeye çalıştık. -Orada mutlusunuz ama yüzünüzü aktif siyasete çevirdiniz. İnsan ancak mutsuzken başka bir arayış içerisine girmez mi? -Başka bir şirkete gitmiş olsaydım dediğiniz doğruydu. Sen mutluysan Doğan Grubu'nda niye filanca bir grupta yeni bir pozisyon kabul ettin? Belli ki Doğan Grubunda sıkıntın varmış dersiniz. Ama siyaset bir kamu hizmeti. Sonuçta tarihin bu döneminde kendinize bir görev biçiyorsunuz. Diyorsunuz ki bu önemli bir dönemeç Türkiye tarihinde. Bana yarın çocuğum sorduğunda, baba sen orada nerdeydin dediğinde ben Doğan Grubunda CEO'ydum mu diyeyim, yoksa ben Altınşehir'de, Sultanbeyli'de, Arnavutköy'de, çarıkları veya çizmeleri giymiş Türkiye'nin farklı bir ülke olmasına mı çalışıyordum diyeyim. -Sonuç olarak doğru bir karar mıydı? -Bence çok doğru bir karardı. Çünkü kararları verildiği anın koşullarıyla değerlendirmek lazım. Bir gün bile olsa İstanbul il başkanlığı önemlidir. O durduğun dakikalar içinde sen neyi temsil ettin ve etrafındaki insanlara ne mesaj verdin? -Neyi temsil ettin? -Böyle bir dönemde o partiye ucundan kıyısından emek vermiş herkesi kucaklamamız ve sürecin içine onların enerjisini katmamız gerekiyordu. Ben onu temsil ettim. Biz parti olarak bu seçimde bir başarı sağlayacaksak samimi olduğumuzu halka göstermek ve onları ikna etmekle mükellefiz. Ben o samimiyeti ve iknayı temsil ettim. Herkes de bana bunu söyledi. Sizin kadar açık bir il başkanı görmedik dediler. Nefes almayan bir örgüt istediği kadar en güzel lafları sloganlaştırsın ve duvara assın. Karşıdaki adamı ikna edemez. Onun bir kere yüzünün aydınlanması, güvenmesi lazım kendine. Ben her gittiğim yerde de onu yaptım. -Genel merkez tarafından takdir görmedi diyorsunuz. -Genel merkezin öyle bir kriteri yokmuş demek ki. İlgilenmemişler ki bunlarla. Hatta bu yaptıklarımızın bir tehdit olduğunu düşünmüşler. Ne kadar büyük bir haksızlık bana. Ne kadar büyük bir haksızlık aslında kendilerine. Çünkü bunu öyle düşünmeseler onlar da o sürecin bir parçası olacaklar. Ve biz hep beraber gidecektik yolda. Birbirimizi anlamak için gerekli mekanizmaları kullanmıyorsak telefonda konuşmak veya karşı karşıya gelmek gibi, o zaman ben çekileyim, siz rahat edin. Çünkü bu paranoyalarla yaşayamazsınız. O adam örgütleniyor, hissettik! Hani dese ki şu ilçe örgütünü böyle oluşturdu, diyeceksin ki hissin ötesine geçti bu. Böyle bir şey yok ki. KILIÇDAROĞLU'YLA VEDALAŞAMADIK -Daha sonra Kılıçdaroğlu ile görüştünüz mü? -Yok. Genel başkan meşgul artık koşturuyor. -Veda etmediniz mi? -Gerek kalmadı veda etmeye. O aramadı, sormadı. Yapmışız bir hata! Ama hata bile yapılsa sonuçta biz burada kimseyi öldürmedik. Bir usulsüzlüğümüz yok. -Çalmadınız. -Para yok ki çalalım! -Para gelmiyor mu merkezden ile? -Öyle bir para gelmedi ben ayrılana kadar. Bundan sonra gelir mi bilmiyorum. Sonuçta işin özünde genel merkezden beslenmek diye bir şeyin olmaması lazım. Bu kadar parti örgütü, bu kadar üyemiz, bu kadar destekçiler, bu kadar gönüllüler. Sonuçta bizim İstanbul olarak kendi kaynağımızı kendimiz yaratmamızdan daha tabii bir şey olabilir mi? İstanbul gibi ekonominin en canlı olduğu yerde biz o insanları bizi desteklemeye ikna edemezsek oylarını almaya nasıl ikna edeceğiz? -Sonuç olarak yeni bir üslup getirmeye çalıştım ama olmadı diyorsunuz. -Bakın her gittiğimiz yerde, mesela Beylikdüzü'nün arkalarında böyle sıraya giriyorlar karşılıklı. Sen aradan geçiyorsun. Hayır, çocuklar dağılın diyorum. Niye? Ya vatandaş elimizi sıkmak, bir şey söylemek istiyor. Biz buraya hava atmaya gelmedik. İnsanlarla beraber olmaya geldik. Şaşırıyorlar. Aa il başkanına bak ya! İki katlı bizim il binası. Ben alt katta oturuyorum. Yukarıda da bir oda var. İstanbul il gençlikten geldiler benim kapıya. Ne istiyorsunuz dedim. Sizinle görüşmek istiyoruz. Tamam, siz çıkın ben geliyorum dedim. Bunlar böyle baktılar acayip acayip gittiler. Sonra çıktım yukarıya. Konuşuyoruz, böyle tutuklar. Biraz açılın çocuklar, ne konuşmuyorsunuz dedim. Biz biraz şaşkınız dediler. Niye? İki yıldır ilk defa bir il başkanı bu odaya geldi. Biz ne yapacağımızı bilemiyoruz siz burada otururken. Bu çocukları ondan sonra Gürsel Bey akşam sekizde telefon emri ile görevden aldırtıyor. -Aaa, sizinle görüştüler diye! -Her nedense. Aldırttırıyor ve ilgili başkan yardımcısına haber vermeden. O da Kastamonu'da o sırada. Niye? Çünkü orada iki tane adamı var, onu sokacak. Ve böylece bana hava atacak. Hem kadınları, hem gençleri çevirecek etrafından, kuşatacak. Ben de pazartesi günü dönüyorum. Bir mektup yazıyorum. İki saat sonra göreve derhal iadeleri diye genel başkandan talimat geliyor. Şimdi tutar mı adam beni orada? Kılıçdaroğlu çağırıyor o gençleri. İl başkanına sormadan mı yaptınız diyor. Gak guk efendim. Çıkın dışarı, atıyor onları. Sonra da ilgili genel başkan yardımcısından derhal göreve iade diye yazı geliyor. -Kaç kişilik bir ekip bu? -Dokuz on kişilik ekip. Hani şirketsel devlet kavramı vardır. Burada da şirketsel parti var. İl yöneticisi de benim olacak, gençlik de benim olacak, kadın da benim olacak. Öyle parti filan olmaz. Ben şirket işini iyi bilirim. Parti işini daha da iyi bilirim. Ben şirket yönetişiminin ne olduğunu çok iyi bilirim. Onların aklı almaz. Onlar bildikleri gibi yönetirler. Ben daha farklı anlayışları uygulamaya çalışırım. Uygulayamadığım zaman da ben ne yapacağım. Adama cephe açacak halim yok ya. Yazık günah değil mi. İlçelerdeki insanlar, kadınlar, gençler gözünün içine bakıyorlar. Hani başbakan gelir bir ile, valinin yerine oturur. Valinin yerinde ne işin var senin. Vali devleti temsil ediyor. Marifet gibi vali bey yerini veriyor. Ben hayatta ilçe başkanının masasına oturmuyorum. Normal bir yere oturuyorum. Başkanım olur mu? Olur. Çünkü buranın kralı sensin. Ben seni ne duruma sokarım milletin önünde oraya oturtaraktan. Hâlbuki buraya oturaraktan ne duruma sokuyorum. Ben gittikten sonra sen varsın burada. Senin saygınlığın önemli. Sana değer verdiğimi nasıl göstereceğim başka türlü. Ama sen nasıl bir adamsın ki ben gittikten sonra Gürsel Bey'e beni şikâyet ediyorsun. Para toplayamazsan toplayanı buluruz dedim o ilçe başkanına. Bozulmuş bana şikâyet etmiş. Ayda üç lira aylık aidat alamıyormuş üyelerinden. Dedim ki o zaman sen gidersin, alan gelir. -Niye alamıyorlar? -Çünkü onları düşüncelerinden, zamanından, imkanlarından faydalanayım diye üye yapmıyorlar. O üyeler orada dursun. Delege veya aday seçimlerinde benim söylediklerime oy versin diye üye yapılıyorlar. Biz niye üye yapıyoruz? Parti açılsın, yayılsın, insanlar buraya hem maddi, hem manevi entelektüel her türlü insani katkıda bulunsunlar diye. Biz toplumla beraber nefes alan, nabzı toplumla beraber atan bir organizma haline gelelim diye. -E eski köye yeni adet cezasız kalmıyor demek. -Ben bir mahalleye geleceğim. Diyeceğim ki delege seçimi var. Nuriye Hanım şuraya at oyunu. Ben daha önce hiç sana gelmemişim. Sırf Karslısın, bilmem nerelisin diye yazmışım seni. Sen de görevini biliyorsun. Bu mekanizmayı kırmak kolay değil. Bu bir dünya görüşü, bu bir sosyo-ekonomik durumu paylaşan insanların içgüdüsel olarak oluşturdukları bir sistem. Sen geliyorsun bu sistemin üstüne oturuyorsun. Diyorsun ki o üyeden o parayı toplayacaksın arkadaş. Bunu bile derken ben onun masasında oturmuyorum. O parayı vermek için sırada bekleyenler var. Onları üye yap demek istiyoruz adama. Yoksa benim o adamın 3 lirasında gözüm yok. Ben ona diyorum ki, 900 tane üyen var topu topu. 18 bin oy almışsın bu ilçede. Yirmi beş bin de sempatizanla beraber adamın var. 25 bin kişiden bin kişi daha üye bul da bari onun vermediği üç lirayı öbürleri versin de ortalama birer buçuk lira para toplamış olalım da, sen şuradaki kiranı öde de Cumhuriyet Halk Partisi kirasını ödeyemiyor ilçede demesinler bize sokakta. Ama ben çıktıktan sonra telefon gidiyor Ankara'ya. Bu adam bize böyle diyor. -Demek ki onun masasına oturmanız gerekiyor! -Sonuçta ben yine onun masasında oturmuyorum. Koltuğunda oturuyorum. Çünkü ben gittikten sonra ben onu oradaki çapulculara, yamyamlara karşı yine saygınlığını korumak zorundayım. Ben geliyorum oraya, beni alkışlıyorlar. Niye alkışlıyorsunuz beni diyorum. Suratıma bakıyorlar. Niye alkışlıyorsunuz beni. Ben aday değilim. Dolayısıyla size bir taahhüdüm yok. Şaşırıyorlar. Herif doğru söylüyor ya. Herhalde diyorum beni alkışlamanızın nedeni, Cumhuriyet Halk Partisi'ne olan teveccühünüz. Bir daha alkışlıyorlar bu sefer. Esas alkışlanacak olanlar. Ben bugün geldim, yarın gittim. Onlar hala oradalar. Giriyorum seçim bürosu açılışına. Alkış, kadınlar. Ben de onları alkışlayınca herkes ayağa kalkıyor. Çünkü kimse onları alkışlamamış daha önce. -Bir istatistik sapmasınız yani! -Evet öyle bir yazı çıktı internette. Beylikdüzü'nde çok büyük bir toplantı yaptık. . Nasıl herkes boynumuza sarılıyor. Çıkarken yerel basından biri dedi ki, efendim siz alışılmış bir CHP il başkanı değilsiniz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz dedi. Bir istatistik sapma olarak değerlendiriyorum, dedim. Şaşırdı. Ama dedim unutma ki, dünya da bir istatistik sapma ile evrende yerini aldı. Bunları küçümseme. Aa baktım iki gün sonra o çocuğun yazısı internete düştü. Diyor ki, bu adam avurtlarını şişirerekten, boynu patlayaraktan bağıra bağıra konuşmuyor. Hep biz diyor, örgütünü öne çıkartıyor. Onu alkışlayan insanları o da alkışlayarak onurlandırıyor. 45 dakika konuştu. Bir kere AKP lafı etmedi. Yalnız proje anlattı. İyi bir hatip olmasa bile çok iyi bir yönetici olduğu belli. Çünkü etrafındakileri ve dinleyenleri acayip yönetti. Bu adam hakikaten istatistik sapma diyor. -Tekrar Doğan Grubu'na dönme ihtimaliniz? -Yok öyle bir şey. Bulacağız kendimize göre bir iş. Benim iyi bildiğim konu yatırım bankacılığı ve kurumsal finansman. O konularda yine üst düzey yöneticilik bulacağız. İl başkanlığı diye bir meslek yok. Ben il başkanıyken bile benim bir işim olacaktı, şunları bir yoluna koyduktan sonra ki hayat devam etsin. -İklim Bayraktar'ın Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu ile görüşmesi sizce neyi açığa çıkardı? -Bizim üst yöneticilerimizin herkesle bu şekilde görüşmeler yaptığını açığa çıkarttı. O pozisyondaki insanların farklı davranması gerekir. Herhalde bundan sonra daha dikkatli olurlar. NURİYE AKMAN
20 Mart 2011 12:27
DİĞER HABERLER