CHP’ye yönelik son operasyonlarla, 17-25 Aralık sonrası Hizmet Hareketi’ni hedef alan “devletin yok etme dili”nin benzer bir versiyonu sahaya sürüldü. Hukuk değil algı, adalet değil korku ön planda.
Bold Analiz: Ayhan Altan
Türkiye’de siyasetin hukuku araçsallaştırarak rakiplerini susturma pratiği yeni değil. Ancak son dönemde CHP’li isimlere, özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun çevresine yönelik yürütülen gözaltı ve tutuklama operasyonları, bu pratiğin yeni bir eşiğe taşındığını gösteriyor.
CHP tarafında tepkiyle karşılanan yöntemler, çarpıcı biçimde 17-25 Aralık sonrası Hizmet Hareketi’ne yönelik kullanılan “devletin yok etme dili”ni hatırlatıyor.
Devletin ‘Yok Etme Dili’: Benzer Yöntemler, Farklı Hedeflerİsterseniz hedef kitleleri farklı olsa da bundan 10 yıl kadar öncesi ile bugünün pratiklerini kısaca hatırlayalım.
Şafak Vakti Operasyonları
Sabahın erken saatlerinde, kameralar eşliğinde yapılan gözaltılar ve baskınlar; kişiyi hedef almaktan ziyade, onunla özdeşleşen siyasi yapı üzerinden kamuoyuna korku salmak için birer araç olarak kullanılıyor.
Hukukun zayıf işlediği her dönem devletin rutini haline gelen bu uygulama, Hizmet Hareketi’ne yönelik tüm operasyonların vazgeçilmezi olmuştu. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart’tan bu yana aynı pratiği CHP’li kadroların gözaltına alınma süreçlerinde görüyoruz.
Sıraya Dizme ve Medya Teşhiri
Gözaltındaki kişilerin toplu halde dizilerek gösterilmesi, suçu ispatlanmadan kamuoyunda ‘mahkûm’ ilan edilmeleri… Bu da devletin cezalandırma sürecini ‘gösteri’ye dönüştürmesinin bir parçası.
Delil Uydurma, Evrakta Sahtecilik İddiaları
CHP’ye yakın isimler, yargı sürecinde uydurma delillerle karşı karşıya kaldıklarını ısrarla dile getiriyor. Keza 10 yılı aşkın süredir Hizmet Hareketi dosyalarından yargılanan onbinler için, görevi ve yetkisi gereği attığı imzadan sorumlu tutularak, hiçbir delil bulunamayınca evrakta sahtecilik gibi her yöne çekilebilecek suçlar uyduruldu.
Tüm bu yaşananlar, devletin ‘hukuki kılıfla gözüne kestirdiği vatandaşını itibarsızlaştırma’ tekniğinin nasıl işlediğini gözler önüne seriyor.
Suç Olmayan İşlemlerin Suç Gibi Sunulması
Şu an CHP’ye dönük olarak ihale yapmak, belediye hizmeti vermek, bir STK’ya destek sağlamak gibi sıradan işlemler “örgüt üyeliği” çerçevesinde sunuluyor. Bu da devletin “fiili” değil “niyeti” yargılamaya başladığının işareti. Aynı şekilde Hizmet Hareketi dosyalarında, sohbete gitmek, derneğe ve sendikaya üye olmak, gazete aboneliği, haberleşme uygulaması kullanmak, bir derneğe bağış yapmak ‘terör suçundan mahkumiyet sebebi’ olarak kabul ediliyor.
Yakınları Üzerinden Baskı
Eşiyle tehdit edilmek, avukatın gözaltına alınması, avukatsız sorgu odasında ‘itirafçı’ olmaya zorlanmak… Bu yöntemler, yalnızca kişiyi değil, onun çevresini de korkutma stratejisinin bir uzantısı. Bu yöntemleri devlet mekanizmaları geçmişte de çok kullandı, bir aralık gündemden çıksa da 15 Temmuz sonrası yargılamalarda çok örneiğine rastlandı, hatta bunlardan bazıları mahkemeye taşınıp devlet görevlilerinin mahkumiyetine bile neden oldu.
Sembollere MüdahaleEkrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesabının erişime engellenmesi, fotoğraflarının, afişlerinin ve videolarının yasaklanması, ağır bir hak ihlali. 15 Temmuz’un sıcak günlerinde KHK ile kapatılan okulların, kitabevlerinin tabelalarının vandalca sökülmesi, kundaklamaya varan linç girişimleri hafızalarda tazeliğini koruyor.
Mal Varlığına El KoymaHizmet Hareketi’ni destekleme bahanesiyle yüzlerce şirket ve kuruluşa kayyum atanması, mal varlığına el konulması süreci şimdi benzer şekilde CHP’lilere yönelmiş durumda. Bu yöntem, yalnızca cezalandırma değil, ekonomik anlamda çökertme aracı olarak da işliyor.
İktidarın Gözünde Hedef Değişse De Yöntem Aynı
Bu hukuksuzlukların altında aslında tek bir motivasyon yatıyor: Erdoğan’ın ölene kadar iktidarda kalma hedefine hizmet edecek şekilde hukukun içinin boşaltılması.
Hizmet Hareketi’ni hedef alan soruşturmalar döneminde bu hukuksuzluklar, toplumun geniş bir kesimi tarafından sessizlikle karşılandı, adeta onaylandı. CHP’nin bu hukuksuzluklara hedef olduğu şu günlerde birçoğu “Bu bize yapılır mı?” sorusunu sormaya başladı. Halbuki bu soru, çoktan yanıtını bulmuştu: Yöntem sabit; konjonktüre göre hedef değişebilir.
Sonuç:
CHP’ye yönelik operasyonlar, sadece kişisel ya da kurumsal bir mıntıka temizliği değil; Türkiye’de Erdoğan ve AKP iktidarının varlığını devam ettirmek için itibarsızlaştırma ve bertaraf etme geleneğinin yeni bir halkası. Bu tablo, demokratik siyasetin değil, otoriter bir sistemin “hukuki argümanlarla kurgulanmış sindirme dili”.
Şu bir gerçek ki bu dil, susuldukça daha da yaygınlaşır.