Cilalı imaj devrinin vazgeçilmezi San'atta yeni ufuk

Ali Çolak Zaman’da 2012’nin San’at olaylarını değerlendirirken; “2012’nin kültür-sanat olaylarını değerlendirdiğimiz ‘yuvarlak masa toplantısı’nın ikinci gününde mimarlık, plastik sanatlar, müzik ve tiyatroyu konuştuk. UNESCO açıklayınca heyecanlanmıştık ama Itrî Yılı, son aylarda yapılan iki sempozyum ve birkaç konserle geçiştirildi. Plastik sanatlarda ise hayırlı gelişmeler oldu. Müzayede salonları yine altın bir yıl yaşadı.” Notunu düşüyor. Bu cümleler aslında 2012’nin San’at’ta kısır geçtiğini teyit eder nitelikte. Özellikle belirtmek gerekiyor ki, dindarların San’atın değişik alanlarında kendilerine yer bulması veya inançları ekseninde kendilerini bu alanlarda ifade edebilmeleri hala sınırlı nitelikte. Bu anlamda cilalı imaj devrinde yaşamanın dayanılmaz hafifliğinde; denge üzerine kurulu dünyanın, ince bir sanat ahengiyle dansını idrak edememek inanan insan için bitmişliğin adı demek bile diyebilirim. Doğrusu kainatın insan için yaratılması ve insanın da şaheser olarak zincirleme reaksiyon ile birbirine bağlı bütün canlı varlıkların kendi emrine verilmesine rağmen, dünyayı keçi boynuzu tadında, yiyen, içen, uyuyan ve zamanı nefsani duygular içinde harcamasını; düşünen ve gören, idrak edebilen bir insan için yaratılış sebebine aykırı diye düşünüyorum. Çünkü kâinat insan için yaratılmış ve onun nimetlerine layık görülmüşse, insan da bu nimetlerin karşılığı olarak Allah’a kul olmak gibi yeryüzündeki hiçbir varlığa verilmemiş bir görev ile taçlanmıştır. İlginçtir ki kainattaki müthiş dengenin farkına varmadan ve o şaheserin farkında olmadan yaşayıp hayatını bitiren milyonlarca insan gelip geçmektedir. Bu eksende Fethullah Gülen Hocaefendi’nin; “İnsan melekelerinin canlılığı san’at ruhuyla çok alakalıdır. San’atsız bir insan ölü olmasa da , diri de sayılmaz.” İfadeleri ne demek istediğimizi çok net ortaya koyuyor. Çünkü cilalı imaj devrinde San’atın hayatın her alanında kendini hissettirmesi zaten olması gereken bir durum ve cilalı imaj devrinin en büyük özelliği ile yapılan veya yaşanılanların her bir karesi yine reklam ve pr üzerinden insana yönelik vitrine çıkıyor. Bu yüzden görülmeli ki, yerel ve moral değerlerin kendini bulabilmesinin en basit yolu ve yöntemi şüphesiz San’at aracılığıyla olacaktır. Fethullah Gülen Hocaefendi; “Düşünce çizgimizdeki bütün güzel san’atlar, mubarek san’atkar ruhların insanlığa ölümsüz armağanları olduğu gibi, vaktimizi bize bildiren saatden, güçsüzleştiği zaman gözlerimize güç kazandıran gözlüklere; uzak mesafeleri yaklaştıran telsiz ve telefonlardan dünyanın dört bir yanındaki sesleri suretleri celbedip oturduğumuz odaya aksettiren televizyonlara; bizleri bir yerden bir yere taşıyan tren, otobüs ve tayyarelerden mekik ve feza gemilerine kadar insanlık için huzur ve refah vesilesi sayılan bütün vasıtalar da yine san’ata açık bu ince ruhların eserleridirler.” İfadeleriyle günümüzde insanın emrinde olan teknolojik malzemelerdeki inceliğe ve onları yapanların ruh inceliğine dikkat çekiyor . Şüphesiz cilalı imaj devrinin lokomotifi medya dahil kültür ve san’at, her ne kadar insani değerlerin aleyhinde bir duruş içerisinde olsa da, yine insanı merkezde tutan sanat anlayışı ile; yaratılmışların en şaheseri insanı model almaktan öteye bir adım atamıyor. Ki sinemadan tiyatroya, resim’e ve heykele kadar insanı model olarak kullanan San’atın tüm çeşitleri; başka alemlerden veya ruhani varlıklara kadar modellemelerde, insana ya kuyruk, ya boynuz ya da kanat takarak icraya gidiyor. Son tahlilde Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sporu dahi bir sanat dalı olarak değerlendirmesiyle aslında bu alanda dindarların ne kadar mesafeli durduklarını görmek gerekiyor. Veya bu alanın günümüz şartlarında nerelere kadar genişletilebileceğine dikkat çekiyor diyebilirim. Fethullah Gülen Hocaefendi; “Resimden müziğe, romandan şiire, sinemadan spora kadar sanatın bütün alanlarını bir dil olarak kullanacaksınız. Belki itiraz edenler olacak! Olsun. Doğru mu diye tereddütler uyaranlar çıkacak? Çıksın. Şimdiye kadar tahrip istikametinde kullanılan vesileler, neden tamir ve ihya istikametinde kullanılmasın ki? Ben zamanımın çocuğuyum. Aklı başında, dünyayı iyi okuyan hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmam bunlara. İtiraz etseler de bir mana ifade etmez. Ve sabredeceksiniz. Asırlardır devam ede gelen ve kangren olmuş yaraları birden tedavi edemezsiniz.(Ahmet Kurucan - Zaman-2012)" tavsiyesi doğrusu San’at’da yeni ufuklara açılmanın zamanının çoktan geldiğini gösteriyor. [email protected] twitter.com/maomazhar
17 Ocak 2013 23:24
DİĞER HABERLER