Mülteci denilince akıllara hemen kendi ülkesinde yaşayamaz hale getirildikleri için bir başka ülkeye iltica eden kişi veya kişiler gelir.
CUMA KARAMAN- SAMANYOLUHABER.COM
Mülteci denilince akıllara hemen kendi ülkesinde yaşayamaz hale getirildikleri için bir başka ülkeye iltica eden kişi veya kişiler gelir. Kendi öz vatanlarında mülteci konumuna itilenler, belki mültecilerin bile yaşamadığı acılara maruz bırakılanlar ise pek akla gelmez. Çünkü, kendi ülkelerinde türlü baskıların ve zulümlerin hedefi olanların çektikleri acılar ne kadar vahim olursa olsun çoğunluk tarafından görülmez, çığlıkları duyulmaz. Çoğunluğun bu acıları görmelerinin önündeki ana engel yakın körlüğü olsa da despotizmin sistematik propaganda ve karartma çabalarının etkisi de yadsınamaz. Oysa, rejim veya rejimin dayandığı çevreler eliyle ötekileştirilenlerin çektiği acılara kör, sağır ve dilsiz olanların baskın olduğu ülkelerde huzuru bozulanlar sadece mağdurlar olmaz. Huzursuzluk ve tehditler eninde sonunda bir gün gelir o körlerin, sağırların ve dilsizlerin kapısına dayanır.
Türkiye tarihi fazlasıyla bu türden acıların ve zulümlerin de tarihidir. Öyle ki, geçmişte yaşanmış ve bugün yaşanmakta olan zulümlerin münferit hadiseler olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama ne yazık ki, devlet ya da devlet kılığına girmiş egemenlerin bilinçli, kasti ve sistematik olarak gerçekleştirdikleri zulümler kalabalıkların tepkisini çekmek şöyle dursun, vatan adına, bayrak adına, devlet, millet ve hatta din adına çoğunlukla desteklenmiş, alkışlanmıştır. Ülkede yaşayan halklara reva görülen zulümlerde hiçbir sınır tanınmazken, sahte bir “biz kardeşiz” söylemi tutturmaktan da geri kalınmamıştır. Bu mürailik, nesiller boyunca kendi vatanlarında zulmün hedefi olan halkların nezdinde “biz kardeşiz” sözünü en tiksinilen ifade haline dönüştürmüştür. Böylece aklı başında herhangi bir Kürt’ten şu sözleri duymak artık sıradan hale gelmiştir: “Başımıza ne geldiyse bu samimiyetsiz ve eşitsiz ‘kardeşlik’ten geldi. Biz bunları hep gerçek birer kardeş bildik ama bakın bize yıllardır neler yapıyorlar? İşgalcilere karşı din kardeşleri olarak birlikte mücadele etmedik mi? Birlikte savaşıp kanlarımızı, canlarımızı feda etmedik mi? Ama zaferden ve kurtuluştan sonra adeta esir muamelesinden başka kendilerinden ne gördük?”
Bu hissiyat, bu duygusal kopuş hiç sebepsiz ve beraberinde getirdiği/getireceği olaylar hiç yersiz değildir. Kendi yapıp ettiklerimizin bir sonucundan ibaret olan sorunlardan şikayetlenmenin herhangi bir anlamı da yoktur. Şüphesiz yine bazılarımız “Şimdi bunları konuşmanın zamanı mıdır?” diye tepki gösterebilir. Peki, bunları konuşmanın zamanı bugün değilse ne zamandır? Geçmişte de hep “şimdi bunun zamanı değil” dediğimiz için bugün baskı ve zulüm çarkı dönmeye devam etmiyor mu? Kendi yaşadığımız baskı, zulüm ve acılardan dersler çıkarıp bu sorunları kendi sorunumuz haline bugün de getiremezsek peki ne zaman getireceğiz? Kendileri de mağdur edilmiş, hakları, özgürlükleri, malları ellerinden alınarak vatanlarından edilip mülteci konumuna itilmiş insanlardan bile benzer yaklaşımları duymak, görmek inanın bu tür zulümleri yapanlar kadar kahrediyor insanı. Yaşanan onca zulme, acıya, yaşatılan mağduriyetlere rağmen olaylara adeta kutsallaştırdığınız devletin bakışıyla daha ne kadar bakacağız? Daha ne kadar devletin ruhsuz ve insafsız söylemleriyle konuşacağız? Ne kadar?..
Çok değil, sadece köyleri yakılan, evleri, malları, davarları talan edilen, aileleri oradan oraya sürgün edilen bir çocuğu düşünün. Köy meydanında babasına, abisine dayak atan, işkence eden, dedesine-ninesine, annesine, bacılarına hakaret eden asker/polis kılığına bürünmüş canileri gözleriyle görmüş bir çocuğun hafızasından bu korkunç görüntüleri hiç silebilir misiniz? Ömür boyu kendisiyle birlikte yaşayacak bu görüntüleri hafızasından silemeyeceğiniz, yaşadığı acıların telafisini yapamayacağınız gibi bir özürü bile çok gördükçe ondan nasıl saygı görmeyi, size sevgi duymasını bekleyebilirsiniz? Hele bir de güdümlü medyanız, tarih kitaplarınız üzerinden sabah akşam sadece kendilerini değil, atalarını, dedelerini de sürekli hain olarak anlatılıyorsanız.
Ana dilleri olan Kürtçe veya Zazaca’dan başka dil bilmedikleri için resmi bir dairede, hastanede veya mahkemede ancak tercüman vastasıyla kendilerini ifade edebildikleri için sürekli aşığılanan, dillerinden, kültürlerinden dolayı sistematik ayrımcılığa, ötekileştirmelere maruz bırakılan kitleler, düğünlerinde kendi şarkılarını bile söyleyemeyenler, kimliklerini, kültürlerini deklare edemeyenler, ettiklerinde gerek medya gerekse çevrelerince alaya alınanlar, hakarete maruz kalanlar kendilerini acaba ne kadar öz vatanlarında hissedebiliyorlardır dersiniz? Özvatanlarında yaşadıkları halde kendilerini bir mülteciden ne kadar farklı hissedebiliyorlardır?
Sadece başörtüsü konusunda yaşananları zulüm görüp, diğer inanç ve kültürlerden olanların yaşadıklarını görmezden gelen İslamcıların iktidarında da durum daha kötüye gitti. Ne yakılan köylerin hesabı sorulabildi ne yaşanan katliamlar aydınlatılabildi. Binlerce fail-i meçhulün mezarları bile tespit edilememişken üstüne bir de “din kardeşiyiz” söylemini dilinden düşürmeyenlerin devr-i iktidarında bin yıllık Kürt şehirleri aylarca tanklarla, toplarla kuşatılıp yerle bir edildi. Kürt siyasetçilerin kazandıkları sandalyeler yağmalandı, kendileri zindanlara atıldı. Ve ne hazindir ki, bu yapılanları konuşmak, yazmak, yapılan zulümlere ses çıkarmak hala terör propagandası ve ihanet sayılıyor. İnanın sadece kendi yaşadıklarımızı veya şahidi olduğumuz zulümleri yazsak sayfalara sığmaz, bizden önce yaşananları ele almaya kalksak ciltler yetmez. Şu ironiye bakar mısınız? Türklerden başkasının adı memlekette anılmaz, ama kime sorarsanız hala “kardeşiz” derler.
Doğru tarih boyunca farklı cephelerde gerçek kardeşlermişçesine hep beraber savaştık, ama zaferden sonra hep bir tür esir muamelesi gördük. Düşünün Malazgirt’te, İstanbul’un Fethi’nde, Cihan Harbi’nde, Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza kimler vardı? Resmi tarih kitaplarında bugün sadece kimlerden bahsediliyor peki? Lafı fazla uzatmadan gelin temelleri yanlış atılmış ve yanlışta ısrar eden cari devletin adını birlikte koyalım: Bu, bu topraklardaki her halkın, her kültürün, her inancın değil, tek bir ırkın, tek bir kültürün ve tek bir inancın devletidir. Bahsini ettiğimiz farklılıkları, kültürel renkleri inkâr üzerine kurulmuş çorak ve zalim bir devlettir. Temelinde ahların, kan ve göz yaşının, soykırımların olduğu ırkçı bir devlettir bu devlet. Yine de yanlış anlaşılmak istemem; şikâyetimiz, sitemimiz ve haklı öfkemiz asla Türk milletine yönelik değildir. Nesiller boyu baskı ve zulüm üreten despotik rejime ve ayrımcı, ırkçı zihniyetinedir.
Oysa, bu ülkede yaşayanlar ve bu ülkeyi yönetenler sadece biraz empati yapabilse, aynı veya benzer bir muameleye kendilerinin maruz kaldıklarını bir lahza hayal edebilseler inanın pek çok şey bambaşka olurdu. Ama bu dehşetengiz hissiyatı yaşamayanlar ve iliklerine kadar yaşayanlarla azıcık olsun empati kuramayanlar, insanların kendi ülkelerinde kendilerini mültecilerden bile yabancı hissetme duygusunu da asla anlayamazlar.