Dindar insanların ahlak ile telif edilemeyecek tavırlarını çok sık gözlemliyoruz. Neden? Çünkü akıldan ve düşünceden uzaklaşan, güce yaklaşan, dualist, devletçi, konformist ve sistem kuramayan din yorumları ahlak üretmekte yetersiz kalıyor.
Dindar bir insan nasıl ahlaksız olabilir? Allah’a ve ahiret gününe inanmaya devam ettiği halde nasıl yalan söyleyebilir, öldürebilir, çalabilir,…?
Din esasen ahlakın olgunlaşması için verimli bir zemin sunar. Tek, aşkın, ve mutlak bir varlığın her an gözetimi altında olduğunu bilen bir insanın hayatını daha dikkatli yaşamasını beklersiniz. Yaptıklarının hesabını vereceğini bilen bir insan daha temkinli olmalıdır diye düşünürsünüz. Gerçekten de dinini ciddiye alan bir insanın yapması gereken budur. Huzurda olmanın edebi ile geçmelidir bu dünyadan. Ama tecrube bize gösteriyor ki her zaman böyle olmuyor. Dindar insanların ahlak ile telif edilemeyecek tavırlarını çok sık gözlemliyoruz.
Neden? Maddi, yapısal, ve yorumsal pek çok sebebi var bunun. Ben yalnızca din yorumları içinde ahlaka kurulmuş tuzaklardan bahsetmek istiyorum. Bu tuzaklar farkedilmeden ve onlara karşı önlem alınmadan daha fazla dindarlaşma ahlak sorununu çözmüyor.
1- Mutlakçılık: Bir din yorumu size mutlak doğruyu sunduğunu iddia ediyorsa bir tuzak ile karşı karşıyasınız demektir. Buna inanan bir insan çok kolay kendisini dünyada ilahi iradenin temsilcisi olarak konumlandırabilir. İlahî irade ile şahsın iradesi arasındaki sınır kaybolur. Kişi kendi iradesi ile ilahi iradeyi aynileştirir. İşte tam da burada kişiye yaptığı hastalıklı ve ahlaksız şeyler ilahi iradenin de talebi olarak görülür. Bir militan kendisini siviller arasında patlatırken ya da bir devlet başkanı bir grup insana zulm ederken kendisini aslında ilahi iradenin hizmetkarı ve uygulayıcısı olarak görmektedir. İlahi iradeyi gasp etme çabası da diyebileceğimiz bu tavır müthiş bir kibir ima eder ama bu durumdaki bir insan bu kibri farkedemez bile.
2- Ütopyacılık: Eğer din yorumunuz ütopik bir gelecek öneriyorsa gene bir tuzak ile karşı karşıyasınızdır. Bu yalnızca dinî değil sekuler ideolojilerin de problemidir. Troçki Komunist devriminden sonra hayatını kaybeden milyonlar hatırlatıldığında “devrim için ödenmesi gereken küçük bir bedeldir o” demişti. Bir kez ütopik bir gelecek farzederseniz oraya giderken yapacağınız her şeyi meşrulaştırabilirsiniz. Ne de olsa” halkların iyiliği,” “alem-i Islam” yada “apaydınlık ve tertemiz bir bahar” için yapmakdasınızdır herşeyi. Böyle bir hedefe koşulurken ufak tefek arızalara bakılmaz. Burada insan hayatı araçsallaşır ve ahlak terk edilebilir.
3- Bireyin kaybolması: Aşırı grup vurgusu yapan din yorumları da ahlaken problemli tavırlar üretme potansiyeli taşır. Hannah Arendt’in “kotülüğün banalliği” makalesinde değindiği gibi bireyin grup içinde kaybedilmesi ile kötülük arasında çok yakın bir ilişki vardır. Ona göre Naziler birey olamadıkları için o kötülükleri yapmışlardır. Emir komuta zinciri içinde düşünme ve değerlendirme kaabiliyetini yitirir insan. Grup bireyi yutar. Birey de buna mukabil grubun davranışlarından dolayı sorumluluk hissetmez. Burada kötülük sıradanlaşır. Banalleşir. Ayrıca mazlumun sesi grup fanusunun içine giremez. Grup içinde kendini kaybetmiş bir insan zihnen grubun dışına çıkamaz ki buna itiraz etsin. Ancak kendi aklıyla düşünmeye cüret edenler grup olarak işlenen cinayetlerin önüne geçebilir. Birey olamayan insan daha kolay şiddet ve ahlaksızlık üretir.
4 -Seçilmişlik: Ahlaken problemli tavırlar üreten din yorumlarında görülen başka bir özellik seçilmişlik vurgusudur. Siz ve sizin gibi düşünenler seçilmiş bir gruptur. “Ülkeye ve dünyaya huzur ve nizam” getirecek bir partinin, bir örgütün, bir grubun parçasızınızdır. Ulvi bir davanın yükünü taşımaktasınızdır. Sekuler grublarda da görülen bir davranış kodudur bu. Kendinizi böyle ayrıcalıklı bir konuma yerleştiriseniz grubunuzun dışında kalanlar ikincilleşir. Burada, mesela, kadrolaşma gibi ahlaken problemli tavırları meşrulaştırırsınız. Ne de olsa bunu seçilmiş olan sizler kurtarmak istediğiniz kalabalıklar için yapmaktasınızdır.
5- Muğlaklık: Din yorumunuz size ahlakın bazı temel prensibleri hakkında detaylı yol göstermiyorsa gene problemlerle karşılaşırsınız. Mesela yalan söylemek haramdır. Ama yalan söylenebilecek o kadar çok istisnaya kapı açarsınız ki bir müddet sonra istisnai haller kural haline gelir. Bugün kendinizi mecbur hissedersiniz. Yarın ulvi bir amaç için yalan söylersiniz. Ertesi gün doğruyu eksik söyleyerek yalan söylersiniz. Sonra düşman üretirsiniz, hayatı bir “harb” olarak tanımlarsınız. “Harb hiledir” den hareketle her türlü yalanı söyleyebilirsiniz. Köleliğe, fuhşa, şiddete, irtikaba bir mesned bulabilirsiniz. Vicdan azabı da hissetmezsiniz. Şuurunuzu susturmuşsunuzdur.
6- Boşluk: Bazen de din yorumunuz manipulasyona açık boşluklar bırakır. Mesela, din yorumunuz kadın hakları konusunda boşluklar ihtiva ediyorsa kadına karşı yapılmış ahlaksızca muameleleri kolayca meşrulaştırabilirsiniz. Bir şey söylemeniz gereken hususta suskunsunuzdur. Bu o hususta modern bağlam içinde yeterince sistematik ve detaylı çözümler üretilmediğine işaret eder. Bu boşluklar istismar edilir.
7- Şiddet ve merhamet: Bir başka ilginç mekanizma da şudur. Şiddet ve ahlaksızlık merhamet süretinde görünür gözünüze. Mesela İŞİD gibi bir organizasyon kendi dindaşlarını iki şekilde öldürür. Bir, önce tekfir eder sonra öldürür. İki, ve daha ilginci, öldürdükleri Müslümanları temizlediklerini düşünür. Yani sizi aslında günahlarınızdan arındırmakta ve “kanınızla temizlemektedir”. Sizin bunu isteyip istemediğiniz onun için önemli değildir. O size, size rağmen, bir iyilik yapmaktadır. Siz onun size yaptığı bu iyiliği ötede anlayacaksınızdır. Burada ahlaksızlık ve şiddet kendini merhamet suretinde pazarlar. Bu derecede olmasa da bu psikoloji özellikle devlet ve toplum ilişkilerinde jakoben bir otoriterlik süretinde kendini gösterir. Rahatsız edicidir. Boğucudur.
8- Sistem problemi: Sahabe arasında yaşanan savaşlarda müşahade ediyoruz bunu. Bireysel hayatları itibariyle örnek bir konumda olan bu insanlar aralarındaki anlaşmazlıkları çözecek “hukuki ve siyasi” sistemi henüz kuramadıkları için savaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu sistem ile ahlak arasındaki ilişki üzerinde daha ciddi düşünmemizi gerektiriyor. Ahlaka destek olacak sistemin de kurulması gerekiyor. İyi bir şehir planlamacılığı yapmadan ve kurallar tesis etmeden insanlara sadece “trafik kurallarına uyun” demek yetmez. Sistemi ve yapıyı kuramazsanız ahlak direnemiyor. O açıdan iyi insan yetiştirmeye harcadığınız emek kadar iyi sistem inşa etmeye de dikkat etmek gerekiyor.
9- Duygu pompalaması: Bir başka problem dinin yüksek düzeyde duygu pompalanması ile öğretilmesi. Ahlak ise duygudan ziyade aklın konusu. Hayatı rasyonel bir şekilde analiz etmeniz gerekiyor. Aklı öteleyen ve onu “yanıltıcı bir alet” olarak gören din yorumlarının son derece rasyonel bir uğraş olan ahlak konusunda yetersiz kaldıklarını görüyoruz. Samimiyetle işlenmiş hatalar kaplıyor ufkumuzu.
10- Devlet ve iktidar: Din ile iktidar arasındaki mesafe kaybolunca da din ahlak üretemiyor. Devlet ile arası azalan din araçsallaşıyor. Devlet güç eksenli düşündüğü için dinin iç mantığı ile çelişiyor. Din zayıfın ve sivil toplumun yanında bir ahlak kaynağı iken gücün yanında durmaya başladığında devletin günahlarının fetvacısı konumuna iniyor. Din ile güç karşılaştığında, bazı istisnalar hariç, kazanan hep güç oluyor. Buradan modern Müslüman toplulukların din ile devlet ilişkisinin hem pratiği hem de teorisine dair ciddiyetle düşünmeleri gerektiği sonucu çıkıyor.
11- Dualizm: Karşınızda kapkaranlık bir düşman tahayyül ediyorsunuz. Hayatı dar’ul-harb ve dar al sulh gibi ikili kategorilerle anlamlandırıyorsunuz. Karşı taraf “tek gözlü deccaldir”, “dış güçlerin işbirlikçisidir”, “haindir.” Öteki o kadar kötüdür ki ona karşı ahlaklı olmak gerekmez. Burada farklı davranış kodları devreye giriyor ve ötekine karşı ahlaki sorumluluklardan kurtuluyorsunuz.
Kısaca akıldan ve düşünceden uzaklaşan, güce yaklaşan, utopik, dualist, seçkinci, devletçi, muğlak, konformist, aşırı duygusal, sistem kuramıyan din yorumları ahlak üretmekte yetersiz kalıyor. Bunlar ahlaka kurulan tuzaklardan bazıları. Görüldüğü gibi Allah’a ve ahiret gününe inansanız bile bu tuzaklara düşebilirsiniz. Din ile ahlak arasında yeni köprüler kurmak istiyorsak bu tuzaklar üzerinde dikkatle düşünmek ve daha sağlıklı yorumlar üretmek gerekiyor. Dini bir biat ve itaat kültürüne indirenler dine büyük bir kötülük yapıyor.
Özgür Koca
Dr., Claremont Graduate University