"Samimiyetin, ihlasın, sadakatin, ittihadın ve tesanüdün kerameti olduğu gibi, ihlaslı, sadakatli, tesanüt, ittihad ve uhuvvet içinde olan bir cemaatin de hem kerameti hem de VELÂYETİ olabilir…"
Safvet Senih | samanyoluhaber.com
Cemaat Veliliği
Cemiyet ile cemaat arasındaki farkı M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle izah eder: “CEMAAT, belli bir duygu, düşünce, inanç ve doktrinin etrafında şuurluca toplanmış insanların meydana getirdiği bütündür. CEMİYET ise duygu, düşünce inanç ve doktrin birliği olsun olmasın belli bir hedefe ulaşmak, belli bir gayeyi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş KİTLE demektir. CEMİYETİ meydana getiren insanlar, her ne kadar aynı hedef etrafında birleşmiş gözükseler de, her birinin gayesi, düşüncesi farklı da olabilir… Ve o gayelere ulaşılamadığı zaman da dağılmalar, ayrılmalar her zaman ihtimal dahilindedir. CEMAAT’e gelince, orada farklı GAYE farklı BEKLENTİ bahis mevzuu olmadığı gibi, İCTİHAD ayrılıkları müstesna dağılma, ayrılma da söz konusu olmaz. Zira inanılan şeyler etrafında bütünleşme, hem bir vazife, hem de ibadet olduğu için değerler üstü değerlere sahiptir.
“Cemaatin, cemaat olmanın yanında, CEMAAT PRENSİPLERİ ile yürümesinin de insan ve topluma kazandırdığı pek çok şey vardır. Bunlar, bilhassa globalleşen bir dünyada, bugün daha fazla ehemmiyet kazanmış durumdadır. Şöyle ki: FERT, dâhi olsa ve dâhiyane teşebbüsleriyle ortaya harikulade işler dahi koysa, CEMAAT düşüncesi ve beraberliği ile ortaya konan şeyler, onu rahatlıkla çok gerilerde bırakır. Zira, bir Arap atasözünde de ifade edildiği gibi İKİ KAFA BİR KAFADAN HAYIRLIDIR. Kafa yani DÜŞÜNEN BEYİN sayısı, alınan kararları uygulamada omuz veren insan sayısı ne kadar çoğalırsa, ortaya konan PERFORMANS doğrultusunda istenilen neticeye ulaşma da o kadar kolay ve mükemmel olur. Bütün bunları, bir tek ferdin –DÂHÎ DE OLSA başarması, yapması düşünülemez.
Ayrıca cemaatte fikir tartışması, fikir alış-verişi sayesinde bârika-i hakikat (hakikatın yıldırım gibi ışık parıltısı) ortaya çıkar. Bu sayede insan hayatında kainatın sırlarına ait nice gizli perdeler kaldırılır ve insanlar değişik duygulara uyanır. Bir FERD’de ayrı şeyleri görmek oldukça zordur; hatta imkansızdır. Bazen FERT, bozuk bir plak gibi, bir şeye takılır kalır. Kendi doğru bildiği –aslında yanlıştır. –SAPLANTILARIN peşinde koşar. İşte, böyle bir SAPLANTIDAN kurtulmanın yolu, CEMAAT İÇİNDE KENDİNİ ERİTMEKTİR. Hele dünyamızın, ilerleyen bilim ve teknolojisi sayesinde küçük bir köy haline geldiği günümüzde, yukarıda ifade ettiğimiz fertler DÂHÎ de olsalar, yetersiz kalmaya mahkumdurlar. Bu itibarla, bundan sonra FERDÎ DEHÂLAR, Cemaatin HİMMETİ ve MEŞVERET HAVUZUNA sığmakla, büyüklüklerini ortaya koyabilir, kendilerini gösterebilirler. Hatta benim kanaatime göre, karizmatik özelliklere sahip insanlar bile, hala eski dönemlerde olduğu gibi müstakil hareket etmeye kalkarlarsa katiyen başarılı olamazlar. Onun için bir BUZ PARÇASININ HAVUZLA bütünleşmesi misilli, karizmatik şahsiyetler de, mutlaka kendilerini CEMAAT HAVUZU içine salmalı ve eritmelidirler. Böyle yaptıkları, yapabildikleri takdirde, o karizmanın ağırlığı daha da artar ve fikirleri, yüksek performansı ile toplumun içinde çoklarımızın idrak edemeyeceği ağırlığa ulaşır; ulaşır ve yine çoklarımızın hayal bile edemeyeceği toplum yararına yapılan işlerdeki başarılara imzasını atar. Bu noktada bir hakikatin perdesini azıcık aralamama lütfen müsaade edin: Bu tür düşüncelerle bir araya gelmiş ve CEMAAT oluşturmuş 5-10 FERT, insanlığı asırlar boyu hep aydınlık iklimlerde dolaştıran Ebu Hanife, Muhammed Bahaüddin Naşibendi, Abdülkadir Geylanî, İmam Gazâlî ve emsali kimselere nasip olan mazhariyetlerin çok çok ötesinde, mazhariyetlere sahip olabilirler. Bu o büyük zatları (hâşa) tezyif veya misyonlarını inkâr olarak anlaşılmamalı; bu, Allah’ın (c.c.) cemaate hususî ihsanı şeklinde yorumlanmalıdır. Cemaat içinde yerini bulan kişiler, yüce ahlaklara ait esasları, teker teker ve ayrı ayrı temsil ederek, bir havuzu oluşturabilirler. Mesela: Biri ZÜHD’de, bir İHLAS’da, biri SAMİMİYET’te ZİRVE NOKTA’ya çıkabilir ve böylece, bir Mânâda KUTBİYET, GAVSİYET, KUTBU’L-İRŞADLIK ve benzeri şeylerin TEMSİLİ, CEMAAT tarafından gerçekleştirilmiş olur ki, siz isterseniz buna CEMAAT VELİLİĞİ de diyebiliriz. Öyle zannediyorum ki, bu mânâda veliliği temsil eden cemaatler, her zaman nazar-kadem bütünlüğüne ulaşabilirler. Şimdiye kadar nice FERİD fertlerin yakalayamadığı bir ufku, belki bazı cemaatler yakalamış, hatta bir adım daha öteye geçmeye muvaffak olmuş olabilirler.
“Ayrıca cemaat halinde VELİLİĞİ TEMSİL EDEN kişiler, gurur fahr (övünme) ve ucb (kendini beğenme) içine de girmez, hatta giremezler. Zira o gayeye ulaşmada ve o noktaya yükselmede kendisinin olduğu kadar cemaatin diğer fertlerinin de payı vardır ve belki de onunkinden daha yüksektir. Burada görüldüğü gibi cemaat içinde bulunma aynı zamanda ucub, gurur, fahr gibi kötü ahlâkların da önünü kesebiliyor.
“Ümmetin dalâlet üzerine içtima etmez” hadis-i şerifi zaviyesinden cemaat gerçeğine bakılacak olduğunda, yanılma oranının cemaatlerde daha az olacağı da unutulmamalıdır.” (Prizma-2, Büyüteç)
Samimiyetin, ihlasın, sadakatin, ittihadın ve tesanüdün kerameti olduğu gibi, ihlaslı, sadakatli, tesanüt, ittihad ve uhuvvet içinde olan bir cemaatin de hem kerameti hem de VELÂYETİ olabilir…