Samanyoluhaber yazarı Dr. Ömer Özdemir bugünkü makalesinde "Aydınlanmanın Diyalektiği’’ kitabında anlatılan Siren Hikâyesi'ni kaleme aldı.
Sirenlerin sesi
DR. ÖMER ÖZDEMİR | Samanyoluhaber
Sirenler, Yunan Mitolojisi’nde anlatılan Akdeniz veya Ege Denizi kıyılarında derin uçurumlarla ve yüksek kayalıklarla çevrili Siren Adası'nda yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdır.
Siren adalarının İzmir-Foça kıyılarında olduğu da söylenir.
Buralardan geçmek zorunda olan denizciler, sirenlerin söylediği büyülü şarkılardan etkilenip rotalarından sapmışlar, gemilerini kayalıklara, sesin geldiği yöne doğru sürmüşler ve örümcek ağına takılan sinekler gibi sirenlerin tuzaklarına yakalanıp yem olmuşlardır.
Sirenlerin anlatıldığı mitolojik hikâye, Yunanlı Ozan Homeros’un MÖ 800 ile 600 yılları arasında yazdığı düşünülen ünlü Odysseia Destanı'nın bir bölümünde yer alır.
Homeros Destanı'nda, Yunan komutanlardan Odysseus'un yıllarca süren Truva (Troia) Savaşı sonunda vatanı İthaki'ye yaptığı uzun dönüş yolculuğunda başından geçen bir olay da anlatılır.
Araştırmalarda Truva’nın, Çanakkale Boğazı girişinde yer alan, stratejik konuma sahip bir yerleşim yeri olduğu düşünülmektedir.
Ben Siren Hikâyesi'ni, Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno’nun felsefe ve sosyal eleştiri olarak ortak kaleme aldıkları ‘‘Aydınlanmanın Diyalektiği’’ adlı eserinden öğrendim. Bu yazımı yazarken de söz konusu kitaptan istifade ettim.
Kitabın orijinal adı ‘‘Dialektik der Aufklärung, Philosopische Fragmente’’dir. Nihat Ülner ve Elif Öztarhan Karadoğan tarafından Türkçe’ye çevirisi yapılmış ve Kabalcı Yayıncılık tarafından okunmak üzere okuyucuya sunulmuştur.
Homeros, Odysseia’nın on ikinci neşidesinde kahraman Odysseus’un Sirenlerin yanından nasıl geçtiğini anlatır:
Sirenler olağanüstü güzellikleri, fevkalade etkileyici müzikleri ve şarkıları ile buradan geçmekte olan denizcileri büyüleyen ve cazip çağrıları ile kendilerine doğru çeken yarı kuş, yarı kadın veya deniz kızı görünümündeki yaratıklardır.
Sirenlerin güzellikleri karşısında büyülenen ve hoş seslerden dolayı kontrollerini kaybeden denizciler, hayatlarının sonuna kadar burada kalmak isteğine kapılırlarmış.
Bu düşünceler içinde gemileriyle Sirenlere doğru yönelir ve bölgedeki kayalıklara çarparlarmış. Sirenleri duyup da kendini kaptırmamak ve onlara karşı direnmek imkansızmış.
Ama Odysseus, Tanrıça Kirke’nin de uyarıları ile kendini Sirenlerin tuzağından kurtarabilen tarihteki 3 kişiden biridir.
Kirke, ‘‘Kim Sirenlere yaklaşırsa ve dinlerse yandı, bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne de çocukları. Bekleme onların olduğu yerde. Sirenlerin sesini duymaması için arkadaşlarının da kulaklarını balmumuyla tıka. Ama sen kendini iplerle orta direğe sıkıca bağlatatıp istersen doya doya dinleyebilirsin. Ancak iplerinin çözülmesini dostlarından istediğinde kesinlikle çözmemelerini, bilakis daha sıkı bağlamalarını da tembih etmelisin.’’ diye ikâz eder.
Kirke’nin ikâzını da dikkate alan Odysseus, gemisindeki adamlarının kulaklarını balmumu ile tıkatır ve kendini de orta direğe sımsıkı bağlatır. Boğazdan geçinceye kadar istese bile çözülmemesi talimatını verir.
Bu halde geçmek zorunda olduğu ve başka da alternatif geçidin bulunmadığı boğaza doğru gemisini hareket ettirir. Geminin direğine bağlı şekilde geçidin ortasına geldiğinde, Sirenlerin tatlı seslerini, cezbedici müziklerini duyar ve hayranlık uyandıran şekillerini görür. Sirenlerin cazibeleri arttıkça baygın bir şekilde ancak kaş ve gözleriyle iplerini çözmeleri için işaret eder, ama adamları almış oldukları talimat gereği daha da sıkılaştırır.
Geminin ortasında direğe bağlı bulunan Odysseus, tıpkı konserlerde kımıldamadan oturan seyirciler gibi muhteşem bir konseri hareketsiz bir şekilde izler ve iplerinin çözülmesi için attığı çığlıklar havada kaybolup gider.
Sirenlerden uzaklaştıktan sonra adamları Odysseus’u bağlı olduğu direkten çözerler ve kendi kulaklarındaki bal mumlarını da çıkarırlar. Böylece Sirenlere yem olmadan hedeflerine, yıllardır görmedikleri vatanları İthaki’ye, eşlerine ve çocuklarına doğru yol almaya devam ederler.
Odysseus’un Siren Adasının yakınından geçişini ve hedefine ulaşma yolundaki gayretini alkışlamamak elde değil.
Hayatta her insanın olduğu gibi organizasyonların da (örgütlerin de) belirlenmiş hedefleri vardır.
Hedefler maddi veya manevi olabilir.
Başarılı birey ve örgütlerin kendilerine ulaşılabilir birer hedef tespit ettikleri bilinen bir gerçektir.
Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne, ‘‘Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder.” ve ‘‘Hedefi olmayan gemiye rüzgar bile yardım edemez.’’ sözleri ile hem bireysel hem de organizasyonel hedefin gerekliliğini ifade etmiştir.
Lewis Carrol, Alice Harikalar Diyarında adlı eserinde hikaye kahramanlarından Alice ve Tavşan’ın konuşmaları üzerinden hedefin önemini şu şekilde belirtir:
‘‘Alice: ‘Hangi yoldan gideyim?’
Tavşan: ‘Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok.’. ’’
Hedeflere ise belirlenen değerler klavuzluğunda sabırla yol alarak ulaşılabildiği bilinen bir başka gerçektir.
Organizasyonların deklarasyonlarına baktığımızda; doğruluk, dürüstlük, sevgi, hoşgörü, güven, adanmışlık, bağlılık, yaşatma sevdasıyla yaşama, cesaret, yardımseverlik, eşitlik, bağımsızlık, çalışkanlık vb. gibi bir çok değer ifadelerinin sıralandıklarını görürüz.
Organizasyon değerleri, organizasyonel hedeflere ulaşılmasında hem bir motivasyon kaynağı hem de yol sınırlarını belirleyen taşlar ve levhalar gibidir. Hedefe doğru yol alan organizasyonun belirlenen yolda gitmesini klavuzluk ederler.
Böylece bir Çin atasözünde, ‘‘Yönümüzü değiştirmezsek hedeflediğimiz yere varabiliriz.’’ şeklinde ifade edildiği gibi örgütün belirlenen hedeflerine zamanında ulaşması gerçekleşmiş olur.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Yirmi Birinci Lem'ada, ‘‘Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur.’’ tesbiti çok önemlidir.
Bu tesbit bize, organizasyon üyelerinin hem kişisel hem de içinde bulunduğu organizasyonun hedeflerine doğru yol alırken, kulaklarını balmumu ile sıkıca tıkamaları ve organizasyon değerlerinden ayrılmamaları gerektiğini hatırlatır.
Ayrıca, Sirenlerin kışkırtıcı cazibeleri ile karşılaşmalarının ve yoldan çıkarıcı cazip tekliflerine muhatap olmalarının söz konusu olabileceğini dikkatlerimize sunar.
Bu her bir birey için geçerli olmasa bile organizasyonlarda belli bir oranda karşılasılması reddedilemez bir gerçektir.
Örgütün tamamı olmasa bile bazı üyelerinin veya birkaç üyesinin oluşturduğu küçüklü-büyüklü gruplar Siren seslerinin cazibesine kapılabilir. Hedefe giden yoldan ayrılabilir ve gemisinin rotasını yalçın kayalıklara, Sirenlerin ağlarına doğru çevirebilir. Tabi ki neticesi hüsran olur.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta vardır; organizasyonlarda, Siren Ağlarına takılanlara takılmak da bazı insanların Sireni olur.
Bu üyeler, organizasyondan koparak, kopmaya başlayarak veya yıkıcı davranışlarda bulunarak organizasyon gücünü zayıflatırlar ve Sirenlere takılmadan dar boğazdan geçmeye çalışan deniz ortasındaki kaptanın gemisine/gemisinde delik açma girişiminde bulunarak farkına varmadan hedefe varılmasını güçleştirirler.
Organizasyon ömrü bakımından ele aldığımız da ise, kaybedilen her bir üye ve grup elbette istenmeyen bir kayıptır. Organizasyon ömrünün devamı ve sürekliliği için lider ve adanmış/sadık çevresi ise hayati önem taşır.
Kaptan ve sadık çevresi Siren ağlarına takılmamışsa, değerlerden kopmamışsa ve ana gemi hedefe doğru yol alıyorsa eninde sonunda organizasyon hedeflerini gerçekleştirecektir.
Eğer sizin de bir hedefiniz varsa, Siren Kayalıkları'nın yanından geçerken oldukça dikkatli olun...