En iyi film dalında aday olmanın yanı sıra üç oyuncusuna da Oscar adaylığı kazandıran 'Duyguların Rengi', siyahların Amerika'da birinci sınıf vatandaş sayılmadığı dönemde gelişen bir dostluk öyküsünü anlatıyor.
Film, daha önce sinemada defalarca işlenen 1960'lardaki ırkçılık meselesinin merkezine kadınları yerleştirerek kendine farklı bir yol çiziyor.
Hollywood'un nostalji rüzgârı devam ediyor. Daha önce Hugo, The Artist, Paris'te Geceyarısı, Savaş Atı'nın estirdiği rüzgâr, bu hafta 'Marilyn ile Bir Hafta' ve 'Duyguların Rengi' filmiyle devam ediyor. Bu kez 1960'lara gidiyoruz...
Siyahların Amerika'da birinci sınıf vatandaş sayılmadığı dönemde gelişen bir dostluk öyküsünü anlatıyor 'Duyguların Rengi' (The Help). Sadece toplumdaki 'gelenek ve kültür' ile değil, doğrudan yazılı kanunlar vasıtasıyla da siyah ırktan olanların beyazlara eşit kabul edilmediği; okullarının, otobüslerinin, taksilerinin, kuaförlerinin, restoranlarının hatta tuvaletlerinin bile ayrı olduğu bir dönem... Özellikle ırkçılığın şiddetli bir şekilde yaşandığı Mississippi eyaletinde beyazların evinde hizmetçi, daha nazik bir hitapla 'yardımcı' olmak onlar için büyük bir 'lütuftur'. Aibileen, Minny ve Skeeter'ın dostluğu böyle bir ortamda başlar. Yazar olma hayaliyle yerel gazetede ev hanımları için temizlik köşesi hazırlayan yeni mezun Skeeter, bu konuda arkadaşı Elizabeth'in hizmetçisi Aibileen'den yardım alır. 'Beyaz Kadınlar Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı' kıvamındaki gruplarındaki sohbetlerin merkezinde hep siyahi yadımcılarının 'kötülükleri' yer almaktadır. Kendisi de siyahi bir hizmetçi tarafından büyütülmüş Skeeter, hizmetçilerin gözünden, onların yaşadığı sıkıntıları yazmaya karar verir. İlk başta bu konuda gönüllü bulamasa da, gelişen bazı olaylar yaşadıklarını anlatacak pek çok hizmetçinin dilinin çözülmesine neden olur. Böylece yazılı kanunlarla da desteklenen sosyal kurallar sarsılmaya başlar.
KADININ KADINA YAPTIĞI...
Bu yıl Oscar yarışında öne çıkan pek çok filmde gördüğümüz üzere 'Duyguların Rengi' de bir edebiyat uyarlaması. Kathryn Stockett'ın 2009'da yayımladığı ilk romanından uyarlanmış film. Yönetmen de, ikinci filmini çeken Tate Taylor. 1950'lerin sonuna doğru her anlamda zirveye çıkan Amerikan tutuculuğunun altın çağında geziniyor hikâye. Beyaz Amerikalı genç kızların en büyük idealinin ev hanımlığı olduğu bir dönemde, hiç kimse siyahlar ile beyazlar arasındaki kastı eleştirmeye cesaret edemiyor. Kendisi de o sistemin konforlu bir üyesi olan Skeeter bile, sırf New York'taki bir yayıncıya kendini kabul ettirmek için başlıyor 'ezilmiş siyahların' çektiği sıkıntılarla ilgilenmeye. Filmin ilgi alanına girmese de işin bir ucu sermaye paylaşımına dayanıyor. Eşitlik gündeme geldiğinde evvela zengin beyaz Amerikalılar ucuz iş gücünden mahrum olacağı gibi eğitim ve iş hayatında da 'istenmeyen' paylaşımlara gidilecek.
Film, daha önce sinemada defalarca işlenen 1960'lardaki ırkçılık meselesinin merkezine kadınları yerleştirerek farklı bir yol çiziyor kendine. Siyah erkeklerin toplumdaki sıkıntıları neredeyse hiç gösterilmiyor; aksine Minny'nin şiddet eğilimli kocası üzerinden bir de mesaj var. Hikâye, meselenin siyah-beyaz mücadelesinden ziyade, kadın-erkek arasındaki iktidar mücadelesi üzerinde duruyor. Perdede siyah ve beyaz kadınlar görüyoruz, fakat bir grup diğerine haksızlık ediyor gibi gözükse de hakikatte iki taraftaki kadınlar da erkeklerin tasarladığı bir hayatı yaşıyor. Beyaz kadınlar, kendi erkeklerinin ayrıştırıcı, hâkim dilini benimseyip farklı renkteki hemcinsleri üzerinde acımasızca uyguluyor. Hatta bu konuda erkeklerden daha zalim oluyorlar genellikle. O kadar ki, kendi aralarındaki 'sosyal dayanışma' grupları vasıtasıyla erkeklerin kanunlarına hem zemin hazırlıyor hem de o kuralların katı bir destekçisi oluyorlar. 'Duyguların Rengi', özgürlüğün kadınların cesareti ve konuşmaya başlaması sonucunda geldiğini anlatsa da; bir taraftan da ırkçılığın bizzat kadınlar eliyle topluma yerleştiğini söylüyor. Filmin odak noktasında olmayan bu söylem, 'hepimiz kardeşiz, yok birbirimizden farkımız' demek isteyen filmin deyim yerindeyse 'ağzından kaçırdığı' ağır bir cümle.
En iyi film dalında Oscar adayı olan 'Duyguların Rengi', üç oyuncusuna da Oscar adaylığı kazandırdı. Minny rolünde Octavia Spencer ve Celia rolünde Jesscia Chastain en iyi yardımcı kadın; Aibileen rolünde Viola Davis ise en iyi kadın oyuncu dalında Oscar'a aday. Dolayısıyla filmin oyunculukları 'tescilli'. Her şeyden öte film, tam anlamıyla bir 'hikâye filmi'. Kirli bir dönemde geçse de 'temiz' hikâyesi, sakin anlatımı ve oyunculuklarıyla izlenesi bir film.
Duyguların Rengi (The Help)
Yönetmen: Tate Taylor
Oyuncular:Emma Stone, VIOLA DAVIS, Bryce Dallas Howard, JessIca ChastaIn, OCTAVIA SPENCER
'Sirk'teki köstebekler
Çifte ajan efsanelerinin bitmez tükenmez kaynağı 'Soğuk Savaş' dönemi bir süredir 'meze' olduğu sinemada nihayet aradığı soluğu buldu. James Bond'dan Bourne serisine, hatta X-Men Birinci Sınıf'taki popüler kültüre yönelik kullanımıyla aksiyona gömülen bu 'soğuk' dönem', 'Köstebek' (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) filminde yatağını buluyor. Elbette ki bir çiçekle bahar olmaz; fakat Thomas Alfredson'un filmi bahara bedel bir çiçek kıvamında çıkıyor karşımıza.
Soğuk Savaş'ın en çetin döneminde 'Sirk' olarak da adlandırılan İngiliz dış istihbarat servisi MI6'da Sovyetler hesabına çalışan bir köstebek olduğu konuşulmaktadır. Servisin başındaki Control, son hamle olarak bir Rus generali saflarına katmak için adamlarından birini Budapeşte'ye gönderir. Görev başarısızlıkla sonuçlanınca en güvendiği adamı George Smiley ile birlikte kurumdan atılır. Ancak Smiley, köstebeği bulması için gizlice yeniden görevlendirilir. Smiley, genç ajan Guillam ile birlikte Sirk'in geçmiş ve hâlihazırdaki faaliyetlerini incelemeye alır. Köstebeğin izini sürerken, önde gelen Rus casuslarından gizemli Karla ile yıllar önceki karşılaşmalarını da hatırlar. Bir süre sonra Smiley, Control'un köstebek şüpheli listesini beş adaya indirgediğini öğrenir. Bunlar; Tinker (Tenekeci) kod adlı hırslı Alleline, Tailor (Terzi) adıyla anılan, rahat ve kendinden emin Haydon, Soldier (Asker) olarak bilinen Bland, Poor Man (Zavallı) olarak tanınan işgüzar Esterhase ve Smiley'nin kendisidir. Smiley, kendisinin bile şüpheli olduğu bir konuda köstebeği bulmak için iz sürer.
'Köstebek' de, Oscar'da adı geçen pek çok filmde olduğu gibi bir edebiyat uyarlaması. Üstelik, casus kitaplarının usta İngiliz yazarı John Le Carre'in 'Karla Serisi'nin aynı adlı ilk kitabından. Kitabın merkezinde, geri planda kalmayı seven, göze batmayı istemeyen, keskin zekâsıyla olayları çözen Soğuk Savaş ajanı George Smiley var. 2008'deki İsveç yapımı vampir filmi 'Gir Kanıma' ile dikkatleri çeken yönetmen Thomas Alfredson, kırk yıllık yönetmen gibi soğuk savaş, ajan filmlerinin kitabını yeniden yazıyor. Son yıllarda iyice aksiyona boğulan türe gerçek kimliğini teslim ediyor yönetmen. Film, tam da soğuk savaşın ruhuna uygun bir şekilde, sinsi, kurnaz, ikili oynayan, sessizce işini yürüten eli çantalı, kendilerine has şifreleri olan ajanların dünyasını anlatıyor. Gereksiz heyecana, aksiyona, kovalamacaya gönül indirmeden. Türün meraklıları açısından çölde vaha gibi olan film, bu tavrıyla genel izleyiciye sıkıcı gelebilir. Üstüne bir de ikili oynayan casusların kafa karıştırıcı hikâyesi ve kurgunun zaman atlaması eklenince izlemesi bile ayrı bir dikkat gerektiriyor. Her oyuncunun iyi olduğu filmde, Gary Oldman'ın karakterin, atmosferin, kitabın ve filmin ruhuna uygun sade, ince ve öne çıkmayan oyunculuğu ise görülmeye değer.
TInker TaIlor SoldIer Spy: Köstebek (TInker TaIlor SoldIer Spy)
Yönetmen: Tomas Alfredson
Oyuncular: Gary Oldman, Tom Hardy, ColIn FIrth, John Hurt'
MarIlyn ile Bir Hafta (My Week WIth MarIlyn)
Kurb-i sultan ateş-i suzan
Simon Curtis'in yönettiği ve Michelle Williams, Eddie Redmayne, Julia Ormond ile Kenneth Branagh'ın oynadığı 'Marilyn ile Bir Hafta'; bir film yıldızının buhranları, şımarıklıkları, kaprisleri, yalnızlığı ve aşk hayatına uzaktan bir bakış sergiliyor. Her ne kadar afişten yola çıkarak sanatçının hayatına dair bir film ile muhatap olacağız izlenimi doğsa da yönetmen, Marilyn Monroe'nun aurasının çeperindeki hayran bakışlara odaklanıyor sadece. Hollywood ikonunun hayatına sokulmak yerine onun civarında olmanın dayanılmaz ağırlığını görselleştiriyor. Dolayısıyla güzel sanatçı filmde de normal hayatındaki gibi arzu nesnesi olmaktan öteye gidemiyor, uzaktan bakılan ama nüfuz edilemeyen bir seyirlik... Colin Clark'ın günlüklerinden uyarlanan filmde, Marilyn Monroe rolünde Altın Küre'de 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülüyle taltif edilen Michelle Williams başarılı bir oyunculuk sergiliyor. 2 dalda Oscar adayı olan film, derli toplu senaryosu ve yönetmenliği ile beklentileri karşılasa da vasatın ötesine de geçemiyor.
DÜŞMANI KORURKEN / SAFE HOUSE
Düşmanın dost olursa
Daniel Espinosa'nın yönettiği ve Denzel Washington, Ryan Reynolds, Vera Farmiga, Brendan Gleeson ile Sam Shepard'ın oynadığı 'Düşmanı Korurken' (Safe House) dur durak bilmeyen bir gerilim vaat ediyor. İyi bir ajan olmak isteyen Matt, CIA'in dünyanın farklı ülkelerindeki sığınaklarından olan bir 'güvenli ev'de (safe house) geri plan görevindedir. Matt, beklediği fırsatı CIA'in aranan eski ajanı Tobin Frost'un güvenli eve getirilmesiyle bulur. Bu eski istihbaratçı ordu bilgilerini parayla satmaya başlamıştır. Ev saldırıya uğrayınca Frost ile Matt baş başa kalır. İkili, kendilerine saldıranları kimin gönderdiğini anlamak zorundadır.
SÜRÜCÜ / DRIVE
Eli kanlı sürücü
Geçtiğimiz yıl Cannes'da gösterildiğinde yadırganan fakat yönetmenine ödül getiren 'Sürücü' (Drive), tedirgin edici tarzıyla gerilimi baştan sona zirvede tutuyor. Nicolas Winding Refn'in yönettiği filmde Ryan Gosling, Carey Mulligan, Bryan Cranston ve Albert Brooks oynuyor. Hollywood'da dublörlük yapan ve iyi araba kullanabildiği için geceleri de soygunlara katılan araba sürücüsünün hayatı, tek çocuğuyla yaşayan komşusu Irene'in hapisten çıkan kocasına yardım etmeyi kabul etmesiyle değişir. Bir anda Los Angeles'ın en tehlikeli adamlarının hedefi olur. Kendisinin, Irene'in ve oğlunun hayatını kurtarmak için yapacağı tek şey, her zaman yaptığı gibi iyi araba sürmektir. Filmde rahatsız edebilecek düzeyde şiddet kullanımı olduğunu belirtelim.
JACK VE JILL / JACK AND JILL
Al Pacino'lu komedi
Bir Adam Sandler komedisi daha. Ancak bu kez 'bonus' niyetine Al Pacino var. Dennis Dugan'ın yönettiği 'Jack ve Jill'de (Jack and Jill) Adam Sandler, Katie Holmes, Al Pacino ve Elodie Tougne rol alıyor. Jack, ikiz kız kardeşi Jill'i saymazsak kusursuz bir hayat yaşamaktadır. Her yıl şükran gününde, hayatını altüst eden kız kardeşinin ziyaretine katlanmak zorundadır. Hafta sonunu kapsayacak bu ziyaret bir aya uzadığında, kardeşler sadece ikizlerin yapabileceği şekilde birbiriyle tartışır ve alay ederler.
STAR WARS BÖLÜM 1: GİZLİ TEHLİKE
Üç boyutlu yıldız savaşları
Yıldız Savaşları serisi üç boyuta aktarıldı. George Lucas'ın yönettiği 1999 tarihli 'Star Wars Bölüm 1: Gizli Tehlike' (Star Wars Episode I: The Phantom Menace) fimi üç boyutlu olarak sinemalarda. Liam Neeson, Ewan McGregor, Natalie Portman ve Jake Lloyd'un oynadığı filmde genç Luke Skywalker'ın içindeki gücü keşfedip galaksinin zalim imparatoruna başkaldırmasına henüz on yıllar vardır. Barışçıl bir gezegen olan Naboo, iyi yürekli genç Kraliçe Amidala tarafından yönetilmektedir. Gizli Sith Lordu ve Darth Maul'un maşası olan Ticaret Federasyonu, barışı sarsacak girişimler ve adil olmayan müzakere taktikleriyle Amidala'yı köşeye sıkıştırmaktadır. Jedi'ler giderek derinleşen komployu keşfederken 9 yaşındaki Anakin'le tanışırlar. Galakside bir şeyler, geri dönmemek üzere değişmeye başlar.