Azrail Aleyhisselam gelip; ‘Cenab-ı Hak’tan size bir saatlik mühlet var. Bu arada hemen ne yapacaksanız yapın. Bir saat sonra gelip hepinizin ruhunu alacağım!’ dese ne yaparsınız?”
Abdullah Aymaz
Seneler önce bir arkadaşımız, bir sohbet sırasında şöyle bir soru sormuştu: “Şu anda harika olarak Azrail Aleyhisselam gelip; ‘Cenab-ı Hak’tan size bir saatlik mühlet var. Bu arada hemen ne yapacaksanız yapın. Bir saat sonra gelip hepinizin ruhunu alacağım!’ dese ne yaparsınız?” Her birimiz kendimizce önemsediğimiz şeyleri söylemeye başladık: Kaza namazlarımı kılarım. Borçlarımı öderim. Kul haklarını helâl ettirmek için uğraşırım. Mallarımdan bir kısmını hayır hizmetlerine vakfederim… Demiştik. O da bize, “A mübarekler! Şunları şimdi hemen yapsanız ya… O zaman bir saatlik kesin mühletiniz vardı, şimdi ise hiçbir mühletiniz yok… Aslında bir saniye bile bekleyecek vaktiniz yok; hayatta kalma garantiniz mevcut değil. Ne duruyorsunuz?” demişti.
1999 zelzelesinde gördük: İzmit civarında, bir TV kameramanı yıkılmış binanın karşısında oturmuş derin derin düşünen yaşlı birisine “Ne oldu?” diye soruyor. O da cevap veriyor: “Bu ev, bu dükkan benimdir sanıyordum. Gece sahibi öyle bir geldi ki, korkumdan kendimi don-gömlek dışarıda buldum! Daha ne olacak? Meğer ne kadar yanlış düşünüyormuşum...”
Seneler önce Ankara’da Samanyolu Kolejinde bir sohbet var. M. F. böyle bir hizmetten habersiz bir dükkan komşusunu ikna edip oraya götürüyor. Tam mezarlığın yanına gelince arabayı durdurup komşusunu da yanına alarak alaca karanlıkta mezarlıktan içeri giriyor. “Kulak verelim bakalım burada yatanlar bize ne diyor? İyice bir dinleyelim. Diyorlar ki: ‘Bizim de sizin gibi büyük iş yerlerimiz, kârlı ticaretlerimiz vardı. Evlerimiz barklarımız vardı… Bir anda hepsini bırakıp buraya geldik! Sakın bizim gibi gaflete dalmayın!”
Zelzele insan için müthiş bir alarm! İnsanlar camilere dolmaya başlıyor. İmam efendilere, vaizlere, bilhassa ihlasla sırf Allah rızası için hizmet eden rehberlere çok büyük ve önemli işler düşüyor…
Bazıları “Siz niçin her hadiseyi bir hikmete bağlıyorsunuz, hem de insanların her şeyden ibret alıp bir hikmet çıkarmasını istiyorsunuz?’ diyorlar. Biz de onlara Bediüzzaman Hazretlerinin şu cevabını veriyoruz: “Şu dünya misafirhanesinde, ibret ve hikmet nazarıyla baksan, hiçbir şeyi, nizamsız ve hikmetsiz görebilir misin? Öyleyse sen nasıl nizamsız ve gayesiz kalabilirsin?”
Teknik ve teknolojinin bu kadar geliştiği, cihazların geliştirildiği, araştırmacıların artık derinleştiği bu zamanda, Allah’ın yarattığı sanat eserlerinde mutlaka ilme, fenne yeni ufuklar açacak harika incelikler bulunup ortaya çıkarılıyor. Yani Cenab-ı Hakk’ın yaratıp sergilediği her şeyde hiçbir israf ve gelişi güzellik bulunmuyor; her şey ölçülü ve düzenli. Bu bakımdan, binlerce insanın vefatına sebep olan zelzelede de bir hikmet aramamızdan daha normal ne olabilir?
İbadet, aslında kulun, Allah huzurunda kendi kusur, acz ve fakrını görüp, o muhteşem huzurda hayret ve muhabbetle secdeye kapanmasıdır. Cenab-ı Hakk’ın tesbit ve takdiriyle binlerce hikmete binâen günde beş ayrı vakitte kılınan farz namazların yanında, sünnet ve müstahab olarak edâ edilen namazlar da vardır. Namaz mânasına gelen salât kelimesi aslında dua demektir. Bir hadisi şerifte “Dua, ibadetin özüdür.” buyurulmaktadır.
Nasıl, güneşin batmasıyla akşam namazının vakti giriyorsa, güneşin tutulmasıyla küsuf namazının, ayın tutulmasıyla hüsuf namazının vakti girmiş olur. Yani bu namazlar güneşi ve ayı o durumdan kurtarmak için değildir. Kuraklık ve yağmursuzluk da istiska yani yağmur duasının vaktidir. Şiddetli rüzgâr, aşırı yağmur, aşırı soğuk ve zelzele gibi durumlarda dua etmek ve bu mânalarda iki rek’at namaz kılmak müstahab sayılmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) şiddetli bir rüzgar estiğinde şöyle dua etmiştir: “Allahım! Senden rüzgarın en hayırlısını isterim. Bu rüzgarın kötülüğünden ve rüzgarlarla gönderilen şeylerin kötülüğünden sana sığınırım.” (Tirmizî)
Evet, zelzele gibi âfet ve belâların ıstilâsı ve muzır şeylerin musallat olması, bazı duaların özel vakitleridir. İşte o zamanlarda insan âciz ve muhtaç olduğunu iyice anlayarak, dua ve niyaz ile ulu dergâha iltica etmelidir. Eğer dua çok edildiği halde belâlar kalkmadıysa, “Dua kabul olunmadı.” denilmeyecek. Bilakis “Duanın vakti henüz bitmedi.” denilerek daha ihlaslı ve samimi şekilde devam edilecektir. Bedüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle: “Zaten musibetler, Allah’ın huzuruna sevketmek için birer kader kamçısıdır. Her okuduğum bir kelime ve dua da münâcaat da şuurlu ve şiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahabelerdeki ibadetlerinin üstünlük sırrı bu noktadadır. Tesbih ve zikri bütün mânası ile şuurlu bir surette söylemeleridir.” (Barla Lahikası)
İşte belâ ve musibet günleri, dua için en müsait dua vakitleridir. Dua noktasında altın zaman dilimi diyeceğimiz bu vakitleri sanki Berat ve Kadir gecesi gibi kabul edip lüzumsuz şeylerle geçirmeyip, en temiz ve sâfî hislerle dualarımızla süslemeliyiz. Her şeyin hayırlı tarafına bakıp, böyle zamanların altın bir fırsat noktası olduğunu asla unutmayalım. Efendimizin (S.A.S.) “Mümin’in her hâli hayırdır” tespitine uygun hareket edelim…