İnsani ilişkilerin yerlerde süründüğü bu dönemde enformasyon ağının zirve yapması ise ilginçtir dikkate değer şekilde artıyor.
Anne-baba, bacı-kardeş ve ebeveynler arası ikili irtibatın, komşuluk ilişkilerinin nerdeyse öldüğü, buna mukabil iletişim teknolojisinin devreye girmesiyle patlama yapan sosyal ağların tortularında insani değerlerin yanında sevgi-saygı, edep ve adabın patinaj yaptığını görmek için ne pedagog ne sosyolog ne de psikolog olmak gerekiyor.
Şüphesiz bu problemlerin ortaya çıkışında başrol yine insanın. Bununla birlikte unutulmamalı ki yanlışı düzeltmekte yine insanın elinde.
Tam da bu anlamda hükümetin, Türkiye genelinde her ile bir üniversite açılımı, tek sermayesi genç nüfus olan ülke için umut vaad ediyor.
Bu yüzden taşımalı eğitimin tartışmalı eğitime dönüştürülme vakti çoktan geçti. Daha ilk öğretim yıllarında başlayan taşımalı ve bu engelli sistemin, ne gönüllü ne sözleşmeli öğretmenlerin atanması ve de takviyesiyle çözülmesi mümkün görünmüyor.
Türkiye'nin eğitim ortalaması ortaokul ikinci sınıftan terk seviyesinde.
Darbe zihniyetinin tercihi olan 'herkesi okuma - yazmayı öğretirsek cahil toplumdan kurtuluruz' mantığının hala yerinde saymamızın nedeni olduğunu kimse inkar edemez.
Ayrıca bunu söylemek için de, ne alim ne batılı bilim adamı olmaya gerekolduğunu sanmıyorum.
Ki! Prof. Mümtaz Turhan 60'lı yıllarda kendisine Milli Eğitim Bakanlığı görevi teklif edildiğinde bunu tek şart olarak ortaya sürer.
Turhan Hoca o günlerde, Bakanlık bütçesinin okuma yazma seferberliğine harcanmasına karşı çıkarak, batılı bir bilim adamından aktardığı; 'geri kalmış bir toplumda halka okuma öğretirseniz, okuma bilen bir geri kalmış toplum elde edersiniz' ifadesiylecevap veriyordu.
Kaldı ki! Turhan hoca aslında toplumun okuma yazmasından çok halkın yerel ve moral değerlerine yabancı yetişmiş aydın-entelektüel kesimdenmuzdariptir.
İlköğretim ile ilgili düşüncelerimizi bir sonraki yazıya havale ederek, bu yazıda özellikle yerel üniversite uygulaması üzerinde yoğunlaşacağız.
***
Prof. Mümtaz Turhan hocanın yıllar önce ısrarla gündeme taşıdığı; okuma-yazma seferberliği ile muasır medeniyetiyakalama mantıksızlığı da ortadan kalkacaktır.
Ki Prof. Mümtaz Turhan hoca bu konuda, bilim ekseninde, yerel ve moral değerlerin korunarak yapılacak eğitim ile dünya dengelerinde ve uluslar arası seviyede bireğitim seviyesine ulaşmamızın mümkün olduğunu söylüyor.
Bu arada muasır medeniyete ulaşma adına yıllardır moda ekseninde takip ettiğimiz batı ülkelerinden sadece Hollanda'nın eğitim alanındaki tercihleri bile bizim için yol haritası oluşturabilir.
Aksiyon Dergisi Yazarı, Pedagog Adem Güneş'in de gündeme getirdiği, 'Devletin öğrenci için ayırdığı katkı payının gittiği üniversiteye göre verilmesi' uygulaması çok anlamlı olacaktır.
Çünkü ekonomik anlamda vergi muafiyeti ile desteklenen il veya bölge, eğitim tercihi yönüyle ve bireysel tercih ile de desteklenmiş olacaktır.
Neticede öğrenci tercih ettiği üniversiteye göre tahsil ücretini de taşıyor olacağından, hem iyi eğitim alacaktır, hem de başarılı olacağı ve ailesine en yakın iş alanına göre tercihte bulunacaktır.
Üstelik yıllardır 'şehir efsanesi' ne dönmüş; 'okuyanlar iş mi bulabiliyor ki, torpilin var mı, okuyanları gördük, bak simit satıyorlar' tekerlemelerinin tarihe karışmasını sağlayacağı gibi, bölgelerde işsizliği devre dışı bırakacaktır.
Bununla birlikte aile boyu bir çocuk için yapılan ve bir çocuk için feda edilen nesiller yerine eğitilen nesiller devreye girecektir.
Bu tercih aynı zamanda, bölgesel sanat ve kültürlerin korunmasını ve yaşatılmasınısağlayacağı gibi, ülkenin huzuruna dakatkı yapacaktır.
Ayrıca öğrencinin tercihi ile ekonomik destek alacak üniversiteler ve öğretim üyeleri öğrenciye en iyi hizmet vermek yarışına girecektir. Çünkü öğrenci üniversiteden ayrılınca öğrenim kredisi de kendisiyle birlikte gideceğinden, üniversiteler arası yarış ve rekabet kaliteyi beraberinde getirecektir.
Aynı zamanda devlet tarafından sağlanacak öğrenim kredisinin işsizliğe sigorta olması da sağlanabilir. Tercih sebebiyle bir bölümü okuyan öğrencinin bölgedeki iş fırsatlarına göre bölüm belirlemesi sağlanarak ve mezuniyet sonunda 6 ay içinde kendi iş alanında veya bölgedeki bir iş merkezinde işe başlamadığı takdirde üniversiteye ve öğrenciye devletin sağladığı kredinin tazmini şartı getirilerek, hem iş hem de ekonomik anlamda geri dönüşüm kontrolü sağlanabilir. Tabi bu eğitim projesininhayat bulması için, paralel ekonomik altyapının da elden geçirilmesi gerekiyor.
Özellikle Anadolu için Ankara'dan çıkarılan ihale bedellerinin bölgeselanlamda hayat bulması sağlanması gerekiyor.
Bu açıdan bölgesel yatırımlar için verilen vergi muafiyetli kredilerin yerinde kullanıldığına ve ortaya çıkan ekonomik yatırımların takibi önem arz ediyor.
****
Daha ilk okul yıllarında yollara düştüğümüz eğitim uğruna kaybettiğimiz sadece zaman değil şüphesiz. Zaman, para ve birkaç ömür de birlikte kayboluyor. Üstelik aileden eğitime meyilli bir kişi ve onun sadece bir devlet memuru olabilmesi için tüm aile seferber oluyor. İlkokul yıllarında başlayan eğitim uğruna göç kervanı, bir çocuğun istikbali için tüm aile ile birlikte üniversite yollarına kadar düşüyor.
Her İl'e bir üniversite uygulamasının kazanımlarını ve getirilerini yerel anlamda değerlendirdiğimizde, yerinde eğitim ve tahsil; 30 milyon genç nüfusu olan bir ülke için öncelikle eğitimde fırsat eşitliğini sağlaması, özelde ise herkese eşit ağırlıkta eğitim imkânına kapı açtığından önemli bir adım olarak karşımızda duruyor.
Bu uygulama aynızamanda maddi ve manevi kapasitesi olan ve kendine güvenen her hangi birkişinin elindeki ‘kazanılmış eğitim ve öğrenim kredisi’yle ülkenin herhangi birüniversitesini tercih edebileceğinden; mevcut vatandaşlar arasındaki ayrıştırmave ayrımcılık otomatik olarak ortadan kalkacaktır.
*****
Yerel üniversiteler özellikle topografik ve coğrafig anlamdakonuşlanmalı.
Ki bölgenin endüstriyel, teknolojik, tarım ve hayvancılıkla birlikte sanayi ekseninde ihtiyaç olan insanın ihtisaslaşmasınave ayrıştırılmasına katkıda bulunsun.
Ve böylece bu adım, var olan insan potansiyelini yetişmiş insana dönüştürmede, kolaylık sağlamasının yanında hızlandıracaktır da.
Ancak bu köylü köyünde, şehirli şehrinde kalması anlamına gelmez.
Çünkü eğitimli ve donanımlı insanher dem ülkenin gelişimine kabiliyeti kadar katkıda bulunmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, İç Anadolu illerinden Niğde'de iletişimfakültesi yerine Ziraat Fakültesi'nin cazip hale getirilmesinden bahsedilebilir.
Çeşit çeşit patatesin yetiştiği Niğde ovasında popülaritesi yüksekiletişim fakültesi öğrenci bulabilir. Ama öğrenci mezun olduğunda iş bulamaz.
Yerel medyanın olmadığı, medyamerkezlerinin daha çok büyük şehirlerde konuşlandığı göz önüne alındığında nedemek istediğimiz daha kolay anlaşılır.
Aksi takdirde eğitim boyuncaharcanan zamanla ve sarf edilen enerji ile ailenin beklediği mutlu sona, devlet kapısında mal müdürlüğündememurluk ya da büyük şehirde limon satmayla ulaşılır. Ki bugün toplum içinde üniversite diplomalı binlerce gencimiz işsiz dolaşıyor.
Ayrıca bölgenin ihtiyaçlarına göre konuşlanmış, yerel iş alanlarına göre açılmış fakülteler ile hizmet verecek üniversitelerin bilimsel katkıları daha büyük olacaktır. Üstelik bu uygulama, üniversitelerimizi sarmış 'dip not-araklama' hastalığına da ilaç olacaktır.
Öyle ki bu fırsatların yerel anlamda vatandaşın ayağına gelmesiyle olağan hale gelmiş Doğu'dan Batı'ya göç de ortadan kalkacaktır.
Göçün ortadan kalkmasının yanında tahsil için maddi imkanı olmayan ve manevi şüphelerle (yaban elde kim ile yatar, kim ile gezer, kurda kuşa yem olmasın) çocuğunu dizinin dibinden ayırmak istemeyen aileler için bir çözüm yolu olacağı gibi, ayrıca bu yüzden tahsili engellenen on binlerce gencin hayalleri de gerçekleşmiş olacaktır.
*****
Taşımalı eğitimi tartışmalı hale getirmenin yolu ise; yerinde eğitim ile muhakemesi yüksek, vicdanlı ve insana değer veren fertlerden oluşan yeni bir toplumun fertlerini yetiştirmek ile mümkündür. Ve bu sayede kaliteli ve ehliyetli insanlardan oluşan toplumun kolektif aklı da yüksek gerilim oluşuturacaktır. Şüphesiz bu durum, ayakları yere basan ve geleceğini kendi değer yargılarıyla belirleyen millet ruhunu ortaya çıkaracaktır.
Batı'nın tüketim kültürü ile içimize girmiş; 'artık doğru ve yanlış yoktur, tercih vardır. Ki bu tercih, hayat tarzım gereğidir, kimse karışmasın' anlayışının sorgulanmasını getirecektir.
Çünkü insanın hayat tarzı insanca yaşamaktır. Bu da, toplumun bütün renkleriyle birlikte ve insanca yaşamak için gereken doğru ve yanlışı sorgulamayı, 'fikirlerin çatışmasından hakikat doğar' düsturunca muhakemeyi ve paralelinde tartışmalı eğitimi; yani insan için faydalı olanı tercihi sağlayacaktır.*
Netice itibariyle bir toplumu ayakta tutan öznel değerler semavi olan insani doğrulardır. Varlık sebeplerini algılayıp, yeryüzünde yaratılış gayesine göre yaşamış toplumlar bu anlamda insani görevlerini yaptıkları için; 'iyi insanlar iyi atlara binip gittiler' sözüne layık olmuşlardır.
Son tahlilde, günümüz dünyasında kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyen problemlerin çözüme kavuşması malum olduğu üzere ancak insan ile mümkün.
İşte bu yüzden, geçen iki asrı hem insani hem de onun eğitimi konusunda ıskalamış sistemlerin ıslahında, milletin sabrını daha fazla zorlamadan aceleetmek gerekiyor.
Mazhar Arslanoğlu
[email protected]