''Türk toplumu büyük oranda 17/25’in gerçek olduğunu anladı, yolsuzlukları gördü. Ancak “ekonomi bozulur, istikrar etkilenir, borçlarım sıkıntıya girer, rahatım gider” diyerek zulüm, talan düzenini yok saydı. Rahatını hukuka/adalete tercih etti. Uzun vadede istikrarın, huzurun, refahın hukukla, adaletle, demokrasiyle olacağını anlayamadı. Bu nedenle kaçarı yok Türk halkı birikmiş faturayı ödeyecek''
Mahmut Akpınar / Tr724
DİKTATÖRLER EKONOMİK KRİZLE DEVRİLİR Mİ?
Bağımsız ekonomistlerin söylediklerine göre Türkiye son yirmi yılın en ağır ekonomik krizine maruz. Finansal açıdan Cumhuriyet döneminin en kötü krizini yaşamaya ramak kaldı.
Kriz göstere göstere geldi. Herşey öngörülebilir şekilde ve tehlikeyi fark etmek için fazlasıyla düşünme payı, tedbir alma imkanı vererek gelişti. 2010’lardan bu tarafa mevcut iktidar ülkede neredeyse hiçbir konuda olumlu adım atmadı. Demokrasi, hukuk, güvenlik, dış politika her şey tepetaklak gidiyor. Devletin bütün gücü, ülkenin tüm kaynakları belirli aileleri-şirketleri zengin etmek ve tek adam rejimi kurmak için kullanıldı; kullanılıyor. Böylesi bir sorumsuzluğa, israfa, verimsizliğe hiçbir ülke dayanamazdı.
AKP iktidarı (artık ortada parti de yok, Tek Adam var!) Türkiye’nin ranta çevrilebilecek her şeyini hoyratça kullandı, satılabilecek her şeyi sattı ve bu kaynaklarla avanelerini besledi. Alt gelir grubuna küçük yardımlar yaparak oy desteğini aldı ve bir iane (yardım) ekonomisi kurdu. Ama sanırım şu sıralar bütün kaynaklar kurudu. Satılacak bir şey kalmadı, tulumbada su bitti. Ancak dışarıdan borç bularak tulumbayı kısmen çalıştırmak mümkün. Bugünlerde dün küfrettiklerinin kapısında borç dileniyor, kredi bulmaya çalışıyorlar. Fakat böylesi müsrif, irrasyonel bir ekonomik yapıya kimse borç vermeye yanaşmıyor. İçerde hala milleti mehterle, Ertuğrul dizileriyle uyutsalar da dışardakiler resmi net görüyor. Çok sürmez AKP’nin üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan israf ekonomisi herkese dokunur, her eve ateş düşürür. Erdoğan’ın iktidar hırsının, sorumsuz yönetiminin ülkeyi getirdiği fecaat herkesçe anlaşılır.
Aslında ekonomi çöktü. Ülke çok ciddi bir krizle karşı karşıya. Lakin iktidar haber kaynaklarını bütünüyle kontrol ettiği ve bağımsız medyayı bitirdiği için toplumun epeyce bir kısmı krizin derinliğinin farkında değil. Krizin psikolojik etkileri geriden geliyor. Fakat er veya geç millet hayal aleminden uyanıp gerçeklere toslayacak. Krizin etkisi sıcak yaranın önce hissedilmeyip sonradan çıkan acısı gibi yavaş yavaş yayılacak topluma.
Herkesin merak ettiği konu ekonomik kriz diktatörleri götürür mü? Ekonomi bozuldu, yokluk kıtlık oluştu diye diktatörler devrilir mi veya koltuğu bırakır mı?
Cevap “evet” olsa baya bir insan ekonomik krize razı olacak hatta bazıları krizi “rahmet” olarak görecek. Ne yazık ki bunun “evet” şeklinde net bir cevabı yok! Cevabın ne olacağı tamamen ülkeye bağlı. Diktatörlüğün kuruluşu gibi diktatörlerin gidişi de büyük oranda halkın demokratik bilinciyle, haklarına sahip çıkmasıyla ilişkili.
Öncelikle tarihte hiçbir diktatör gücünü gönüllü şekilde terk etmemiştir. “Olanlardan ben sorumluyum, o halde koltuğu terk ediyorum, başka birine bırakıyorum veya demokrasiye dönüyorum” diyen bir diktatör gelmemiştir. Venezüela, Sudan gibi canlı örneklerde gördüğümüz üzere halklar açlıktan kırılır, ülke 3 kuruşa muhtaç olur ama diktatörler asla sorumluluğu kendinde aramaz, iktidarı bırakmayı düşünmez. Dahası millet sefalet içinde iken onlar lüks ve israftan, “itibar”dan taviz vermezler. Dünyanın hiçbir coğrafyasında diktatörler kendi rızasıyla gitmemiştir; gitmez. Aksine işler sarpa sardıkça güce, koltuğa daha çok yapışırlar. Kriz dönemleri onların paranoyalarını tetikler. Tehdit ve tehlike algıları yükselir. Kendilerini daha çok güç toplamaya, her alanı kontrol etmeye mecbur hissederler. En sadık adamlarını dahi kolayca harcar, kendilerinden başka herşeyi feda edecek bir psikolojiye bürünürler. Çünkü verilecek hesaplar kabarmış, suçları iyice birikmiştir. İktidarı bırakmak veya devrilmek bunlarla yüzleşmek demektir. Diktatörler kendiliğinden gitmez. Yol biter, herşey mahvolur ve ayakta duramayacağını anlarsa ya başka bir ülkeye kaçar veya Hitler gibi ölüme kaçar, intihar eder.
Diktatörlerin yokluk, kıtlık, savaş, ekonomik kriz vb felaket dönemlerini müteakip devrilmesinde iki faktör önem kazanır:
*Halkın yapısı
*Ekonominin yapısı
Eğitim ve kültür seviyesi ileri, hak arama konusunda tecrübesi olan, protesto ve tepki kültürü olan toplumlarda ekonomik krizin ağırlığına bağlı olarak sokaklara inme, yaygın gösterilerle diktatörü devirme mümkün olabilmektedir. Nitekim soğuk savaş dönemi diktatörleri Doğu Avrupa’da halkın tepkileriyle koltuğu terk etmek zorunda kalmış ve itibarsız bir şekilde indirilmiştir. Bunun olduğu ülkelere baktığımızda belirli bir eğitim, kültür seviyesinin ve örgütlenme bilincinin, hak arama çabasının olduğunu görüyoruz. Avrupa toplumlarında ekonomik krizle diktatörlerin devrildiği çok defa görülmüştür. Ancak Ortadoğu, Asya, Afrika gibi liderlerin fazlaca yüceltildiği, kaderciliğin, teslimiyetin öne çıktığı coğrafyalarda ekonomik krizler diktatörleri devirmek yerine güçlendirmiş, toplumun diktatöre daha fazla boyun eğmesine neden olmuştur.
Halkın bilinç ve eğitim düzeyi kadar ekonominin yapısı da diktatörlüğün inşası ve sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Ekonomik kaynakların devlet eliyle üretilip devlet eliyle dağıtıldığı ülkelerde diktatörlüğü kurmak ve sürdürmek kolaydır. Ekonomisi kamu sektörü ağırlıklı olan ve ülkenin gelirlerinin önemli kısmı doğal zenginliklere dayalı ülkeler neredeyse istisnasız otoriter veya totaliter yönetimlere sahiptir. Vergi vermekle hesap sormak arasında doğrusal bir ilişki olduğu gibi, yardım/iane almakla da emir almak, hesap sormamak, göz yummak, yok saymak arasında güçlü bağlantı vardır. Emeğiyle para kazanan, vergi veren toplumlar yöneticilerden hesap sorar, eleştirme ve onları değiştirme iradesi gösterebilir. Bu nedenledir ki Hollywood filmlerinde vatandaş polise: “senin vergini ben veriyorum!” diye gerektiğinde fırçasını atar. İnsanların hazineden geçindiği toplumlarda ise polis-asker “devlet benim” havasındadır. Hükümetler, siyasi liderler, memurlar millet hizmet üretmek zorunda kişiler olarak değil, devletin sahibi olarak görülür. Onlardan korkulur, hesap sormak düşünülmez.
Türkiye bu denkleme göre nerede?
Maalesef Türk toplumu demokratik değerleri özümsemiş, onun için risk alabilecek bilinç ve kültür düzeyinde değil. Eğer o bilinç olsaydı gazeteciler akademisyenler hapse atılırken, medya susturulurken bunun gerçekte demokrasiye, kendi haklarına, özgürlüklerine saldırı olduğunu fark eder ve tavrını ortaya koyardı. Ancak Türk toplumu “hapse atılıyorsa vardır yaptığı bir şey” modunda oldu. Özgür medyanın, gazetecinin, aydının, bağımsız yargının kendi hakları için ne ifade ettiğini anlayamadı. Ülkenin insan profili, eğitim ve kültür seviyesi, hak arama konusundaki karnesi, kitlesel eylemde bulunma, demokratik bilinç gibi konular dikkate alındığında ekonomik kriz Türkiye’de diktatörleşmiş bir yönetimi değiştiremez. Millet aç kalır, acı çeker, homurdanır, kapalı kapılar ardında en ağır küfürleri eder, dost meclislerinde höykürür ama eyleme geçmez; geçemez. Böyle bir kültür, birikim, tecrübe yok bizim toplumumuzda. Elindekini de kaybetmemek için korkar, siner, baskıya zulme, yokluğa rıza gösterir.
Allah’tan Türkiye ekonomik yapısı itibariyle pek çok diktatörlükten farklı. Dikkate değer ne gazımız var ne petrolümüz. Ancak bir şeyler üretirsek karnımız doyar, ekonomimiz kalkınır. Bu bize Allah'ın en büyük lütuflarından birisi. Eğer bir de biraz gaz ve petrol olsaydı biz de tek adam rejiminden asla kurtulamazdık, diktatörlük adeta kaderimiz olurdu. Türkiye ekonomisi her ne kadar AKP tarafından bir iane ve inşaat ekonomisine çevrilmeye çalışılsa da hala büyük oranda üretime dayalı reel bir ekonomi. Hükümet edenler üretmeden, kazanmadan millete bir şey dağıtamaz. Ya üretecek veya borç bulacak. Son beş yıldır mevcut değerleri satarak ayakta kaldılar. İane/yardım ekonomisiyle kendisine oy veren kitleyi bir şekilde memnun ettiler. Ancak artık satacak bir şey kalmadı ve borçlar taşınabilir, çevrilebilir olmaktan çıktı.
Ekonomik kriz, yokluk, pahalılık memnuniyetsizliği artıracaktır ancak bu memnuniyetsizliğin bizim ülkede eyleme dönüşme şansı yok. Sandık, seçimler, yargı, ordu, kurumlar, parlamento, medya… Her yeri kontrol eden bir kişi artık seçimlerle gitmez; götürülemez. Seçimlerde hangi oranda oya ihtiyacı varsa o oranda oy alır ve yoluna devam eder. Demokratik yollarla, seçimle iktidarın değişme dönemi maalesef sona erdi. Atı alan Üsküdar’ı geçeli çok oldu. Ancak ekonomik kriz ve artan şikayetler, memnuniyetsizlikler belki bugüne kadar bu yönetimi kullanan kesimlerin bir değişikliğe gitmesine neden olabilir. Veya kriz nedeniyle iktidarın zaafa düşmesi ittifak kurduğu Ulusalcı/Ergenekoncu yapıların, işbirliği içinde olduğu derin odakların harekete geçmesine neden olabilir?!
Ekonomik kriz Erdoğan’ın toplumsal desteği yitirmesine neden olacaktır. Tek başına toplumsal desteğin bitmesi bizim gibi toplumlarda diktatörü devirmese de diktatörü devirmek, değişiklik yapmak isteyen iç/dış bazı güçlerin işini kolaylaştırır. Toplumsal desteği yitirmiş kişileri bizim gibi az-çok demokratik geçmişi olan ve halkın kamu kaynaklarıyla beslenmediği bir ülkede tutamazlar. Birileri değişim sürecini hızlandırabilir, bindikleri atı değiştirmek isteyebilirler.
Krizlerin diktatörleri değiştirebilmesi yukardaki faktörler yanında krizin derinliğine ve can yakıcılığına bağlı. Muhalif kesimlerin cesaretine, özellikle aydınların dik duruşuna bağlı. Ayrıca O diktatörü kullanan odakların ondan elde etmek istediğini ne kadar aldığına ve diktatörün misyonunu tamamlayıp tamamlamadığına bağlı.
Türk toplumu büyük oranda 17/25’in gerçek olduğunu anladı, yolsuzlukları gördü. Ancak “ekonomi bozulur, istikrar etkilenir, borçlarım sıkıntıya girer, rahatım gider” diyerek zulüm, talan düzenini yok saydı. Rahatını hukuka/adalete tercih etti. Uzun vadede istikrarın, huzurun, refahın hukukla, adaletle, demokrasiyle olacağını anlayamadı. Bu nedenle kaçarı yok Türk halkı birikmiş faturayı ödeyecek!