Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik kaset montajını pervasızca itiraf etmesi, troller hariç herkesi şaşırttı. Çukurlaşmada yeni aşama idi bu durum Erdoğan için.
ANALİZ - SAMANYOLUHABER.COM
Kendisine oy veren kitlenin yalan ve iftira olduğunu bile bile kabul edeceğine olan güveni onu fevkalade fütursuzlaştırdı. Şimdilerde 'ne verse yiyen' kitlesi onun en büyük avantajı görünse de Allahualem aynı kitle yakın gelecekte en büyük kabusu olacak.
Kılıçdaroğlu’na montaj kasetle iftira attığını itiraf etmesi, evet, Erdoğan için çukurlaşmada yeni aşama idi. Zira bugüne kadar söylediği yalanları, attığı iftiraları, yaptığı zulümleri ya inkar eder ya da en azından manipüle etmeye çalışırdı, meşru gösterirdi.
Onun şu an elinde bulundurduğu iktidar gücünün maddi ya da manevi ortağı olmak isteyen kişiler ve kitleler de manipüle edilmeye dünden razı bir şekilde yalanlara inanır, “vicdanen rahatlamış” şekilde yollarına devam ederdi.
Ancak son örnekte durum değişti, tabiri caizse Erdoğan çevirdiği dolapları utanmadan açıkça itiraf etmeye başladı. Gerçeklik ötesi olarak ifade edilen ve nesnel olan bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duygular ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleşmesi, önemsizleşmesi olarak tanımlanan post-truth döneme geçti.
Burada kilit ifade, anladığınız üzere iktidar gücünün maddi ya da manevi parçası olma dürtüsüdür. Yani aslolan güçtür, tabi olunması gereken de gücü elinde bulunduran kişidir. En “olmaz” denilen kişilerin Erdoğan’ın etrafında toplanmasının temel saiki de bu durum, yani gücün parçası olma dürtüsü.
Erdoğan kitlelerin ne zaman kendisinin arkasında durup ne zaman terk edeceğini çok iyi biliyor. Kitle psikolojisini en az 3 kez net bir şekilde tecrübe etti. 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonlarından ve AKP’nin tek başına iktidar olma ayrıcalığını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ve de 15 Temmuz gecesi “bilinçli derin sessizliğe” büründüğü saatlerde, gücü kaybettiğinde neler yaşayacağını gözlemledi.
Dolayısıyla kitlelerin asıl perestiş ettiği hususun kendisi değil, elinde bulundurduğu iktidar gücü olduğunu gayet iyi biliyor. Bu yüzden iktidar gücünü elinde tutmak için elinden geleni yapıyor, tornistanlarında kendisine tur üstüne tur bindiriyor, en “olmaz” denilen ittifaklara giriyor; ahlak, edep, haya, hak, hukuk demeden her türlü rezilliği yapmaktan geri durmuyor. Güç elinde gittiğinde başına nelerin geleceğinin de gayet farkında.
Erdoğan gücü elinde bulundurduğu sürece, ölene kadar kitleleri peşinden sürükleyebileceğini biliyor. Öldükten sonra da aynı statükonun ve tabiyetin devam etmesi için yerine veliaht hazırlıyor. Diğer hemen hemen tüm diktatörlerin yaptığı gibi, o da oğlu Bilal ve damadı Selçuk Bayraktar’ı mirasına sahip çıkacak varisleri olarak siyaset sahnesine hazırlıyor.
Ancak, Allahualem hesapları tutmayacak, ne kadar uğraşırsa uğraşsın malum akıbetinden kurtulamayacak.
Sovyetler Birliği’nde Stalin’in en büyük darbeyi 1953’te ölümünden hemen sonra yönetimi ele alan kendisinin “eski sadık komiseri” Kruşçev’den yemesi gibi durum kaçınılmaz olacak Erdoğan için. Kruşçev, siyasi tarihe “Kruşçev Çözümlemesi” olarak tarihe geçen anlayış ve icraatlarıyla, Stalin’i ve mirasını tarihten sildi.
Erdoğan’ın eski “yol arkadaşları” Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Sedat Peker, Ali Yeşildağ ve benzerlerinin çizgisi, yakın gelecekte oluşacağını tahmin ettiğimiz siyasi iklim açısından fikir veren örnekler olarak değerlendirilebilir.
İnşallah pek yakında, tarih yine tekerrür edecek, bugün Erdoğan’ın en büyük avantajı olarak görülen “ne verse yiyen” kitleler, onun en büyük kabusu olacak.