Başbakan Erdoğan’ın, Isparta mitinginde ellerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ait vaaz kasetleri olduğunu söyleyerek bazı imalarda bulunması, 28 Şubat sürecindeki montaj kasetlerini hatırlattı
"Anlaşılan o ki, Camia’nın 28 Şubat’ı henüz bitmemiş" diyen Zaman Gazetesi'nden Uğur Sağındık çok çarpıcı bir habere
imza attı. İşte '
Senaryo: Nuh Mete Yüksel, Prodüksiyon: AKP' başlıklı o haber...
‘Garip’ zamanlardan geçiyoruz. Başbakan Erdoğan’ın Isparta mitinginde, ellerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ait vaaz kasetleri olduğunu söyleyerek bazı imalarda bulunması, akıllara 28 Şubat sürecindeki montaj kasetleri getirdi. Başbakan, tıpkı haziran fırtınasındaki (1999) gibi yeni bir kaset furyasının işaret fişeğini mi attı; bunu ilerleyen günlerde göreceğiz. Ancak Camia’nın ‘çökertilmesi’ için Hocaefendi’nin sekiz yıl yargılandığı davanın iddianamesinde öngörülen stratejiyi bugünkü iktidar temsilcilerinin birebir uygulaması dikkat çekici.
DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından 2000 yılında hazırlanan iddianamede Hocaefendi, ‘laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmakla’ suçlanıyordu. Suçlamaya delil olarak Gülen’in ‘Asrın Getirdiği Tereddütler, İrşad Ekseni, Çağ ve Nesil, Fasıldan Fasıla gibi kitaplarının yanı sıra bazı vaazlarından cımbızlanarak hazırlanan montaj kasetler de gösterilmişti. Savcı Yüksel, ‘Nurculuğun Tarihi Gelişimi’ni* anlatarak başladığı iddianamede, Bediüzzaman’ın ne kadar tehlikeli biri olduğunu, “Nurculuğun Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir.” diyerek anlatıyordu. Farklı risalelerden cümleleri, iddiasına ‘delil’ olarak göstermişti. Savcı, konu hakkında hemen hiçbir ciddi araştırma yapmamıştı. O kadar kulaktan dolma bilgi ve önyargılarla iddianame hazırlanmıştı ki, Risale-i Nur Külliyatı müellifinin soyadını ‘Nursi’ olarak yazmıştı. Nüfus kaydını bile istese Said Nursi’nin soyadının ‘Okur’ olduğunu görürdü!
BEDİÜZZAMAN’I NEDEN METHEDİYOR?
Bugün meydanlarda, “Pensilvanya’daki zat ağzına hiçbir zaman Bediüzzaman’ın adını almamıştır. Güya yolunda gidiyor, yalan.” diye bağıran Başbakan’ın sözlerinin aksine o gün Hocaefendi, Said Nursi’nin izinden gitmek, onu methetmekle suçlanıyor ve bunun için cezalandırılması isteniyordu. Hocaefendi’nin Bediüzzaman için kullandığı ‘asrın çilekeşi, çağın büyüğü, kamil-i mürşid, ruhların hekimi’ gibi sözler bile suç unsuru olarak iddianameye girmişti. ‘Değerlendirme ve Hukuki Durum’ başlıklı bölümde Bediüzzaman için ‘küstah’ ifadesini kullanan Nuh Mete Yüksel, Hocaefendi’nin neden Üstad’ın yolundan gittiğini sorduktan sonra, “Bütün bu faaliyetlerin hedefi İslam devletini kurmaktır.” diyordu. İddianamenin 13. sayfasında, ‘Fethullah Gülen Grubu’nun amacının, ‘Devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğünü kurmak’ olduğu aktarılıyordu. Ancak mahkemede, Hocaefendi’nin böyle bir amacı olduğuna ilişkin isnadın dayanağı gösterilememişti.
ABD BAĞLANTISINI DEŞİFRE EDİN!
İddianamenin ‘Bir Nur Talebesinin Anlatımlarıyla Fethullahçılık’ başlıklı bölümünde, Hizmet Hareketi’nin çökertilmesi için izlenmesi gereken stratejiler de sıralanmıştı. Savcı, kim tarafından ve ne zaman yazıldığı belli olmayan bir dokümanı ‘delil’ olarak iddianameye koymakta hiçbir mahzur görmüyordu. Bu çok ‘akıllı’ Nur talebesi, ‘araştırma ve analiz yetisinden yoksun’ olarak tanımladığı Türk halkının, gerçeği göremediğini anlatıyordu. Fethullah Gülen’in ölümü de Camia’nın ‘bitirilmesi’ konusunda bir adımdı. Zira ‘Cemaat’in her ferdi hissi bir rabıta ile liderlerine bağlıydı.’ Bu konuda sivil örgütlerin ve askerlik kurumunun politikalar üretmesi gerektiğini salık veriyor ve “Gülen sonrası Cemaat parçalanabilir ve siyasal bir güç olma yolu tıkanabilir.” diyordu. Dokümanda Camianın çökertilmesi, Hocaefendi’nin mahkûm edilebilmesi için izlenmesi gereken yollar ise şöyle sıralanmıştı: “Devlet televizyonlarında ve laik medyada programlar hazırlanmalıdır. İkinci olarak istihbarat konularında ne kadar uğraşılsa azdır. Örgütün bir sonraki adımının bilinmesi lazım. Fethullah Gülen’in 1980 öncesi kaydedilmiş kasetleri daha radikaldir. Televizyonlarda yayınlatılabilir.”
YENİ BİR ‘HAZİRAN FIRTINASI’ MI?
Yukarıdaki stratejiler bugün bihakkın uygulanıyor. Devlet ve hükümet medyasında her gün Camia’yla ilgili programlar yapılıyor, yalan yanlış haberler yayınlanıyor. MİT’e verilmesi düşünülen ve Türkiye’yi muhaberat devleti haline getirecek olan yetkiler haftalarca tartışıldı. Kamuoyu baskısı sebebiyle teklif askıya alındı. Kaset konusu ise ilk defa geçtiğimiz hafta dillendirildi. Başbakan, Isparta mitinginde söze Hocaefendi’nin 28 Şubat sürecinde başörtüsü için yaptığı ‘füruat’ açıklamasıyla girdi. Ardından da ağzındaki baklayı çıkarıverdi: “O başörtüsü için ‘füruattır’ diyordu. Nasıl füruatsa! Elimizde, enteresan, kendisinin vaaz kasetleri var. O vaaz kasetlerinde, füruattan önceki dönemde, bunun itikadi olduğunu söylüyordu.” Sonraki mitinglerinde kullandığı, “Daha çoook pislikleri dökülecek.” ifadesi de dikkat çekiciydi. Başbakan’ın bu çıkışları ‘yeni bir kaset furyasının’ habercisi midir, bilemiyoruz. Bunu ilerleyen günlerde göreceğiz.
DERSHANELERİ KAPATMAK AK PARTİ’YE NASİP(!) OLDU
İddianamenin farklı yerlerinde öğrencilerin kaldığı evlerden (ışık evleri), dershanelerden, Bank Asya’dan da bahsediliyor. Cemaat’in, ‘bünyesinde bulunan vakıf, okul ve dershaneleri kullanarak eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturmak istediği’ anlatılıyor. Peki, AK Parti iktidarı ne yaptı? İnandırıcı gerekçeleri olmaksızın, dershaneleri kapatmayı öngören yasayı kabul etti. Bank Asya’ya yönelik batırma operasyonu herkesin malumu. Ayrıca, bu iddianame yazıldıktan tam 14 yıl sonra, 2004’te MGK’da alınan kararlarda şöyle deniliyordu: “F. Gülen Grubu’nun dini esaslara dayalı bir devlet kurma hedefi ve ılımlı görünümünün yanıltıcı olduğuna yönelik gerçekler, psikolojik hareket boyutu da dikkate alınarak kamuoyuna zamanında iletilmelidir. F. Gülen Grubu’na ait özel okulların faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. F. Gülen Grubu’nun ‘öğrenci evleri’ kapsamında sempatizan ve yandaş edinme gayretleri İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir. ‘Öğrenci evleri’ uygulamalarına engel olunmalıdır.”
HOCAEFENDİ’Yİ ‘AĞABABALARI’ YARGILADI
Bugün aynı taktiklerle, yalan haber ve montaj kasetlerle Hocaefendi’yi mahkûm etmeye çalışanlara hatırlatalım; Nuh Mete Yüksel’in hukuki dayanaktan yoksun ve iftiralarla dolu olduğu kesinleşmiş yargı kararıyla ortaya çıkan iddianamesinin davası 8 yıl sürdü. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi ‘laik devlet yapısını değiştirmek ve yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunmak’ suçlarından yargılanan Gülen hakkında beraat kararı verdi. Mahkeme Savcısı Salim Demirci, bu kararı temyiz etti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi beraat kararını onadı. Bu kez Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı karara itiraz etti. Dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gitti. Genel Kurul, başsavcılığın itirazını oyçokluğu ile reddetti. Ret kararıyla birlikte Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararı kesinleşti. Hocaefendi, hakkındaki mesnetsiz iddialar sebebiyle yargılandığı davadan, yargının en üst makamının onamasıyla beraat etmiş oldu.
AKTÖRLER DEĞİŞTİ, 28 ŞUBAT SÜRÜYOR
2014 yılının ilk MGK’sında ‘halkın huzurunu ve ulusal güvenliği tehdit eden yapılanmaların görüşüldüğü’ yönündeki açıklamanın ardından, 28 Şubat sürecinde Refah-Yol hükümetinin içişleri bakanı olan Meral Akşener, “Aktörler değişti ama 28 Şubat devam ediyor. Eskiden bellerinde silah olan askerler vardı; şimdikilerin ise silahı yok.” demişti. Demokratik duruşu sebebiyle post-modern darbe sürecinde askerlerin doğrudan hedefi haline gelen Akşener’e hak vermemek mümkün değil. Anlaşılan o ki, Camia’nın 28 Şubat’ı henüz bitmemiş…
*(İddianamenin 10. sayfasında ‘İslam Dini Yönünden Nurculuk’ başlığı altında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlandığı belirtilen ve yazar ismi olmayan (‘Nurculuk Hakkında’) isimli bir yayına atıfta bulunuluyordu. Halbuki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böyle bir yayını yoktu.)