Bu kez, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların isteğiyle. Silopi ile Cizre dolaylarında bundan önceki kazılarda kemik parçaları, kafataslar vs çıkmıştı. Bu "kazılar"dan da benzeri sonuç alınması kimseyi şaşırtmamalı.
Türkiye'nin Kürt siyasi şahsiyetleri, epey bir süreden beri Ergenekon soruşturmasına omuz silkiyor ve "Ergenekon, Fırat'ın doğusuna geçmezse, bir anlamı yok" tavrını sürdürüyorlardı.
Haksız sayılmazlar. Bizim kanaatimiz, Ergenekon soruşturmasının er ya da geç "Fırat'ın doğusu"na geçmeye mecbur olduğuydu. Eğer, Ergenekon denilen olay tümüyle karartılmaz, örtbas edilmez ve bulunduğu noktada dondurulmazsa "Fırat'ın doğusu"na doğru yol almaya mecburdu.
Şimdi alıyor.
Örtbas edilmesi, karartılması, bulunduğu noktada dondurulmasının imkânsız olduğu bir aşamaya gelinmiş olduğu için.
Ergenekon konusunun gerçek boyutlarına erişmesi için, başından beri, bunu "yakın tarihimizin en önemli gelişmesi" olarak görme eğilimindeki benim açımdan iki "olmazsa olmaz" şart söz konusuydu:
1. Nokta dergisinde yayımlanmış olan "Darbe Günlükleri"nin mutlaka bu soruşturmada yer alması,
2. Soruşturmanın mutlaka "Fırat'ın doğusu"na ulaşması.
Ek iddianameyle birlikte başlayan "süreç" her ikisini de gerçekleştiriyor. Bu çerçevede, "Balbay günlükleri" ile Ergenekon'un üzerine "tüy dikildi"; "Darbe Günlükleri" ile "Balbay Günlükleri" hem içerik ve hem de çeşitli diyalogların cereyan ettiği tarihler bakımından pek güzel örtüşüyorlar.
Artık "Rubikon" geçildi. Bunun geri dönüşü yok.
Ergenekon'u önlese önlese, siyasi iktidarın kapalı kapılar ardında -çok kişinin hâlâ ortadan kalkmayan kuşkusu bu- askeri otorite ile bir "pazarlık" neticesi uzlaşması yani "deal" yapması ve konunun gömülmesi olabilirdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın hafta başında Kırklareli'nde yaptığı konuşmada gündeme getirdiği hususlar ve bunlara yaptığı vurgu, "siyasi irade"nin Ergenekon soruşturmasının arkasında durduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir.
Ergenekon gömülmüyor, tersine Silopi-Cizre hattında Ergenekon'un gömdükleri gün ışığına çıkmaya başlıyor.
Ergenekon'un toptan bir "yalan" olduğunu ileri süren, bunca zamandır sulandırma ve karartma için ellerinden geleni esirgemeyenlerin tutundukları dal, Ergenekon'un siyasi iktidarın elinde muhalefeti susturmak için bir araç olarak kullanıldığı tezi.
"Silopi kazıları" tam da bu bakımdan önemli. Toprağın altından çıkan ve çıkması beklenen kemikler ve kafatasları, bugünkü iktidar partisi ortada bulunmadığı bir döneme, 1990'lara ait. Yakın geçmişimizin misli görülmemiş hukuk dışılığının ürünleri, bugün ortaya çıkabiliyorsa, bu ancak Ergenekon soruşturmasının arkasında güçlü bir "siyasi irade" bulunmasıyla mümkün olabilir.
Eğer, Ergenekon'un siyasi iktidar tarafından muhalefete karşı bir sindirme aracı olarak kullanılabileceği gibi bir kaygı varsa, bunu gidermenin yolu basit. Muhalefet -kimse o- Ergenekon soruşturmasını, "Silopi kazıları"nı desteklerse yani Türkiye'nin bir "hukuk devleti" olmasından, "hukukun üstünlüğü"nden yana ağırlık koyarsa, Ergenekon konusunda bir "iktidar-muhalefet mutabakatı" olursa, sözü edilen kaygının zemini ortadan kalkar.
Ergenekon soruşturmasının güçlü bir siyasi destekle yol alması, Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinin önşartıdır; muhalefetin iktidar olabilme şansı da Türkiye'nin demokrasiden sapmamasıyla mümkündür.
Ama muhalefet, iktidara uzanma yolu olarak, demokratik yarış kulvarlarını ve seçimleri tercih etmek yerine, "askeri darbe"ye bel bağlarsa, Ergenekon ile saf tutmuş görünür ve Ergenekon soruşturmasını da "muhalefetin sindirilmesi" olarak algılamayı seçer ve topluma bunu böyle bir çarpıtmayla sunar.
Ergenekon soruşturmasının en önemli veçhelerinden biri, Türkiye'de "askeri darbe" heveslerine, planlarına, girişimlerine noktayı koymuş olmasıdır.
"Balbay Günlükleri"nde bir orgeneralin "Bu medya ile darbe olur mu? Olmaz!" sözleri aslında her şeyi olanca çıplaklığıyla yansıtıyor.
Medyanın bu kadar çeşitlendiği, iletişim teknolojisinin bu kadar geliştiği, her şeyin "küreselleştiği" ve dolayısıyla Türkiye'nin dış dünyaya kapanamayacağı bir dönemde, Ergenekon'un karartılamayacağı, sulandırılamayacağı, sulandırılmak istendiği anda "katı gerçekler"in su yüzüne çıkıvereceği görülmeliydi.
"Balbay Günlükleri", bu olguyu kanıtlamış olduğu için anlamlıdır.
Ergenekon soruşturmasının gelip dayandığı noktada, "aynasız" yakalananların başında, ne yazık ki medyanın kendisi -hiç değilse bir bölümü ama önemli bir bölümü- geliyor. "Balbay Günlükleri", "Darbe Günlükleri"nin takkeyi düşürüp keli gösterdiği halde, bunu görmemekte direnenlerin bir kısmının direncini kırdı. Ancak, bunu bile "gazetecilik eylemi" gibi göstermeye kalkışan "gazeteciler" mevcut.
Çok da önemli değiller artık. Güneşin balçıkla sıvanamayacağını koca bir ülke görüyor. "Medyasız darbe" olamayacağı anlaşılıyor. Medyanın "darbeperestleri" ise darbeyi yapacak "askeri mekanizma" olmadan hiçbir şey değiller.
"Balbay Günlükleri" bu bakımdan, çok yakın geçmişimizdeki "darbe hazırlıkları"nı gözler önüne sermiş olmaktan ziyade, "darbeci ekibin perişanlığı"nı ve güçsüzlüğünü sergiliyor. Darbeci askerlerin, medyaya ihtiyacı var. Medyadaki yandaşlarının onlara.
Darbeciler "iflas bayrağı"nı çekince, medyadaki yandaşları da sapır sapır dökülüyor. "Balbay Günlükleri" bunu da ortaya çıkarttı.
"Silopi kazıları" sonuç verdikçe, Türkiye'de "iç barış"ın temellerinin atılacağı zemin güçlenecek.
"Günlükler" sayesinde, ister istemez, Silahlı Kuvvetler ve "sivil kolu" olan medya temizlenecek.
Zaman alsa da sürece yayılsa da olacak olan budur.
Ergenekon soruşturmasında son günlerde varılan noktanın geri dönüşü olamaz da onun için…