[Fikret Kaplan yazdı] Karret aynî bike, ya Resûlallah!

8 Kasım Cuma günü yani yarın Mevlid Kandili…Samanyoluhaber yazarı Fikret Kaplan kandil için bir yazı kaleme aldı.

Karret aynî bike, ya Resûlallah!
FİKRET KAPLAN 


“Karret aynî bike, ya Resûlallah! (Gözüm Sen’inle aydın oldu; Hep Sen’inle aydın olsun, ey Allah’ın peygamberi!)”


Ey Allah’ın Rasûlü! Doğumun ve yeryüzünü şereflendirmen insanlığın yeniden dirilişi oldu. Rabbimizi Sen’inle tanıdık. Nimete, şükran duygusunu Sen’den öğrendik. Zira, Sen, bütün insanlığa sırf rahmet vesilesi olman için gönderilen peygambersin. (Enbiyâ,107)

Bugün Sen’i keşfetmeye, Sen’i yaşamaya ve adım adım Sen’i izlemeye her zamankinden daha çok muhtacız…

Kalplere, gözlere, hülyalara ve hayallere yeniden doğmanı bekliyoruz Ey Allah’ın Rasûlü! Yeni bir doğuma, yeni bir vuslata ve bambaşka bir şeb-i arûsa çok ihtiyacımız var! İnsanlık, Sen’inle dirilmişse, biz de bu buhranlı günlerde Sen’inle yeniden dirilmek istiyoruz. Sen’in viladetinle bir kere doğmak ümidindeyiz. 

Diri diri toprağa gömülen o kız çocukları gibi bugün zindanlara gömülen masum bebekler yeniden Sen’i beklemekte… Gel, başlarını okşa Ey Nebi! 

Kabul etmediğimiz ya da adını koymaktan korktuğumuz arzu ve heves sanemlerimiz var gönül mescitlerimizde… gel gönüllerimize yeniden doğ.. Kabe’yi putlardan temizlediğin gibi beden mabedimizin sakinleri olan akıl ve kalbimizdeki putları da bir kere daha kır…   

Bu kutlu doğum hürmetine bir kere daha gel. Her şey yeniden karanlıktan kurtulsun, her varlık ışığa gark olsun. Gel, gözlerimizin içi gülsün, kalbimiz nurlansın! Yine gel…dünya ışıkla buluşsun, ukbaya giden yollar aydınlansın! Sen’in gelişinle, yüzlerimizdeki keder çizgilerinin yerini ümit tebessümleri alsın! Biz Sen’den habersiz olsak da Sen yine gel ya Resûlallah! Bizi nefsimize bırakma!

Hani, bir kurt, bir çobanın sürüsündeki keçilerden birisini tutmuş ve çoban, kurdun elinden keçiyi kurtarınca kurt, çobana şöyle demişti:
“Allah’tan korkmadın mı, benim rızkımı elimden aldın?” 
Çoban, kurdun konuşması üzerine şaşırarak,
“Acayip, kurt konuşur mu?” diye mukabelede bulunmuştu. 
Bunun üzerine kurt ona demişti: 
“Acayip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki, sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.”
Çoban kurda inanmış ve:
“Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” diye sorunca,
Kurt “Ben bakacağım.” demişti.
Çoban, çobanlığı kurda devredip Sen’in yanına gelmiş, Sen’i görmüş, iman etmiş ve sonra geri dönmüştü. Kurdu bıraktığı gibi sürüsüne çobanlık yaparken bulunca da ona mükafat olarak bir keçi kesip vermişti, çünkü kurt ona üstatlık etmişti. (Müsned; el-Hâkim, el-Müstedrek; el-Fethü’r-Rabbânî; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye)

Evet, acayiplik bizim halimizdedir ki varlık Sen’in adına nazmedilmiş bir Peygamber olarak bizi Cennete davet etmek için geliyorsun, fakat Sen’i tanımıyoruz. Belki folklorik bir iki programla, üç beş kırmızı gülle Sen’i kuru heyecanımıza teslim edip geçiyoruz…  

Seni gerçek manasıyla tanısaydık, Sen’in Kutlu Doğum’unu böyle sakin, sıradan bir gün gibi geçirmezdik. En büyük bayram olurdu bizim için Mevlid Kandil’in... Senin için mecnun olur, yollara düşerdik. Ruhlarımızı yâd-ı cemîlin sarınca gözlerimiz yaşlarla dolardı. Evimize, hanemize, soframıza, etrafımıza Sen’in boyanı çalardık. Bir sevgiliyi bekler gibi heyecanla titrerdi kalplerimiz. O sevgilinin aşkının ateşiyle yanan sinelerimize uyku haram olurdu.  

Halbuki, Sen daha dünyaya gelmeden önce, Sen’in için yanan gönüller vardı. Aşkınla tutuşup Sen’i bulmak için çöllere düşen Mecnunların pek çoktu… Zeyd b. Amr bunlardan birisiydi. Aşere-i Mübeşşere’den meşhur sahabi Said b. Zeyd ’in babası ve Hz. Ömer’in amcası olan Zeyd… O, putlardan yüz çevirerek onların hiçbir fayda ve zarara muktedir olamayacaklarını haykırmış, Sen’in geleceğin günü hasretle beklemiş fakat tulûa az bir zaman kala gurûb edip gitmişti. O şöyle diyordu: “Ben bir Nebi biliyorum ki O’nun gelmesi çok yakındır; gölgesi başınızın üzerindedir. Fakat bilemiyorum ki ben o günlere yetişebilecek miyim?”

Bu endişeyle, Sahabe-i kiramdan olan  Amir b. Rebia’yı ikaz ediyordu:
‘Ben Hz. İsmail’in, sonra Abdülmuttalib’in soyundan gelecek bir nebi bekliyorum. O’na yetişebileceğimi zannetmiyorum; ama iman ediyor, tasdik ediyor ve kabul ediyorum ki, O, hak nebidir. Eğer senin ömrün olur da O’na yetişirsen, benden O’na selâm söyle! Sakın ondan gafil olma! Ben diyar diyar dolaştım. Bütün konuştuğum Yahudi ve Hıristiyan âlimleri bana ‘senin aradığın daha sonra gelecek’ dediler.’     

Gün geldi  Amir b. Rebia Müslüman oldu. Sana, Zeyd’in dediklerini bir bir anlattı. Selâmını söyleyince toparlandın ve Zeyd’in selâmını aldın. Ardından da şöyle buyurdun: ‘Ben Zeyd’i Cennet’te eteklerini sürüye sürüye yürürken gördüm.’(İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 2/298; İbn Hacer, el-İsâbe, 2/615.)

Ya Resûlallah, biz bugüne kadar kim bilir kaç doğumuna iştirak ettik…ama Zeyd gibi..Kus b. Sâide gibi Sen’in yolunu gözledik mi? Gözümüz ufka dalıp gönlümüz hep Sen’in aşkınla çarptı mı? Bilemeyeceğim… Ama, Biz Sana sadakatsizlik yapsak da Sen bize bizden daha müştaksın, vefalısın!

Çünkü, Sen, bütün müminlerin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle bahtiyarsın. Beşere karşı pek şefkatli ve merhametlisin. Dünyaya geldiği zaman dahi, ehl-i keşfin tasdikiyle, validen “Ümmetî, ümmetî!” şeklindeki yakarışını işitmiş. Sahih rivayetlerle haber verildiği gibi mahşerin dehşetinden herkesin, hatta peygamberlerin bile “Nefsî, nefsî!” dedikleri sırada, “Ümmetî, ümmetî!” diyerek merhametini ve şefkatini göstereceksin. (Buhârî, tevhîd 32; Müslim, îmân 326)

Ey Allah’ın Rasûlü! Sana salât u selâm okuyarak, ahd-ü peymanımızı yeniliyor, ümmetin arasına bizi de dâhil etmeni istiyoruz. Sana salâvat getirmek, tek başıyla bir hakikat yoludur. Nihayet derecede rahmete mazhar olduğun halde, sırf bizim necatımız için nihayetsiz salâvata ihtiyaç gösteriyorsun. Kendi kusur ve seyyiatımızı göz önüne alarak, onları da salat-u selamlar arasına istiğfar şeklinde sıkıştırarak ifade ediyoruz: 

“Allahım, kullarına Rahmet vesilesi olarak gönderdiğin Zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm eyle. Öyle bir salatu selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden temizle. O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da bizi tüm hayırlara kavuştur. Bize ve erkek, kadın bütün samimi mü’minlere merhamet eyle, ey merhamet edenlerin en merhametlisi! 

Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh) de Sen’i bulmak için yollara düşen bir aşıktı. Sen’i bulabilme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Bu yolda, zulüm gördü, her şeyine el konuldu. Köle diye satılıp, çeşit çeşit sıkıntılara, hakaretlere maruz kaldı. Ama bir gün Sen’i bulunca çektiği bütün meşakkatleri bir anda unuttu. Sen’inle yeniden doğdu…   

Biz, Sen’i çok kolay bulduk Ya Resûlallah! Ya da bulduğumuzu zannettik… O’nun için kıymetini bilemedik! O zan sebebiyle de bütün bütün kaybettik.. Bir Selmân gibi, Bir Süheyb gibi…Ebu Bekir,  Ömer, Osman, Ali… bir Mus’ab, Sa’d bin Muaz (ra) gibi karşılayamadık Sen’i. Onlar gibi yana yakıla arasaydık belki kıymetini daha iyi anlardık… bütün dünyaya Sen’in Nam-ı Celilini yana yakıla duyururduk daha bir aşkla, heyecanla…gayretle, fedakarlıkla. İhlas ve samimiyetle…  

Ey Allah’ın Rasûlü! Sen’i övmek ve Sen’in şefâatine nail olmak maksadıyla daha hayattayken şiirler yazılmış, kasideler söylenmişti. Ka’b b. Züheyr, huzurunda Sen’i övmüş ve Sen’den tebrik almış, teşvik görmüştü. Hassan bin Sabit de şiirleriyle Sen’in iltifatına mazhar olmuştu. İmam Busayri’nin Kaside-i Bür’e adlı aşk ve heyecan dolu şiiri de elden ele, dilden dile dolaşmıştı. 

Hüve’l-Habibullezi turcâ şefaatuhu
Likülli hevlin mine’l-ehvâli muktehimi
Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ
Alâ Habibike Hayri’l-halki küllihimi’

Übeyy b. Ka’b (r.a) bir gün yanına gelerek; 
“Ya Rasûllallah! Ben sana çok salâvat-ı şerife getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” diye sormuştu. 
“Dilediğin kadar...” buyurmuştun. Sonra:
“Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerifeye ayırsam olur mu?” diye tekrar sormuştu. “Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla ayırırsan senin için daha iyi olur.” buyurmuştun. 
“Öyleyse duâmın yarısını salavât-ı şeriye ayırayım!” demişti. 
“Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla ayırman senin için daha hayırlı olur.” buyurmuştun. Hazreti Übeyy yine: “Şu halde üçte ikisi yeter mi?” diye sormuştu. 
“İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için daha hayırlı olur.” buyurmuştun.
“Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde salavât-ı şerife getirsem nasıl olur?” deyince; “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.” buyurmuştun. (Tirmizî, Kıyâmet 23) 

“Allah ve O’nun melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey mü’minler, siz de Ona salât (ve dua) edin ve samimiyetle selam verin.” (Ahzab, 33/56) 
Allahım! Efendimiz Muhammed’e kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber (ve O’na öyle bir salât ü selam) ki, O’nun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar O’nun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar O’nun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine yağmur yüklü bulutlarla rahmet istenilir, Allah’ım, O’na, ehl-i beytine ve ashabına her göz kırpacak ve nefes alıp verecek kadarlık zaman diliminde (her an) Sana malum olan varlıklar sayısınca salât ü selam olsun.

Ey Sevgililer Sevgilisi! Doğduğun mübarek diyar, yıllar var ki bütünüyle çoraklaştı. Hiçbir şey doğurmuyor artık. Mübarek köyün, vefasızlığımızın, kadir kıymet bilmemezliğimizin suskunluğu içinde. Koskoca bir âlem garip, yetim, kısır ve kurak…

Hz. Ömer, böyle bir kıtlık zamanında Hz. Abbas'ın elinden tutmuş, "Allah'ım, bu, Sen’in peygamberinin amcasının eli." demiş ve Allah'tan (celle celâluhu) yağmur istemiş, yağmur da yağmıştı.

Özellikle bu Kutlu günlerde nurani sözlerle Sen’in peygamberinin hürmetine salavatlar çekiliyor Allah'ım! Nezd-i Ulûhiyet’indeki bu sözlerin kıymeti hürmetine… İnsanlığın İftihar Tablosu, Nebiler Sultanı, Kâinatın Efendisi, İki Cihan Serveri, Efendimiz Hazreti Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) getirilen bu salavatlar hürmetine… Yağmur gibi Rahmet’ini, afv u mağfiretini yağdır Allah’ım! İçimizdeki kirleri bu Rahmet suyuyla yıka Allah’ım! İslam alemindeki bu çoraklığı Efendimiz’in doğumu hürmetine yeniden yeşert Allah’ım! 

Biliyoruz ki, adının anıldığı yeri mevcudiyetinle şereflendirirsin Ey Sevgililer Sevgilisi! Hele Sen’in sevginle gönüllerin yumuşayıp gözlerin yaşardığı meclislerde Sen’in olmaman düşünülemez.

Hani, Basralı bir genç, yaşlı babasıyla Hacca niyetlenmişti. Mekke'ye giderken yolda babası vefat etmişti.. Etmişti, ama adam, şeklen sevimsiz bir şekle bürünmüştü. Bu durum zavallı gence o kadar dokunmuştu ki, şaşkına dönmüş ve ne yapacağını bilememişti: ‘Şimdi, kimi çağırıp da bu cenazeyi ona gösterecek ve yardım isteyeceğim!’ diye düşünüyordu. Bu dertle kıvranırken, aniden gelmiş ve babasının cenazesi başında durmuş, elinle onun bütün vücudunu sıvazlamıştın. Derken, elinin değdiği her yer eski hâline dönmüş ve babasının cenazesi pırıl pırıl nuranî bir insan hâline gelmişti. Genç, hayret içinde "Teşrifinizin sebebi?" diye sorunca da, şu cevabı vermiştin: 
"Çünkü senin baban, ne zaman benim adım anılsa, bana salavat getirirdi..." 

İşte, bu adamın Sen’inle bu kadarcık irtibatı bile karşılıksız kalmamış ve en muhtaç olduğu bir anda onu şefaatle kucaklamıştın. 

Ey Nebiler Sultanı! Bugün yüzbinlerce masum kardeşimiz zindanlara girdi, çıktı; hala türlü zulümlere maruz kalıyor. Bir gece yarısı sokaktan veya evinden kaçırılıp akıbetlerinden haber alınamayan insanlar var. Aileleri, yakınları dışarıda onların yolunu gözlüyor. Bir kısmı zindanda, bir kısmı gurbette, bir kısmı sılada yüzbinlerce ferdi bulunan samimi Hizmet gönülleri Sen’in sevdana baş koymuşlar: 

- Nam-ı Celil-i Muhammedî'yi dünyanın her yerine ulaştırmalıyız, deyip hangi şartlarda olursa olsun, oturup kalktıkları her yerde sohbet-i Canan deyip meseleleri Sen’in adınla başlatıp Sen’in adınla noktalıyorlar. Hemen her yerde samimi Hizmet insanları mekikleriyle harıl harıl Sen’in düşüncelerini işlemekte, sevgin ve hoşgörün adına incelerden ince dantelalar, kanaviçeler örmekte…
Ey Kâinatın Efendisi, Sana medyun olan kardeşlerini bırakma bikes! 

Yâ Mücîbe Da’veti’l-Muztarrîn! Ey ızdırar içerisinde hafakanlar yaşayan muztar kullarının niyazlarına icabet buyuran Yüceler Yücesi Rabbimiz! Senin lütfedip bizlere gönderdiğin Peygamber Efendimiz’in Mevlid Kandili’ni idrak ediyoruz. O’nun samimi ümmetinden olmayı arzu ediyoruz. Şu anda bu Kutlu Doğum’u hapishanelerde geçiren ya da evinde hapse düşmüş eşini, evladını, anne babasını bekleyen mazlumlarla, zulümden dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalan muhacir kardeşlerimizle, dünyanın dört bir yanında senin dinine hizmet eden bahtiyarlarla birlikte ellerimizi kaldırıyor, “Medet ey Kerîm Rabbimiz! Efendimiz’in Mevlid’i hürmetine kardeşlerimizi kurtar! Ruhlarımızı yeniden O’nun nuruyla aydınlat!” diyerek bu saflaşmış insanlarla beraber halimizi Sana arz ediyoruz. Ne olur bizi yalnız bırakma, dualarımızı kabul eyle Yâ Rabbi! Bizi kaybedenlerden ve hüsrana uğrayanlardan eyleme Yâ Rabbi! Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) dost ve ümmet eyle! Amin…

Kandiliniz Mübarek Olsun…

Not: Kaside-i Bürde’den olan “Hüve’l-Habibullezi turcâ şefaatuhu / Likülli hevlin mine’l-ehvâli muktehimi / Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ / Alâ Habibike Hayri’l-halki küllihimi” parçasını Selef-i Salihin bela ve musibetlerin yoğunlaştığı anlarda bin defa okurmuş. (MF.Gülen)

07 Kasım 2019 13:08
DİĞER HABERLER