Fikri Akyüz'den Erdoğan'ın o görüntüsüyle ilgili ilginç çıkış!

Fikri Akyüz'den Erdoğan'ın o görüntüsüyle ilgili ilginç çıkış!
Gazeteci-yazar Fikri Akyüz, Akşam’dan istifa etmesine ve rüşvet ve yolsuzluk soruşturması sonrasına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Fikri Akyüz, Akşam'dan istifa etmesiyle ilgili çok çarpıcı bir not paylaştı.

Neden beklediniz?
O zamanlar yayınlanan anketlere göre “AK Parti gidiyor, dolayısıyla koalisyon olacak” şeklinde değerlendirmeler yapılıyordu. O zaman istifa etseydim, “Fikri, AK Parti’nin gideceğini anladı, gemiyi ilk terk eden adam oldu.” şeklinde spekülasyonlar çıkacaktı. Bunların önüne geçmek istediğim için istifa etmedim. 30 Mart yerel seçim gecesi Ethem Sancak’ın balkona çıkıp alkışlaması bazı şeylerin tuzu biberi oldu. AK Parti seçimden zaferle çıktıktan 10 gün sonra ayrıldım.

Ethem Sancak’ın o balkonda yer alması sizi neden bu kadar etkiledi?

Bir medya patronu ve ben onun gazetesinde yazı yazıyorum.  Sindiremedim. Kaldı ki, tam tersini düşünelim. Kemal Kılıçdaroğlu zafer kazanmış ve o balkona çıkmış olsaydı, yanında da bir medya patronu olan Aydın Doğan alkışlasaydı, ne denirdi? Hükümete yakın gazeteciler şiddetle eleştirirdi. Ben istifa ettikten birkaç gün sonra Ethem Sancak, BMC’yi satın aldı. Düşünün, çalışanlar, ben dâhil, çok düşük olan maaşımızı 4 aydır alamıyorduk. Ama BMC’ye 800-900 milyon dolar verebildi. Aslında TMSF’ye ödeme bile yapmadan Katarlılara sattı. Yani balkona çıkıp alkışlamak ve peşinden milyar dolara yakın bir ihaleye tek başına girip almak, emeğe saygı duymamak anlayışla karşılanabilecek bir durum mudur? 

Gazeteci-yazar Fikri Akyüz, Akşam’dan istifa ettikten sonra kendi deyişiyle Twitter gazeteciliği ve  asıl mesleği olan hukuk danışmanlığını yapmaya başladı. Akyüz, işten ayrılma sebebini merak edenlere “10’a yakın arkadaşım varsa, bunların 7’si ‘haşhaşi’. Kalsaydım onların yüzüne bakamazdım.” diye cevap veriyor.

Yazarı olduğu Akşam’dan, 28 Şubat medyasından daha beter bir yayıncılığa soyundukları gerekçesiyle nisan ayında istifa etmişti Fikri Akyüz. O günden sonra, neden istifa ettiği birçok kesimde soru işareti bırakmıştı. Köşesine devam edip, ‘paralel’e çakıp, paraya para demeyecekken böyle bir karar alması herkesi şaşırtmıştı. Zaman Gazetesi'ne konuşan Akyüz, istifasının arkasındaki gerekçeyi, medyanın geldiği noktayı, aynı zamanda bir hukukçu olarak 17 Aralık operasyonuna bakışını ve istifadan sonra neler yaptığını anlattı.

Akşam’da kalıp, paralele çakıp, paraya para demeyebilirdiniz. Bu durumda istifa etmeniz düşündürüyor?

Akşam gazetesine TMSF döneminde girdim. Benim bir talebim olmaksızın kabinede yer alan bir ismin referansıyla yazmaya başladım. Ethem Sancak, ben girdikten 4-5 ay sonra gazete ve televizyonu satın aldı. Geldiğimde de yayın politikası çok da benim arzu ettiğim şekilde değildi. 17 Aralık’tan sonraki yayın politikası ise beni özellikle rahatsız etmeye başlamıştı. Esasında 30 Mart seçimlerinden önce bırakacaktım.

Neden beklediniz?

O zamanlar yayınlanan anketlere göre “AK Parti gidiyor, dolayısıyla koalisyon olacak” şeklinde değerlendirmeler yapılıyordu. O zaman istifa etseydim, “Fikri, AK Parti’nin gideceğini anladı, gemiyi ilk terk eden adam oldu.” şeklinde spekülasyonlar çıkacaktı. Bunların önüne geçmek istediğim için istifa etmedim. 30 Mart yerel seçim gecesi Ethem Sancak’ın balkona çıkıp alkışlaması bazı şeylerin tuzu biberi oldu. AK Parti seçimden zaferle çıktıktan 10 gün sonra ayrıldım.

Ethem Sancak’ın o balkonda yer alması sizi neden bu kadar etkiledi?

Bir medya patronu ve ben onun gazetesinde yazı yazıyorum.  Sindiremedim. Kaldı ki, tam tersini düşünelim. Kemal Kılıçdaroğlu zafer kazanmış ve o balkona çıkmış olsaydı, yanında da bir medya patronu olan Aydın Doğan alkışlasaydı, ne denirdi? Hükümete yakın gazeteciler şiddetle eleştirirdi. Ben istifa ettikten birkaç gün sonra Ethem Sancak, BMC’yi satın aldı. Düşünün, çalışanlar, ben dâhil, çok düşük olan maaşımızı 4 aydır alamıyorduk. Ama BMC’ye 800-900 milyon dolar verebildi. Aslında TMSF’ye ödeme bile yapmadan Katarlılara sattı. Yani balkona çıkıp alkışlamak ve peşinden milyar dolara yakın bir ihaleye tek başına girip almak, emeğe saygı duymamak anlayışla karşılanabilecek bir durum mudur?  

Mehmet Ocaktan ‘git’ diyemedi, psikolojik baskı yaptı

Akşam’da yazmanıza referans olan kabinedeki o isim kimdi?

Bunu söylemem doğru olmaz. Benim gibi birkaç kişiye daha referans olan biri olduğu için ‘tavsiye ettiği isimler üzerinden medyayı kontrol ediyor’ şeklinde adının çıkması hoş olmaz.

Tekrar ayrılışınıza dönecek olursak, vicdan ve cüzdan arasında tercih yapmanıza sebep ne oldu?

Akşam’ın Balyoz hükümlüsü emekli Hâkim Albay Zeki Üçok’un iftiralarına sığındığı ‘Paralel’in Silahlı Örgütü: Ötüken’ manşeti bende bardağı taşıran son damla oldu. 28 Şubat medyasından daha beter bir yayıncılığa soyundular. O manşeti gördüğümde genel gündeme yönelik bir yazı yazacaktım. O manşeti görünce kan beynime sıçradı. Bir zamanlar terörist diye ilan ettikleri bir isimden medet umuyorlardı. Delili, belgesi olmayan bir manşetle Hizmet’e vurmalarını hazmedemedim. “Fikri’nin kaseti var ya da paralel satın aldı” iftiralarının yapılacağını da tahmin ediyordum. Çünkü bu medyanın ciğerini biliyorum. Şimdi bu röportajı verdiğim için “Fikri ‘paralel’e ışık yakıyor” diyecekler.  Ama ben ne paralelim ne de herhangi bir cemaate mensubum. Bir kere mizacım müsait değil, bir cemaate müntesip olmaya. Türkiye demokrasi noktasında 28 Şubat’tan daha ileride olduğu halde, şu anda hükümete yakın medyanın tavrı 28 Şubat medyasından daha beter. 28 Şubat’ta vicdansızca yayın yapan, yalan yazanlar vardı ama ‘zeki’lerdi. Şimdi ise havuz medyası hem vicdansız hem de zekâ olarak daha düşük seviyede. Bugün at izi it izine karışmış durumda. Atın önüne et, itin önüne ot konulmuş durumda.

Akşam’dayken köşenizde ‘paralel’den dem vuran, Pensilvanya’ya çakan yazılar yazmanız istendi mi hiç?

Hayır, yazılarıma hiçbir müdahalede bulunulmadı. Yalan söylemekten haya ederim. Ama Mehmet Ocaktan, psikolojik baskının en âlâsını uyguladı. Bana ‘git’ demedi, diyemedi, çünkü bir kabine üyesinin referansıyla girmiştim. Örneğin, yazı sayım haftada 2 idi. 3’e çıkarmadı. “Sayfalarımız müsait değil.” denildi. Ama bu cümleden 1 hafta sonra transfer edilen bir başka arkadaşa haftada 5 yazı yazdırıldı. Yazmaya başlayacağımı, yazmaya başladığım gün dahi anons etmedi. Ama adını o gün ilk kez duyduğum ve benden bir hafta sonra yazmaya başlayan Yasemin Nak’ı bir hafta boyunca ‘Güçlü kalem’ diye birinci sayfadan anons etti.

TÜBİTAK’ın yolsuzluk raporuna itibar etmiyorum


Bir zamanlar köşenizin olduğu Akşam için, şimdi Akşam ‘gazete değildir’ diyorsunuz. Gazete değilse neden devam ettiniz?

Ben girerken de farkındaydım ve samimi olarak düzelebileceğini düşünüyordum. Ama öyle bir zaman geldi ki AKP basın bültenine dönüştü. Bütün faili cinayetlerin, olayların arkasında ‘paralel’ var demeye başladılar. Olur olmaz kişilerin beyanlarından medet umar oldular. Altı dolu olmayan ifadelerin olduğu bir yerde bulunmak vicdanımı örseledi. 10 yakın arkadaşım varsa, bunların 7’si Başbakan’ın ‘haşhaşi’ diye tanımladığı insanlar. Şimdi bu insanlara bakıyorum, dünyada tanıdığım en düzgün, namuslu, ahlaklı insanlar, bir taraftan bunlara terörist deniyor. Ben ne yapacağım? Arkadaşların hiçbir yanlışını görmemişim. Bu insanlara iftira atan bir yerde nasıl durabilirim? Camia’nın içinde, Camia’dan faydalanmak isteyen, istismar eden insanlar elbette var. Camia’nın siyasete dâhil olmasından, yakın durmasından dahi hazmetmem. Ama bunu istemiyorum diye de bu insanların 12 yıl boyunca yaptıkları ve alkışladığım Türkçe Olimpiyatları için, şimdi kalkıp ‘terörist yetiştiriyorlar’ diyemem. ‘Türk okullarını kapatın’ diye büyükelçilere verilen talimatı kabul edemem. Hukuki olarak bir paralel yapı varsa onunla mücadele etmek, devletin ve hepimizin görevidir. Ama ‘paralel’le mücadeleyi ‘tabela sökümüne’ kadar indirgemek aklın koptuğu, vicdanın savrulduğu bir mihenk noktasıdır. Ve üstelik bunu bir zamanlar Camia’nın programlarının ön saflarında görünmeye çalışanlar yapıyor. 8 ay evvel Pensilvanya’ya gidip Hocaefendi’den feyz aldığını her fırsatta dile getirenler birden paralel yapı uydurmasına inanmaya, Hizmet’i, okulları karalamaya başladı. Bunun adı ahlaksızlıktır.

Yolsuzluğun basit bir çalma eylemine dönüştürüldüğü şu günlerde, 17 Aralık operasyonunu bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Soruşturmaların sağlıklı bir şekilde yürütülmediği, yürütülmek istenmediği kanaatindeyim. Benim bu süreçte aklımın almadığı nokta Egemen Bağış ve Metehan Demir tapesidir. Metehan Demir 1 aylık köşe yazarıyken Aydın Doğan tarafından köşesine son verildi, konuşmayı yalanlamadı, özür diledi. Aradan iki ay geçti, bir TÜBİTAK raporu yayınlandı, montaj olduğu  söylendi. Ben buna itibar etmiyorum. Bu arada Bank Asya’yı ele alalım. Allah aşkına, devlet içinde görevini suiistimal eden birileri var diye Bank Asya’yı batırmak için bazı yazarların ağzına geleni söylemesini ben hangi hukuka, hangi vicdana sığdırabilirim? Orada çalışan insanların haksız yere işinden olması gayretullaha dokunmaz mı?

25 Aralık’ta savcının polise emir vermesi ve polisin bu emri uygulamaması hangi hukukla bağdaşıyor? Soruşturmanın yapılamıyor, hukukun işletilemiyor olması olağan şeyler mi?

17-25 Aralık operasyonunda savcının, başsavcıya bilgi vermemiş olması başlı başına bir usul hukuku ihlalidir. Bu anlamda tıpkı 7 Şubat MİT krizi gibi bu soruşturmanın da usul hukukuna aykırı cereyan ettiğini düşünüyorum. Ama usul hukukuna aykırılık var diye çok ciddi iddiaların hâlâ soruşturmaya tâbi kılınmamasını da hukuk nosyonuna ve vicdani kanaatime ters buluyorum. Hiç kimse soruşturmalardan azade tutulamaz.

Medyada matah bir şey var zannettim

Bugünkü konjonktür içinde yazabileceğiniz, kendinize yakın gördüğünüz bir gazete var mı?

Elbette yazabileceğim 1-2 gazete var. Teklif aldıklarım da oldu. Ama isim verirsem, o gazetelere sinyal verdiğim düşünülebilir. Tabii şu da var: Medya ikiye ayrılır. Çamurlu medya, çamursuz medya. İlkine girilmez. İkincisine girilir ama sürekli çamur atılır. Dolayısıyla ona da girilmez!

Teklifleri düşünürken, Twitter gazeteciliği yapıyorum diyorsunuz…

Gidişat, gazetemin adı. Türkiye’de Twitter’dan yayın yapan ilk gazete olacak. İsminin telif hakkı benim. Şu günlerde biraz maişet kısmıyla ilgilendiğim için Twitter’da köşe yazısı mahiyetinde yazılar yazamıyorum. Biraz toparlanayım, çok ciddi bir şekilde köşe yazılarıma Twitter’daki hesabımdan başlayacağım. 100 bine yakın takipçim var. 10 bini okusa yine yeter.

Maişetle ilgileniyorum dediniz. Ekonomik olarak kaygılarınız var mı?

AKP iktidarı döneminde ben ekonomik olarak hep geri gittim. Çünkü avukatlığı bırakmıştım. Medyada matah bir şey var zannetmiştim. 6 yıl önce kredi ile bir ev almıştım. Taksitlerini ödeyemedim. Ev ipotekliydi, satışa çıkacak iken geri verdim. Şimdi kenar bir semtte 850 TL kira bedelli bir evde oturuyorum. Rabb’ime çok şükrediyorum. Zira 850 TL’yi veremeyen insanlar da var. Ama Cenab-ı Allah rızkı bir şekilde veriyor. Ben ekonomik sıkıntı yaşıyor iken ve AK Parti en güçlü olduğu bir dönemdeyken hâlâ birtakım tıynetsiz, kifayetsizlerin saldırısına uğramak insanı üzüyor. Ama onların hepsi yarın öbür gün utanacak. Pardon cümlemi tavzih ve tashih ediyorum. Utanmayacak. Çünkü ar damarı bir defa çatladı mı bir daha da dikiş tutmaz.

Yıllardır gazetecilik yapan ve bir baltaya sap olamayan tek kişiyim

Avukatken yazarlığa yolunuz nasıl düştü?


Yazarlık hayatına internehaber.com’da başladım. 2 yıl sonra Yeni Şafak’a transfer oldum. İnternetten yazılı, ulusal çapta yayın yapan basına geçen ilk kişi oldum. 12 yıl boyunca iktidarı hep destekleyen, yıllarca gazetelerde yazan, 500’e yakın canlı yayına çıkan ama bir baltaya sap olamayan tek kişi yine ben oldum. Kimi sap olur, kimi saf olur. Ben saflığı seçtim.

Akşam’dan istifa ettikten sonra avukatlığa geri dönmeyi düşündünüz mü?

Avukatlığa değil ama hukuk danışmanlığına başladım. Allah’ıma çok şükür ki başka bir mesleğim var. Başka bir mesleği olmayıp ailesine ekmek götürmek için bağrına taş basıp çalışan arkadaşlarımın durumu tabii benim durumumdan daha feci.

13 Temmuz 2014 08:09
DİĞER HABERLER