İstanbul başsavcılığınca ‘darbecilik’ ve ‘casusluk’ şüphesiyle hakkında yakalama kararı çıkartılan eski CIA yetkilisi Graham Fuller, hakkındaki suçlamaların ‘absürd’ olduğunu, beş yıldır Türkiye’ye ayak basmadığını, darbe girişimi gecesi de yaşadığı şehirde bir konuşma yaptığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ‘cadı avı peşindeki kötücül (ama seçilmiş) bir otoriter lider’ olarak niteleyen Fuller’a göre, “Erdoğan 2019 seçimlerinde ağır bedel ödeyecek. Tabii o seçimler adil olursa.”
İstanbul başsavcılığı 1 Aralık’ta Fuller hakkında yakalama kararı çıkarmıştı. Karara göre Fuller ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme’ ve ‘casusluk’ şüphelisi.
Yakalama kararında, Fuller’ın daha önce hakkında yakalama kararı verilen Türkiye uzmanı Amerikalı siyaset akademisyeni Henri Barkey ve darbe teşebbüsünde rol alan diğer kişilerle bağlantılı olduğu, darbe girişiminin hemen öncesinde Türkiye’den ayrıldığı gibi ‘tespitler’ de yer alıyordu.
Fuller tüm bu suçlamalara blogundan yanıt verdi.
Eski CIA yetkilisi, ‘Türkiye neden benim hakkımda yakalama kararı çıkardı?’ başlıklı yazısına söz konusu kararda yer alan ve bununla bağlantılı olarak Türk basınında çıkan suçlamaları hatırlatarak başladı.
Fuller, “Türk hükümeti üzülecek ama bu absürd ‘dava’ya zarar verecek nitelikte birtakım uygunsuz gerçekler” var diyerek bunları şöyle sıraladı:
“1. CIA’den tam 30 yıl önce emekli oldum.
2. Beş yıldır Türkiye’ye ayak basmadım.
3. Türkiye’de bir kez görev yaptım. O da 1960’larda İstanbul’daki CIA Üssü’nde en üst düzey yetkili olarak. Ama nedense Türk basını beni ‘CIA Ankara İstasyon Şefi’ olarak terfi ettirmeyi seviyor. ‘Eski CIA şefi’ diyenler bile oldu. Dahası İstanbul’dayken gizli görevde falan da değildim. MİT kim olduğumu gayet iyi biliyordu çünkü MİT’le doğrudan irtibat halindeydim.
4. İstanbul’daki görevim 1967’de sona erdi ve bir daha da Türkiye’ye CIA görevlisi olarak ayak basmadım. Sonrasında Arap aleminde, Afganistan’da ve Hong Kong’da görev yaptım. Görevlerimin hiçbirinin Türkiye’yle bir ilgisi yoktu.
5. 1960’larda Türkiye’de çalışırken Fethullah Gülen’nin ismini bir kez olsun işitmedim. Kendisiyle tanışmam CIA’den emekli olduktan uzun yıllar sonra, 15 yıl önce İstanbul’da bir söyleşi vesilesiyledir. Çağımızın İslamcı hareketleri üzerine araştırma yapıyordum o zaman. O günden sonra Gülen’i hiç görmedim. ABD’de de hiç karşılaşmadık. Ancak hareketini ilgiyle izledim. Yine CIA’den ayrıldıktan çok sonra, bir vatandaş olarak FBI’ya yazdığım mektupta, gördüğüm tüm İslamcı hareketler içinde ABD’ye bir güvenlik tehdidi teşkil edecek son hareketin Gülen’inki olduğunu savundum. Nitekim Washington’da neredeyse hiç kimse Gülen’in bir ‘güvenlik tehdidi’ ya da ‘terörist’ olduğunu inanmamıştır.
6. Türkiye’deki darbe girişimi gecesi, son 15 yıldır yaşadığım Kanada’nın batısındaki bu şehirde 100 kişilik bir gruba hitap ediyordum.
7. ‘Siyasi İslam’ın Geleceği’ isimli kitabım için Endonezya’dan Fas’a kadar siyasal İslam içindeki hareketler bağlamında Gülen’in Hizmet hareketi hakkında da epey bir şeyler yazdım. O zaman Hizmet’in İslam’ın en ilerici, modern ve hoşgörülü versiyonunu ve çağdaş toplumsal rolünü temsil etmesi beni etkilemişti, hala da etkiliyor. Anlaşılan bu şimdi beni, yıllarca yakın işbirliğinin ardından Gülen’i bir düşman ve bir ‘terörist’ olarak yaftalamaya karar veren Erdoğan’ın AK Parti’sinin bir düşmanı kılıyor. Zorlu Türk siyaset sahnesinde zaman içinde Erdoğan ve Gülen’in rakip haline geldiğini ve polis teşkilatından Hizmet üyelerinin Erdoğan’ın çevresinin yolsuzluklarının ortaya çıkarılmasına yardım ettiğinin farkındayım.
Talihin cilvesine bakın ki son kitabım ‘Türkiye ve Arap Baharı: Ortadoğu’da Liderlik’te Erdoğan’a düşmanlık gütmek bir yana Erdoğan ve partisinin cesur, yenilikçi ve nüfuz artırıcı dış politikası dahil Türkiye’de 2002’den beri hayatın her alanına getirdiği çarpıcı değişikliklerden çok olumlu ifadelerle bahsettim. Kitapta birkaç bölüm boyunca hem AKP’nin İslami politikalardaki rolü hem de Gülen’in vizyonu irdeleniyor. Sadece son bölümde, Erdoğan’ın birdenbire yanlış yola sapışı, düşman bellediklerini tasfiye edişi, paranoyası, siyaseten gerileyişi ve megalomanisi eleştirel olarak ele alanıyor.”
Fuller yazısına şöyle devam etti: “Emekli olduktan 30 yıl sonra bile eski bir CIA yetkilisini suçlamak Türk basını için iyi malzeme. Birçok Türk (ve diğer yabancılar) CIA hakkındaki hemen her hikayeye inanmaya teşnedir; siyasi liderler de sık sık CIA’yi koltuklarını sağlamlaştırmak için bir cani ve bir öcü gibi gösterir.
ABD hakkındaki bu şüpheler her zaman temelsiz de değildir. Amerikan yönetiminin politikalarının, birçok ülkede CIA’yi zararlı ve aptalca müdahalelere, hatta darbeciliğe yönlendirmesiyle ilgili yanıtlanması gereken çok soru var. O ‘rejim değişikliği’ hevesi Washington’da hala mevcut.
Bununla birlikte, CIA’nin Temmuz 2016’da Erdoğan’a karşı ne yazık ki 250’den fazla insanın ölümüne yol açan marazi, basiretsiz ve amatör darbe girişimiyle en ufak bir ilgisi bulunduğundan kuşkuluyum. Darbenin Gülen’in talimatıyla gerçekleştiğinden daha da kuşkuluyum (Hizmet gibi 2 milyon üyesi bulunan bir hareket içindeki Gülenci bir avuç subayın amatör bir darbe planında rol alması olmayacak şey değil elbette, ama İslamcı eğilimlerinden ötürü Erdoğan’dan nefret eden ve darbeyi gönülden desteklemiş olabilecek binlerce Türk subayı var). Hakkını teslim etmek gerekir ki Gülen darbe girişimini en kuvvetli ifadelerle kınadı. Dahası, darbe girişimine kadar Hizmet hareketinin karıştığı tek bir siyasi şiddet söz konusu değil. Tersine, Gülen nereden gelirse gelsin İslam’da şiddeti reddetmiş biri.
Bu oyunda küçük bir oyuncu olduğumun farkındayım. Erdoğan’ın asıl hedefi, Amerikan yönetimin üst düzey yetkilileri. Washington’ı kurmayları ve ailesi için zararlı Sarraf davasından el çektirmeye çalışıyor. Türk hükümeti bir yandan da darbe girişiminin arkasında CIA’in bulunduğu tehdidiyle Amerikan yönetimini köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Ne yazık ki tüm bunlar Erdoğan’ın nasıl da halkı sindirmiş, tüm yabancı liderleri kendisinden uzaklaştırmış, on binlerce mağdur yaratmış bir cadı avı peşindeki kötücül (ama seçilmiş) bir otoriter lidere dönüştüğünün kanıtı.
Talihin cilvesine bakın ki Erdoğan iktidarının 10’uncu yılında 2011’de istifa etse başarılarından ötürü muhtemelen ülkesinin en büyük başbakanı olarak tarihe geçecekti. Ama iktidarını uzatıp son birkaç yılda baştaki tüm politikalarını terk etmek suretiyle şimdi kendi adını kirletmekle ve geçmişinde kazandığı puanları çarçur etmekle meşgul.
Fuller yazısını şöyle noktaladı: “Giderek buyurganlaşan davranışlarının, ‘Evet efendim’ci bir avuç adamının arasına hapsolmasının ve ülkenin kutuplaşmasının bedelini 2019 seçimlerinde ağır ödeyecek. Tabii o seçimler adil olursa.”