Güven ve emniyet yolu gönüllerden geçer!

Osmanlı’nın dünya dengelerindeki gücü devre dışı kalmasıyla insanlık bir kez daha kaosu yaşadı. Belki de insanlığın yaşadığı üçüncü tufan dönemiydi. Birinci ve ikinci dünya savaşında yaklaşık 100 milyon insan hayatını kaybetti. İki cihan savaşının arkasından harabeye dönen dünya yeni devletçiklerin de ortaya çıkmasıyla yeniden inşa edildi. Ancak bu inşaa seküler anlamda dünya adına olunca evrensel insani değerler adına bir arpa boyu yol alınamadı. Belki insanın dünyadaki rahatı adına sanayi ve ticaret ile birlikte teknolojik gelişmelerde büyük gelişmeler yaşandı. Ancak bu gelişmeler ona ne manevi huzur ne de adalet adına bir şeyler kazandırdı. Osmanlı’nın süper gücü sayesinde insanlığa güven veren bir sistemin hayat damarları, dünyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarına göz dikmiş ve sömürgeyi kendi refahları adına geçer akçe gören batı zihniyeti tarafından yok edilince, insanlık bugünkü buhranla karşı karşıya kaldı. Öyle ki bu kadar acının arkasından insan hak ve hukuku adına yazılmış, eserler ortaya koyulmuş insani değerler logaritması yazanlar dahil insanlığa hiçbir zaman mutluluk kazandırmadı. Sadece söylemde kaldı. Hatta Evrensel insani değerler beyannamesinden, insan hakları mahkemesi ve savaş suçları mahkemesi gibi kurumların varlığı bile hala adalete katkı adına bir sonuç almayı hayallerde yaşatıyor. İstanbul’un fethi sırasında Osmanlı’nın sarığını Bizans’da görmek isteyenler aslında onun adalet anlayışına ve o ruhu insanlığa hediye eden Allah Resulü’ne meftundular. Ama farkında değillerdi. Çünkü fetihden asırlar önce aynı adalet ve güven anlayışını insanlık, Hz. Muhammed (as)’den –Mekke’nin fethi’nden- sonra tekrar yaşıyordu. “Ebu Ubeyde b. Cerrah!. Hz. Ömer döneminde Şam’da vali bulunuyordu. Heraklius, ordusuyla gelip, Şam’ı tekrar istirdât teşebbüsünde bulunduğu sırada; Ebu Ubeyde’nin yanında az bir insan vardı. Bu itibarla da şehri savunmaları da mümkün değildi. Hemen Şam ahalisini bir araya topladı. Ve şunları söyledi: “Sizden cizye topladık. Bu cizyeye mukabil sizi korumamız gerekiyordu. Ancak şimdi o güçte değiliz. Dolayısıyla sizi koruyamayacağız; aldığımız cizyenin hepsini tekrar size iade edeceğiz. Zira bunu haksız yere yanımızda alıkoymamız caiz değildir..” Bunun üzerine, toplanan cizyeler sahiplerine dağıtılır. Bu müthiş manzara karşısında şaşkına dönen ruhban ve papazlar, kiliselere dolar ve müslümanları başlarından eksik etmesin diye Cenab-ı Hakk’a duâ duâ yalvarırlar. Müslümanları uğurlarken de “İnşaallah geri gelir ve bizi Heraklius’un zulmünden kurtarırsınız”, derler. Ebu Ubeyde, emniyet telkin etmiş, emanet sıfatıyla yaşamış ve hristiyanların dahi gönlüne taht kurmuş bir rabbâniydi. Bugün batı, bizi dinlemiyorsa ve Avrupa’ya gönderdiğimiz insanların mesajlarına kulak asmıyorlarsa, bu tamamen bize ait bir eksiklikten kaynaklanmaktadır. Hiç şüphe yok ki, bizde eksik olan en önemli mes’ele ise üzerinde durduğumuz, emniyet ve güven hususudur. Biz, bu hasleti yeniden yakalayabildiğimiz gün, topyekün insanlık güvenebileceği bir milleti bulmuş olacak. Biz de devletler muvazenesinde yerimizi istirdât adına, en çalımlı adımı atmış sayılacağız. Osmanlı’nın cihan hakimiyetinde de, aynı emniyet atmosferinin tesirini görmek mümkündür.. harbe giderken geçtikleri bağ ve bahçeden yedikleri meyvelerin parasını, meyveyi kopardıkları dala asan ve öyle giden bu emniyet temsilcisi asîl ve necîp insanlar, ülkeleri kılıçla fethetmeden evvel, gösterdikleri bu emniyet ruhu ve civanmertlikle gönülleri fethetmişlerdi. Yoksa, ne o korkunç haçlı zihniyeti karşısında Avrupa’ya girebilirlerdi; ne de orada mevcudiyetlerini devam ettirebilirlerdi. Şam’da yaşayan Ebu Ubeyde misâli, tam dört asır bütün Balkanlarda ve Avrupa içlerinde yaşamıştı. Bundan dolayı da, o şanlı i’tila döneminde çok az zayiatla tâ Viyana kapılarına gidilmiş.. ve asırlar boyu da gidilen yerlerde emniyet ve huzurun temsilciliği yapılmıştı. Zannediyorum, cumhuriyet sonrası Türkiye’sinde emniyetin tesisi için dökülen kan, beş asır, hem de yabancı uyruklar arasında asâyiş temini adına dökülmemişti... Evet, onların kalp ve gönülleri fethetmelerindendir ki, çeşitli ırka mensup insanları, aynı devletin çatısı altında hem de uzun bir süre ve ciddî hiçbir problem çıkarmadan idare edebilmişlerdir. Devrimizin muhabbet fedailerine düşen de, yine aynı usul ve aynı metod olsa gerek...” (Fethullan Gülen-Sonsuz Nur -1) [email protected] twitter.com/maomazhar
04 Şubat 2013 22:16
DİĞER HABERLER