Clint Eastwood'un yönettiği 'J. Edgar', FBI'ın başında 48 yıl kalan kurucu başkanı John Edgar Hoover'ın iç dünyasını deşmeye çalışıyor.
Hoover'ın annesi ve en yakın arkadaşı Clyde Tolson ile takıntılı ilişkisine odaklanan film, ele aldığı karakterin 'nedenleri ve nasıl'larıyla ilgileniyor. Leonardo DiCaprio'nun oyunculuğu ise seyirlik.
Anlaşıldı, Hollywood ahalisi geleceğe bakmaktan yorulmuş, bugünden de umudunu kesince geçmişe atıyor kendini. Bir şey arıyorlar; belki nostalji, belki romantizm. Ama daha çok 'teselli'... 80'lerde, Reagan döneminde yaptıklarından farklı bir geçmişe bakış bu. Tarihi olmadık şekilde 'yeniden' yazmaya çalışmıyor; geçmişe, -cesur diyemeyiz belki ama- dürüstçe bakıyor bu kez. Oscar yarışındaki nostalji rüzgârı bunun en 'popüler' yansıması sadece. Geçtiğimiz yıl Robert Redford'un Amerikan hukuk sisteminin en kritik davasına soğuk bir şekilde yaklaştığı 'Suikast/The Conspirator', bahsettiğimiz dürüst bakışın güzel bir örneğiydi. Film, yakın zaman önce Guantanamo ve Ebu Gıreyb'de yaşanan hukuksuzlukları da akla getirmişti.
'J.Edgar'ın geçmişe bakışı biraz daha farklı. Toplumsal ve siyasi sonuçlardan ziyade ele aldığı karakterin sebepleriyle ilgileniyor. ABD'nin iç istihbaratı FBI'ın (Federal Soruşturma Bürosu) kurucusu ve 37 yıl başkanlığını yapan John Edgar Hoover'ı anlatıyor film. 1972'de ölümüne kadar toplamda 48 yıl soruşturma bürosunu yöneten Hoover'ın son zamanlarında başlayıp onun gözünden büronun ilk yıllarına gidiyoruz. 1924 yılında henüz 29 yaşındayken, o dönem Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Soruşturma Bürosu'nun başına getirilen Hoover, personelin kılık kıyafetinden soruşturma yöntemlerine kadar pek çok konuda değişiklik yapar. Bilgiye ulaşması için yeterli yetkisi olmadığında ise önce üstlerini sonra da Senato'yu ikna eder. Bugün farklı versiyonları çekilen CSI dizileri, Hoover'ın kriminal alandaki uzun gayretleri, bilim adamlarıyla birlikte çalışma ısrarı sonucu ortaya çıkmış diyebiliriz. FBI'ın şu andaki merkezi onun adını taşıyor. Hoover, yöntemleri ve devlet başkanlarına dair tuttuğu gizli dosyalarla (bizde 'fişleme' dedikleri) gücü elinde tutmasıyla da nam salmış. Hayatı boyunca bilgiyi güç olarak görmüş ve kendi düşünceleri doğrultusunda ülkenin 'güvenliği' konusunda önüne çıkan her şeyle savaşmış. 8 Amerikan başkanı ve üç savaş atlatmış bir yönetici J.Edgar Hoover.
BİR EFSANENİN TAKINTILARI
Böyle anlatınca âdeta bir efsane gibi duruyor FBI'ın ilk başkanı. Yaşlandıkça ellerindeki 'kir'i temizleyip bir sinema dervişine dönüşen Clint Eastwood da bu efsaneyi biraz 'insanlaştırmak' için yola çıkıyor. Şimdiye kadar onlarca filme ve televizyon dizisine konu olan Hoover'ın üzerindeki sis perdesini aralayıp onun karakterine eğilmeye çalışıyor. Fakat J.Edgar, o kadar yalıtılmış bir hayat sürmüş ki, ona ulaşmanın yolu sadece iki isimden geçiyor. Biri mesai hatta -belki- hayat arkadaşı ve sırdaşı Clyde Tolson; diğeri ilk tanışmalarında Hoover'ın evlilik teklifini reddeden, sonrasında ise gizli dosyalarını emanet ettiği sadık sekreteri Helen Gandy.
'Milk' ile Oscar alan senarist Dustin Lance Black de bu iki karakter üzerinden örüyor Hoover'ın hikâyesini. Fakat Black, öykünün merkezine J.Edgar'ın annesi ve Tolson'la yaşadığı takıntılı ilişkiyi yerleştiriyor. Hikâyeyi tam anlamıyla bir karakter filmi yapabilecek bu tercih, ne yazık ki filmin en büyük handikabı olup çıkıyor. Bu tercih, Hoover gibi; mafyanın, komünizm 'tehlikesinin', 2. Dünya Savaşı'nın, siyahi hareketlerin, Ku Klux Klan'ın, devlet başkanları düzeyinde yaşanan skandalların tezahür ettiği, ABD tarihinin en kritik döneminde 48 yıl boyunca FBI'ın başında bulunan birisini anlatmak için çerçeveyi fazlasıyla daraltıyor. Eastwood'un amacı, elbette ki Hoover'ı temize çıkarmak değil. "Neler yaptığı biliniyor. Ama bunları niye yaptı? 'Nasıl' böyle bir insan oldu çıktı bu adam?" sorusunun üzerine gidiyor. Fakat ortaya çıkan sonuç, iyi bir karakter incelemesi olsa da, üst düzey bir film değil. Filmde, güvenlik takıntısı ile herkesi fişleyen, herkes hakkında gizli bir dosyası olan Hoover'ın 'nedenlerini' anlamak da yeterli olmuyor. Bu açıdan, yine DiCaprio'nun oynadığı Scorsese filmi 'The Avaitor' daha başarılı bir karakter draması. Zaten film, bu yönüyle 'The Avaitor'ı; senaryodaki anne-oğul ilişkisi açısından da Oliver Stone'un 'Alexander'ını hatırlatıyor. Eastwood, Stone kadar kötü olmasa da Scorsese kadar derinlikli bir karakter filmi koyamıyor önümüze. Hasılı, yaşlandıkça kıymetlenen Eastwood, ele aldığı karakterin 'nedenleri'ne yaptığı aşırı sondaj sonucu filmi elinden kaçırıyor.
Son tahlilde, J.Edgar Hoover, ABD tarihini, siyasetini ve suç dünyasını derinden etkilemiş bir karakter. Onun gibi 48 yıl olmasa da, dünyanın başka ülkelerinde de siyasete yön veren isimler bulunabilir. Özellikle yaşadığımız coğrafyanın bu noktada hayli mümbit topraklar olduğunu hatırlatarak, ülkemizin son bir asırlık tarihinin böyle bir okumaya çok uygun olduğunun sır olmadığını belirtelim.
J. Edgar
Yönetmen:
ClInt Eastwood
Oyuncular:
Leonardo DICaprIo, NaomI Watts, ArmIe Hammer, Josh Lucas, judı dench