Hareket siyasete girmiyor siyaseti denetliyor

“Hizmetle tanışan herkesin ilk öğrendiği konulardan biri; hizmet dün de bugün de iktidar peşinde olmadı, yarın da olmayacak" ölçüsüdür. Aksi yalandır, söyleyen yalancıdır” mealinde bir tweet attım. Hakaret ve tel’in mesajlarını bir kenara bırakarak normal eleştiri önerilere ve sorulara saygı duyuyorum.Onların başında “siz siyasete girmiyordunuz, iyi insan yetiştiriyordunuz, İşinizi iyi yapıyordunuz, yapmaya devam ediniz neden siyasete giriyorsunuz?” nevi’nden sorular geliyor. Muhatapların “siz” dediği hizmet hareketiydi. Hemen söyleyeyim ki ben hizmet değilim; kimse hizmet değil ama hiçkimse de hizmetten uzak değil. Hizmet, insan-ı kâmil modeller öneriyor, ideal tipler ortaya koyuyor ve takipçilerin “bakıldığında Allah’ı hatırlatan abide şahsiyetler” gibi olun diyor. Allah’ı, peygamberi, vatanı, milleti, ve devleti canınızdan çok sevin ve onları yüceltmek için gereğini yapın. Orta yolu bulun, istikametten ayrılmayın, bencil olmayın, kendinizden çok başkasının hayatıyla ilgilenin, fakir fukaranın elinden tutun onları eğiterek marifet ufuklarında dolaştırın. Elinizden dilinizden herkes emin olsun, hiçbir uzvunuzla günaha, ayıba meyletmeyin. Yaradılmış her şeyi ve herkesi, bütün kâinatı, zerreden küreye, atomdan galaksilere kadar ne varsa, görüneni görünmeyeni onsekizbin âlemi, hepsini Allah yarattığı için sevin, onların üzerimizdeki haklarını unutmayın, yaratılmışların hukukuna tecavüz edildiğinde ilk koşan siz olun ve kanuna, usule ve adaba uygun olarak onların imdadına yetişin. İslamiyet güneş gibidir; siz o güneşin en parlak ayinesi olun; olun ki size bakan Kur’anı görsün, Rasulullah’ı görsün, sanki bir nebi ile bir veli ile yüzleşmiş gibi mutlu olsun. Hizmet daha neler demiyor ki: Hocaefendi, eserlerinde farklı bedenlerde elbiseler dikiyor, herkes istidadına göre onlardan birini giyiyor. Elbiseler harika, terzi mükemmel ama üstünde taşıyamayanlar var-benim gibi- dolayısıyla mankene bakıp terzi hakkında ileri geri konuşanlar da oluyor. Ülkenin son elli yılına damgasını vurmuş bu gönüllüler hareketi, yurtlarda, yuvalarda, ışık evlerde insanların elinden tutmuş, hukuka ve kanuna riayet ederek hem de ailelerden izin alarak onların evlatlarına bir ufuk, bir ideal, bir mefkûre vermiş; bu kurumlar düşünceler ve idealler, devlet, istihbarat ve hükümetler tarafından defalarca test edilmiş ve takdir edilmiş. Alimlerin, abidlerin, zahitlerin, akl-ı selimin, neredeyse bütün dünyanın takdirini kazanan camia, bu eğitimli insanlar aracılığı ile bütün memlekette bir ıslah çalışmaları yapmış. Aile terbiyesinden tutun okul düzenine, sokak, mahalle, hatta şehirclik üzerine kafa yormuş, bazı konularda ciddi başarılar elde etmiş bazı konular ise henüz olgunlaşmamış. Mesela, Hocaefendi’nin, mimari üzerine kaleme aldığı yazılar birer şehir-medeniyet projesidir ki henüz bu çerçevede mimar ve mühendisler yetişmemiştir. Altmış yıllık emekler sonucunda özel sektörde ve kamuda işini iyi yapan, devletine, çalıştığı kurumun prensiplerine sıkı sıkıya bağlı, ahlaklı, faydalı ve donanımlı insanlar ortaya çıkmış ve bunlar Türkiye’nin yakın tarihinde dünyaya ihraç ettiği en değerli ürün olmuştur. Herkes memnun, herkes alkışlıyor ve dualarla yâd ediyor. Kendimi bildim bileli bu vakıf hareketini yanımda hissettim; Ben bu vakıf medeniyetinin kıyısında olmaktan iftihar ediyorum ve bu medeniyetin devamı için bütün gücümle mücadele ediyorum. Bana verilen fırsatları “ iyi insan” olmak için kullanmaya gayret ettim. Bugüne kadar da Rabbim, ma’şeri vicdanı rahatsız edecek büyük hata yapmama izin vermedi-Elhamdulillah-. Devletime de milletime de minnet borçluyum. Gelelim siyasete girip girilmediği sorusuna. Bu mesele çok defa konuşulmuştur. Benim gözlemlediğim kadarıyla hizmet hareketi ne aktif siyasette bulunmuş ne de bir siyasi yapının ön veya arka bahçesi olmuştur; böyle olmadığı gibi böyle görünmekten de hep kaçınmıştır. Hizmet hareketi Türkiye’de insafı, vicdanı, hoşgörüyü temsil eden ilk sivil yapılardan biridir. Türkiye’deki farklılıkları zenginlik saymış, kimseyi ayırmadan herkesi davet etmiş, insanların birbirini tanıması için fırsatlar oluşturmuş ve bunu yine bazı çevrelerin “beş yıldızlı otelde iftar mı olur” eleştirilerine rağmen yapmıştır. Hizmet hareketi, devletin bilgisi dahilinde, milletin öz kaynakları ile sınırları aşmış, binlerce kilometre uzaklarda bayrağımızı dalgalandırmış, en zengin ülkelerden en fakir devletlere, demokrasinin beşiği sayılan kıtalardan, adında sadece demokrasi olan coğrafyalara kadar, herkesle güzel ilişkiler kurmuş ve bütün bunları Hocaefendi’nin teşvikleri ile hayatlarını bir bavula sığdırıp giden kardeşlerimizle başarmış. (Elhamdülillah) Bu adanmış ruhlar, tohum attıkları her yerde Türkiye sevdalıları yetiştirmiş; Ülkemizden kim ziyaretlerine giderse gitsin onları güllerle çelenklerle selamlamış; misafirlerini uçağın kapısında karşılayan öğretmen ve öğrenciler de gözyaşları ile mukabele görmüş ve konukların hayatlarında tatlı hatıralar bırakmışlar. Yardım konvoyları, kurbanlar, eğitim seferberliği, çileli yıllar, zorlu yollar, herkesi kucaklayan kollar ve sadece Allah’a kullar. 160 ülkede iftihar vesilesi bu insanlar, bugün kendi ülkelerinde horlanıyor “öz yurdunda garipsin, öz vatanda parya” muamelesine tabi tutulmak isteniyor. Onlar rüyalarında bile görmedikleri, hayallerinden bile geçmedikleri bir suçla “örgüt,haşhaşi ve paralel devlet” suçlaması ile yüz yüze bırakılıyorlar. Hayır; onların paralel olduğu tek bir yer var: rüku..yere paralel duruşları az sonra Allah’a en yakın oluşlarına bir işaret. Dillerinde hep kendilerini bu hayırlı işlere teşvik eden O zattan öğrendikleri dualar. Herkese ama herkese dua. Bazen mutluluklarla heyecanlanıp “Elhamdülillah” ile serinliyorlar bazen de zor şartların ardından gelen kolaylıklar için “çok şükür” diyerek yeniden diriliyorlar. Ve sinelerden yükselen “Allah’ım milletimizi ve devletimizi, devletler muvazenesinde, hak ettiği konuma yükselt ve bizi bu uğurda istihdam et” yakarışı. Bunlar iyi insanlar, hatta iyiden de daha iyi. Bu iyi insanlar, iyi kurumlarda, güzel insanların elinde, helalinden kazanıp hayır yapmış gerçek hayırseverlerin himmetiyle okumuşlar. Tek hedefleri de kendilerinden bile daha güzel insanlar yetiştirmek. Peki, dershaneleri, okuma salonları kapatılırken veya mantığa sığmayan bir şekilde dönüştürülürken, ömürlerini adadıkları zat yuhalatılırken, kendilerine destek veren hamiyetperver insanların şirketleri baskı altına alınırken, meydanlardan televizyon ve gazetelerden yapmadıkları halde örgüt-paralel yapı suçlamaları ile ezilirken, İsrail-ABD uşaklığı ile töhmet altında bırakılırken,haşhaşin denen mel‘unlara benzetilirken, kanunsuz iş yapan herkes kurtulmak için suçu bu masumların üzerine atarken, en güzel ve bereketli yıllarını geçirdikleri ışık evler “in” diye yaftalanırken, bu sessiz çoğunluğun sesini duyurmaya çalışan medyaya akredite uygulanırken bu insanlar iyi insanları nasıl yetiştirsin? Ömürlerini vatana, millete ve insanlığa harcayan bu kadar insan, birden bire vatana ihanet suçlaması ile karşılaşınca kendini nasıl iyi hissedebilir? Daha düne kadar yaptıkları işlerin çoğuna iştirak edenlerin aniden - kendilerini hiç tanımıyormuşçasına - yüz çevirmelerini, haklının değil güçlünün yanında olduklarını görmeleri kim bilir onları nasıl yaralıyor. Aylarca maaş almadan çalışan, bir lokma ekmeği bulduğunda sevincinden havalara uçan bu adanmış insanlar, rantçı diye suçlanıyor. Allah aşkına söyle; sen açlıktan, gurbetten, hasretten ne anlarsın ki benim kardeşlerimi paraya tamah eden insanlar gibi gösterirsin; cebinde akrep taşıyanlar karnına iki taş bağlayıp hizmet edenlere laf etmesin, bari sussunlar. Ana kucağından kopamayanlar, ekmek elden su gölden yaşayanlar, evladının yanından ayrılamayanlar Filipinler’de, Azerbaycan’da, Kenya’da, Gana’da çocuğunu defnedip bir başka hizmet diyarına uçarcasına gidenleri anlayamazlar; bari saygılı olsunlar. Ne onlar ne de güzel ülkemdeki alperenler yerlerinden oynadı. Herkes işinin başında. Devlet büyüklerine yine saygılı, kendilerini zor günlerde yalnız bırakanlara yine dualı; bu gün haksızlık edip yüz çevirenler birgün geri geldiklerinde onları aynı yerlerinde bulsunlar diye yine küsmeden, geri adı atmadan, eğitim hizmetlerine devam ediyor, yaptıkları işlerden vazgeçmiyor, bugünlerin de gelip geçeceğini düşünüyor, aktif sabır ile hem işlerine hem dualarına devam ediyorlar. Medya olarak biz de siyasete girmiyoruz; biz anayasal hakkımızı kullanıyor ve siyaseti denetliyoruz. Millet siyasetçilere iş yapma yetkisi verirken bize de denetleme yetkisi verdi. Meclis de yürütme de yargı da millet adına bu yetkileri kullanırlar. Medya olarak biz de siyasetçilerden millete verdikleri sözleri yerine getirmelerini istiyoruz: AB yolundan sapılmamasını, dünyanın terörist ilan ettiği ülkelerle paralel gibi görünerek –İran vs- Türkiye’nin itibarının sarsılmamasını istiyoruz. Yolsuzlarla, rüşvetle, adam kayırma ile mücadele edilmesini, kişisel menfaatlere devlet ve devlet kurumları, hatta siyaset bile feda edilmesin istiyoruz. Bu siyasete girmek değil, demokrasinin denetim ayağıdır. Devlet nasıl ki yurtları, okulları, üniversiteleri, bankaları, yayın guruplarını kanunlar çerçevesinde denetler ve denetlemelidir. Aynen öyle de millet de siyaseti, meclisi hatta adalet duygusu ma’şeri vicdanı yaraladıysa yargıyı bile belli kaideler çerçevesinde denetler, denetlemelidir. Sayın cumhurbaşkanı Abdullah Gül Bey’in dayak yemekten beter olduğu bir sözünü hatırlamakta faydı var. Ne demişti sayın cumhurbaşkanı? “demokrasi sadece sandıktan ibaret değil”. Akl-ı selim insanların kabul ettiği bu söz, O’nu ‘gezici’ yapmıştı. Hâlbuki o, denetim mekanizmasına dikkat çekiyordu. Allah sonumuzu hayreyle..Allah bizi insan eyleye..Allah’ın dediği olur.. Vesselam..
16 Ocak 2014 21:49
DİĞER HABERLER