Samanyoluhaber.com yazarı Harun Tokak'ın pazar yazısı
HARUN TOKAK
MELEKLER EVİ
Sarı ve yeşilin en tatlı tonlarında titreyen ormanların arasında kıvrılıp giden ıslak yoldan kuzeye doğru gidiyoruz. Bereketli sonbahar yağmurları yağıyor.
Uzakta bir kasaba görünüyor.
Melekler ellerindeki çıralarla bulutları tutuşturuyor. Gökte çakan şimşeklerle yer gök aydınlanıyor.
Gökte gürültüler kopuyor.
Yıldırımlar yükseklere iniyor.
Melekler gürlüyor;
“Yağmur geliyor.”
Sonra gözyaşı sağanağı başlıyor.
Kasabanın üzerine gökten melek yağıyor.
Yağmur damlaları meleklerin kanatlarında yere iniyor.
Burası nedense bana çok gizemli bir kasaba gibi geliyor.
Burada gerçekten melekler mi yaşıyor yoksa “Melekler Evi” filminde olduğu gibi alakasız bir isim mi?
Evleri, sokakları, caddeleri, insanları diğer şehirlerden, kasabalardan farklı değil. Bir an hayal kırıklığı yaşıyorum. Zaten bu günlerde en çok yaşadığımız şey değil mi?
Çoğu kere kavuşmalar büyük hayal kırıklıkları yaşatabiliyor.
Uzaktan sevmelerse bazan efsaneleşiyor.
Güzel bir rüyadan uyanan çocuk gibi kendimi kötü hissediyorum.
Acaba bir zamanlar buraya Hazreti İsa’nın yeryüzü melekleri olan Havarileri uğramış olabilir mi?
Arabamız tek katlı bir binanın önünde duruyor.
Evin önündeki yolda çocuklar oyun oynuyorlar. Oyuna öylesine kendilerini kaptırmışlar ki bizim geldiğimizi fark etmiyorlar bile.
‘‘İşte, kasabanın masum melekleri bunlar olmalı,’’ diyorum. Belki de sırf bu masum çocuklar için bu kasabaya “Melekler Evi” denmiş olabilir.
Ben bu düşünceler sarmalında iken bir çocuk yere düşüyor.
“Anne!” diye bağırıyor.
Gözlerini korku kaplamış bir kadın görünüyor kapıda.
“Yavruuum!”
O an anlıyorum ki biz melekler evinin tam önündeyiz. ‘‘Bunları yetiştiren anneler de melek olmalı.’’ diyorum.
Hani, her çocuk ana rahminden dünyaya doğru yolculuğa çıkarken Rabb’iyle konuşurmuş;
“Allah’ım! Dünya korkunç bir yermiş. Ben orada ne yapacağım?”
“Korkma! Dünyada seni bir melek karşılayacak.”
“İyi de, ben meleğimi nasıl tanıyacağım?”
“O seni tanır.”
“Peki benim meleğimin adı ne?”
“Adının ne olduğunun bir önemi yok. Sen sadece ‘anne’ de, yeter.”
İçeri girdiğimizde pek de büyük olmayan bir salonda kadın ve erkeklerden oluşan bir grup karşılıyor bizi.
Bembeyaz bulutların arkasından gülümseyen melekler gibi “Hoşgeldiniz!” diyorlar.
Yüzlerinde, dokunduğu her bir şeyi gurbet renkleri ile giydiren vedasız ayrılıkların zarif ve zengin hissiliği var.
Hanımların maharetli ve bereketli elleriyle yapıp getirdikleri ev yemekleri, pastalar, tatlılar masalardaki yerlerini almışlar.
Hepsi yurdumun lezzetleri, hepsi memleket kokuyor.
Meğer, o gün bir çocuğun yaş günüymüş.
John Steinbeck'in Gazap Üzümleri’nde dediği gibi ‘‘Gurbet böyle bir şey işte. Bir evde doğum olduğu zaman bütün evlerde doğum olmuş gibi herkes seviniyor, bir cenaze olduğu zaman da bütün evlerden cenaze çıkmış gibi herkes üzülüyor.’’
Acıları ve sevinçleri ortak kılıyor gurbet.
Melekler evinde huzur kaplıyor içimizi.
‘‘Bu kasabada bütün evler mi böyle yoksa sadece burası mı?’’ diye düşünürken içlerinden biri;
“Biz buralara çok uzak diyarlardan geldik.” diyor.
“Organize bir kötülükten kaçarak geldik. Yurdumuzu, yuvamızı bırakarak geldik. Bir orman yangınından kaçar gibi geldik. Yaşlı anne babamızı, doğup büyüdüğümüz toprakları bırakarak geldik. Azgın nehirleri geçerek, ‘Gelmeyin, sizi istemiyoruz!’ diye haykıran tel örgüleri aşarak, çamurlarda survivor yarışmacıları gibi bata-çıka geldik.
Buralara geldiğimizde anladık ki organize kötülükle ancak organize iyilikle mücadele edilebilir.
Bir araya geliyoruz, toplanıyoruz. Birlikte sohbet ediyoruz, gelecek hayalleri kuruyoruz. Sadece evlerimizi değil bu kasabadaki bütün evleri “Melekler Evi” yapmak için çalışıyoruz.
O an yanılmadığımı anlıyorum. Bu kasaba kurulurken boşuna “Melekler Evi” dememişler.
Her şeyin, her zaman göründüğü gibi olmadığını fark ediyorum.
Bu insanlar, büyük imtihanları başarı ile vermişler.
Yaşadıklarının yenilgisine düşmedikleri gibi sadece kendi evlerini değil yaşadıkları ülkeyi hatta bütün dünyayı melekler evi haline getirmeye azimliler.
Luis Alberto Urrea’nın “Kanadı Kırık Melekler”deki gibi, kırık kanatları ile uçmaya çalışıyorlar. Dün yaptıkları iyiliklerin onuru var yüzlerinde.
Kötülükle savaşmaya kararlılar.
Onların arasında kendimi bahtiyar hissediyorum.
Hani her gece yeryüzüne inen gezgin meleklerden biri kutlu bir meclis görünce diğerlerine seslenirlermiş.
"Aradığınız şeye geliniz.''
Bunun üzerine melekler o yeryüzü meleklerinin etrafını dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırmış.
Geceleri yeryüzünü gezerek Allah’ın anıldığı yerleri ziyaret eden ve o meclisleri kuşatan o gezgin melekler gün doğmadan Rablerine dönerlermiş.
Rableri onlara sorarmış;
"Kullarımı bıraktığınızda ne yapıyorlardı?''
"Seni anıyorlardı.''
"Onlar Beni gördüler mi?''
"Hayır!''
"Ya bir de görselerdi?''
"Eğer görselerdi, daha çok anarlardı.''
"Ne istiyorlar?''
"Cenneti.''
"Onu gördüler mi?''
"Hayır.''
"Ya bir de görselerdi?''
"Eğer görselerdi çılgıncasına isterlerdi.''
"Onlar hangi şeyden korkuyorlar?''
"Cehennemden.''
"Onu gördüler mi?''
"Hayır.''
"Ya bir de görselerdi?'
"Eğer görselerdi, ondan daha şiddetli kaçarlar ve korkarlardı.''
"Şahit olun ki, onları bağışladım'.'
"Aralarında falan günahkâr vardı. O, Seni anmak için değil öylesine bir iş için gelmişti.''
''Onlar öyle bir cemaattir ki onlarla oturanlar da bahtiyardır. Onlar sayesinde bedbaht olmazlar.''
Melekler Evi’ndeki salonda ben de kendimi bahtiyar sayıyorum.
Sanki meleklerin kuşatmasındayım.
Her gece gezgin meleklerin yeryüzüne indiğini ve sonra onların her şeyi bilen Rabbimize bilgi verdiklerini bilmek biz kullar için ne güzel bir duygu.
Evlerimizi, meclislerimizi meleklerin ziyaret edeceği bir hale büründürmek, bir gün yeryüzündeki bütün evleri melekler evi haline getirmenin hayalini kurmak ne yüce bir duygu.
O an anlıyorum ki geceleri güzel kılan gökteki meleklerle yerdeki meleklerin buluşması.
Meleklerin buluşmasına sahne olan gecelerde gurbet bile güzel oluyor.
Yalnız olmadığımızı fark ediyoruz. Göktekilerle, yerdekilerle, geçmiştekilerle, gelecektekilerle aslında büyük bir aile olduğumuzu fark ediyoruz.
Büyük bir mucizenin parçası olduğumuzun idrakine varıyoruz.
Gecenin bitiminde Melekler Evi’nden ayrılırken arkadaşlarımız, yine beyaz bulutların arasından gülümseyen melekler gibi tatlı tebessümlerle uğurluyorlar bizi.
“Yine bekliyoruz” diyorlar.
Bazı insanlar, hayatımıza girerler ve çabucak çıkarlar.
Bazıları ise dostumuz olur, aileden biri olur.
Ayrılırken yüreklerimizde o güzel ayak izlerini bırakırlar.
Tıpkı gezgin meleklerin ayak izleri gibi.
Bir sonbahar gecesi...
Yağmur damlaları meleklerin kanatlarında yere iniyor.
Gökten melek yağıyor.
Yollar, ağaçlar, ormanlar sonbahar yağmurlarında mütevekkil dervişler gibi muttasıl ıslanıyor.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.