Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, yeni köşe yazısını "Herkesi kucaklayıcı bir yol ve yöntem" başlığıyla kaleme aldı.
İnsanlara hakkı ve hakikati bildirmek ve Hak’ka giden yollardaki engelleri ortadan kaldırarak gönülleri Allah’la buluşturma, Allah’ı (CC) insanlara tanıtma işini, en başta Allah’ın en sevdiği kulları olan peygamberler yerine getirmişlerdir. Peygamberlerden sonra ise bu iş peygamber varisleri tarafından yerine getirilmiştir:
“Peygamberlerin gönderilme gayesi tebliğdir (Hakkı, hakikati bildirmek, haber vermek). Öyleyse bize düşen en mühim ve hayatî vazife de mükellef olduğumuz hususları anlatma, tebliğ etme olacaktır.
Eski ve yeni bu mevzuda aklımıza gelen bütün metot ve usûlleri yeniden gözden geçirip devrimize tatbiki mümkün olan ve neticeye götürücü olduğunu kabul ettiğimiz prensipleri pratiğe dökme en birinci vazifemizdir.
Meseleyi sadece öğretmen, talebe, imam, müezzin, okul ve cami çerçevesine sıkıştırmak da doğru değildir. Belki Allah karşısında mükellef olan herkes usûlü dairesinde hemen her yerde hizmet vermelidir.” (Tebliğ Metodumuz Nasıl Olmalıdır?)
Bu öyle bir görevdir ki, sadece belli şahıslarla ve belli mekanlar ile sınırlı değildir. Her yerde ve herkes tarafından ama şartların gerektirdiği usul ve metotlarla yerine getirilmesi gerekir. Bu iş için birilerinin vazifelendirmesine ihtiyaç yoktur.
Hele içinde bulunduğumuz felaketler ve yıkılışlar çağında tahribat o kadar büyüktür ki, bunların üstesinden gelebilmek için dertli, bilinçli, samimi ve sistemli çalışan hakikat erlerine çok fazla ihtiyaç vardır:
“İç içe tahribatların yaşandığı, dinî değerlerin yerle bir edildiği, aynı kıbleye yönelen insanların bile birbirine düşman edildiği oldukça zor bir devirde yaşıyoruz. Kur’ân’ı, Sünnet’i, mukaddesatı koruyan surlar yıkıldı.
Dinle, imanla, Kur’ân’la taban tabana zıt nice şenaat ve denaetlere (kötülüklere, çirkinliklere) din urbası (elbisesi) giydirildi. Din, dünyalık elde etme aracı yapıldı. Siyasi mülahazalar geldi dinin tahtına oturdu.
Dert çok ama dertli yok. Maalesef Müslümanlığın derdiyle dertlenmesi gerekenler bile kendi ikbal ve istikballerinin peşinde. İmana ve Kur’ân’a dair hakikatler sahipsiz. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği âlemşümul prensipler gurbet içinde gurbet yaşıyor.
Zannediyorum Haçlılar döneminde yaşanan tahribat bile bu kadar derin değildi. Çünkü o zaman kalbler birlikte çarpıyordu. Toplum içinde böyle korkunç ayrışmalar yoktu. Gelen saldırıları Allah’ın izniyle göğsünde eritip ters yüz eden kahramanlar vardı.
Yıkılmaların, kırılmaların birbirini takip ettiği, İslâm’ın derdinin unutulduğu, ruhumuzun abidesini ayağa kaldıracak babayiğitlere hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyulduğu bu ifritten dönemde, kendilerini iman ve Kur’ân’a adamış diriliş erlerine çok iş düşüyor.
Onların eda edecekleri vazife hem çok ağır hem de ağırlığı nispetinde kıymetli. Şunu unutmamak gerekir ki tek bir imanî meselenin tek bir insan için vuzuh ve inkişafı (anlaşılması) bile binlerce keramete üstün gelir.
Batmadan suda yürümeniz de, üveyikler gibi havada süzülmeniz de, meleklerle kol kola yürümeniz de imanî hakikatlerin gönüllerde hüsnükabul görmesinin, tabiatın bir derinliği hâline gelmesinin yanında deryada damla kalır. Durum böyle olunca topyekûn bir toplumun ihyası ve yeni bir dirilişin gerçekleşmesi için yapılan hizmetlerin neye tekabül edeceğini varın siz hesap edin.” (Yol Bu Erkân Bu)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, on asırdır tahrip edilip perişan hale getirilmiş olan ve İslâm’ı da içine alan insanlık kalesinin tamiri için yapılması gereken işleri ve hazırlanması gereken ortamları bir Kırık Testi’de ele almaktadırlar. Burada, nasıl bir yol ve üslup takip edilmesi gerektiğine dair çok önemli tespitler yapılmıştır.
1. Tiranlar ve ekipleri tarafından kutuplaştırılarak birbirlerine düşürülmüş bir halkın ve perişan hale getirilmiş bir toplumda meydana gelen enkazı ortadan kaldırıp tekrar bir dirilişi başlatabilmek için, herkese sinesini ve bağrını açabilecek diriliş erleri olan Hizmet insanlarına çok ihtiyaç vardır:
“Yapılan tahribatı tamir etme adına yapılacak öncelikli vazifelerden biri, günümüzde yaygın bir hastalık hâline gelen ihtilaf ve ayrışmaların önüne geçmek ve kalblerin yeniden telifi (uzlaştırılması) adına gayret göstermektir.
Sinelerimizde kimseye karşı tepki oluşmasına fırsat vermemeliyiz. Herkes mutlaka bizim dünyamızda kendine uygun bir yer bulmalı. Bu kimileri için harem odası olur, kimileri için kabul salonu, kimisi için de koridor. Ama neticede bizim dünyamıza giren hiç kimse ayakta kalmamış, dışlanmamış olur.
Topyekûn insanlık âlemindeki, özellikle de İslâm dünyasındaki yıkılmaların, çözülmelerin, kırılmaların başka türlü tamir edilmesi mümkün değildir. En azından birileri herkese karşı sinesini açmalı, herkesi bağrına basmalıdır ki hem başkalarına örnek olsun hem de belli bir süre sonra hep ihtilaf ve iftirak çıkarma peşinde koşan mütemerritler de onların atmosferinde yumuşasınlar. Gönüller yumuşarsa dünyadaki atmosfer de yumuşamış olur.” (Yol Bu Erkân Bu)
2. Bir diğer önemli iş ise, insanlara insanlıklarını, taşıdıkları potansiyeli hatırlatmaktır:
“Bu konuda yerine getirilmesi gereken diğer önemli bir vazife de insanların ahsen-i takvime mazhariyetin (en güzel bir şekilde yaratılma) sırrını kavramalarına ve bunun gereğini yerine getirmelerine yardımcı olmaktır.
Farklı bir ifadeyle insanlara bir kere daha insaniyetlerini duyurabilmeye, insan olmanın ne anlama geldiğini, yaratılışlarındaki hususiyet ve ulviyeti kavramalarını sağlamaya her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
Hiddet ve şiddetlerin, kin ve nefretlerin kırılmasını, dünyaya sevgi ve huzur atmosferinin hâkim olmasını istiyorsak, insanlığı, potansiyel insaniyet seviyesinden gerçek insanlık seviyesine yükseltmenin yollarını aramalıyız.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle iman, kendi içinde manevî bir tuba-i Cennet çekirdeği taşırken, küfür ise manevi bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.” (Yol Bu Erkân Bu)
3. İnsandaki potansiyelin ortaya çıkarılabilmesinin yolu ancak imanın varlığı ve ondaki derinleşme ile mümkündür. Hakiki imanı elde etmeden insanın dünyevilikten çıkıp ötelere talip olması mümkün değildir:
“Adanmış ruhlara düşen diğer bir sorumluluk da himmetlerini iman hizmetine yoğunlaştırmak suretiyle bu tuba-i Cennet çekirdeğinin büyümesini, inkişaf etmesini, her tarafa dal budak salmasını; bunun yanında zakkum-u Cehennem tohumunun da çürüyüp yok olmasını sağlamaktır.
Farklı bir ifadeyle insanları surî, şeklî, taklidî ve cismânî Müslümanlıktan alıp kalbî ve ruhî hayata yükseltmektir. Böylece onlar ahsen-i takvime mazhariyetin sırrını kavrayacak, imanın zevkine erecek, güzel görecek, güzel düşünecek, hep güzellikler arkasında koşacak ve daha dünyada iken gönüllerinde cenneti yaşayacaklardır. “Allah var gam yok” diyen insanlar, hayatın sıkıntıları karşısında kendilerini salmayacak, değişik endişe ve korku girdapları içerisinde kaybolmayacaklardır.” (Yol Bu Erkân Bu)
İnşallah sonraki yazıda devam edelim…