Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov'un El Nusracı Mevlüt Mert Altıntaş tarafından öldürülmesine ilişkin olarak yayımlanan haberlere yayın yasağı getirilmesi gerçekleri örtebilir mi?
Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov'un elimbir suikasta kurban gitmesinin ardından AKP ve havuz medyası günlerce karalama ve çarpıtma kampanyası yapmıştı. Suikastçının El Nusracı olduğunun anlaşılması, AKP'liler ile ilişkilerinin ortaya çıkmasının ardından apar topar yayın yasağı getirildi.
Yayın yasağını eleştirenlerden biri de Hürriyet Gazetesi Yazarı Mehmet Yılmaz.
Yetkililerin olayı hiç olmamış gibi göstermeye çalıştığını ifade eden Yılmaz yazısında "Röportajlar ya da eleştirilerin, dosyanın içeriğiyle, işlenen suçla, suçun arkasındaki örgütle vs nasıl bir alakası olabilir ki yasaklanıyor?" diye soran Yılmaz, "Bu özgür basın faaliyetinin, engellenmesinden başka bir anlama gelmez, hadi daha açık söyleyeyim “sansür” de tam olarak budur. Suikastı önleyemeyen devlet aygıtı, konunun yazılıp çizilmesini engelleyerek hiç olmamış gibi davranabileceğini mi zannediyor?" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın yazısının iligli bölümü şöyle:
Bunun adı sansürdür
ANAYASAL Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu talep etti ve yargıç da Rusya Büyükelçisi Karlov’a suikast ile ilgili soruşturma tamamlanana kadar her türlü röportaj ve eleştirinin yayınlanmasını yasakladı. Yasağa suikast anında çekilen fotoğraflar da dahil.
Bizim yasalarımıza göre, hazırlık soruşturmalarının gizliliği esas.
Bu anlaşılabilir bir şey, hazırlık soruşturması gizli olmalı ki kimse mağdur olmasın, soruşturma selametle yürütülebilsin, deliller karartılmasın vs.
Savcılıkların talebi üzerine, sulh ceza hâkimlikleri de soruşturmanın selameti açısından bazı haberlere yayın yasağı koyabilir.
Hadi bu da normal diyelim.
Peki röportaj ve eleştirilerin bununla ne alakası var?
Röportajlar ya da eleştirilerin, dosyanın içeriğiyle, işlenen suçla, suçun arkasındaki örgütle vs nasıl bir alakası olabilir ki yasaklanıyor?
Bu özgür basın faaliyetinin, engellenmesinden başka bir anlama gelmez, hadi daha açık söyleyeyim “sansür” de tam olarak budur.
Suikastı önleyemeyen devlet aygıtı, konunun yazılıp çizilmesini engelleyerek hiç olmamış gibi davranabileceğini mi zannediyor?
?İki kilit adam yüz yüze sorgulanmalı
DARBE girişimini araştırması için kurulan TBMM komisyonunun AKP’li üyeleri, Orgeneral Hulusi Akar ve emekli Orgeneral Necdet Özel’e de bazı sorular yollamış, yanıtlasınlar diye.
Daha önce de Abdullah Gül’e bazı sorular sormuşlardı, onların yanıtları ne oldu bilmiyoruz.
Ama komisyon, bu işteki en önemli halkayı ısrarla atlıyor.
Bu darbe girişiminin önlenememesinde iki kişinin rolü kritik.
Birincisi Genelkurmay Başkanı ise ikincisi de MİT Müsteşarı.
MİT’e gelen ihbarın ardından bir araya geliyorlar, toplantılar yapıyorlar ama bu toplantıların sonucunda varabildikleri yer bir “Darbe girişimi ile karşı karşıyayız”olmuyor.
Diyelim ki Binbaşı H.A.’nın ihbarı, darbe girişimi ile ilgili değildi, MİT Müsteşarı’nın gece yarısı evinden kaçırılacağıydı.
Üç helikopterle MİT Müsteşarı’nı kaçıracak askerlerin, bunu ne için yapmış olabileceklerini tahmin etmek zor mu?
Fidye istemeyeceklerdi herhalde!
Bu açıkça bir kalkışmanın işaretiydi ve Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı bunu anlayamadılar, anlayamadıkları için de 248 kişi darbeci kurşunlarıyla hayatlarını kaybetti.
MİT Müsteşarı’na sormak gerekmiyor mu, bu bilgiyi Cumhurbaşkanı’ndan ve Başbakan’dan neden saatlerce gizlediğini?
Şu kayıp 5 saat 45 dakikada Genelkurmay’da ve MİT’te neler oldu?
Hangi düşüncelerle darbeyi en başından engelleyecek emirler verilmedi, tedbirler alınmadı?
Böyle bir konuda, eline gelen istihbaratı doğru değerlendiremeyen iki kişiden birinin Genelkurmay Başkanı, diğerinin MİT Müsteşarı olması, Türkiye için önemli bir güvenlik sorunu değil mi?
Komisyon, bu işi gerçekten araştırıyorsa, yanıt bulması gereken ilk sorular bunlar, gerisi teferruat.
Tabii komisyon kendisini 15 Temmuz şehitlerine karşı şu kadarcık sorumlu ve borçlu hissediyorsa!